Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

20 Nisan '07

 
Kategori
Eğitim
 

El ele geldiğimiz bu köyden gene el ele gideceğiz!

El ele geldiğimiz bu köyden gene el ele gideceğiz!
 

Senle el ele gelmiştik bu köy okuluna... Nazlı seher sökerken dağın yamacından, senle ben dalmıştık hayallere yıkık bir virane üzerinden… Bir dağın yamacında yatan okula, bir de uçsuz bucaksız alaca mavi gökyüzüne bakmıştım. Al bayrağımızın salındığı o gök ne de şanslıydı. Sanki tüm yıldızlar beklemişti bizi o gün. Geceye karışıp yiteceklerine bize “Hoş geldiniz!” demek için ısınmayı bile göze almışlardı. Geleceğimizi bilirmişçesine... Yolumuzu gözlermişçesine… Sevinmiştim…

Kızarmış burnumu parmaklarınla ısıtmaya çalışmıştın gülerek. Ben de sana gülerek sarılmıştım sevinçle… En güzeli de o dağın tepesinden seyre daldığımız okula koşa koşa gitmemizdi. Savrulan eteğimin altında krem yün çoraplar sırıtıyordu. Seninse başında siyah bir şapka sallanıyordu rüzgâra inat. Buralılar nasıl giyiniyorsa öyle giyinmeliydik biz de. Bir elinle beni, diğeriyle başında eğreti duran şapkayı tutmaya çalışıyordun beceriksizce. Öyle bir koşuyorduk ki, kıyamet kopacak da bu soğuk dağın eteğinde sıcacık gülen çocuklara kavuşamayacakmışız gibi hissetmiştik. Henüz çok gençtik. Beynimizden taşacak bilgiler yerlere dökülmeden okula varmalıydık! Ellerimizi hiç bırakmadan koşmalıydık bu gerçek yaşama! Üniversite yıllarında yerleşke soğukluğunda yaşanan her sıradanlığa inat burada tanışmalıydık heyecanla! Gerçekleşen sadece görev hayallerimiz değil biz de olacaktık sonunda!

Atandığımız okulun sıcak ismine sevinçle bakmıştık soğuk bir bilgisayar ekranından. Bu köyün adını ilk kez duymuştuk oysa! Ve azan terör belasından da ürkmemiştik asla. Varsın terör psikolojik savaşını yaşatmaya çalışsındı. Damarlarımızdaki kan öylesine inançla ve cesaretle dolup taşıyordu ki, ellere silah tutturan ve eli silah tutan hiçbir cahil kanımıza son damla dedirtemezdi!

Birbirimize sarılıp düşmüştük yola. Aklımızda çocukların gülüşleri vardı ve yüzlerini hiç tahayyül edemediğimiz çocukların sesleri çınlıyordu kulaklarımızda: “Örtmenim!, Örtmenim!”.

Belki de önce Kürtçe hitap edeceklerdi bize. Olsun varsın desinlerdi. Biz de onlardan bir şey öğrenebilecektik böylece. Elbet Türkçe'yi de öğreneceklerdi. Minik elleriyle güzel dilimizin hecelerini, kelime; kelimelerini ise cümle edeceklerdi. Eşe dosta mektuplar, resmi kurumlara dilekçeler yazılacaktı bu minik ellerle. Yanık sesleri ile koro halinde andımızı ve istiklal marşını okuyacaklardı kükreyerek! Terör salatasına her bulaşan maydanozun ödü kopacaktı bu seslerle. Dağlarda yankılanan her “Türküm, doğruyum, çalışkanım...” kalplerine konan ölüm sineği olacaktı. İlikleri kuruyacaktı “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak/Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak…” mısraları çocukların ağzından dikenli tel gibi akarken. O teller dağların ardından her yerlerini pis kanlarına bulayacaktı ve kendi kanlarında boğulacaklardı!

Bu dağın azametli duruşuna nasıl ve ne kadar dayanabilirdi o azgın canavarlar? Dağlarda yankılanan bu yurt sevdalısı seslerin tadı onlara zehir olmaz mıydı? Çatlamış topraklar gibi değil miydi yürekleri? Kadının, çocuğun, insanın manasını nerden bileceklerdi? Kendileri bile neden silah tutup kan yuttuklarını bilemezdi oysa. Ülkenin, özgürlüğün, yaşamanın ne olduğunu bilen bir insan kendi kardeşinin derisini yüzüp, etini çiğneyip, kanını içmezdi vahşice! Silaha varan ellerin sahibi bir akıl olsa kendi elini kendi vururdu taşa ki; kırılsın o eti tutan anlamsız kemikler.

Bir sabah gene çocuklar andımızı kükremişti ulu dağlara! Günün getireceği büyük bir dilim bilgi ve azıcık da peynirli ekmekti ama mutluluk onlara cömertçe sunulmuştu. Bir kurşun sesiyle bölünene dek oynuyorlardı bahçede kahkahalarıyla. O zalim, o çıyan haykırışlar bölmüştü ılık nefeslerini. Ortalığı bürüyen barut kokusu çok yakmıştı gözlerini. Ağlamamışlardı ama. Çünkü öğretmiştik onlara zalim karşısında dik durmayı ve vatan haini karşısında atmaca kesilmeyi... El ele tutuşup bayrağın altında dizilmişlerdi dimdik ama minicik bir ordu gibi! Silahları akıllarıydı ve de parlayan gözlerinde saklı hayatları! Önlerinde ise biz vardık! Buraya ilk geldiğimiz gün gibi el ele ve mutlu! Hayatımızın bir işe yaradığını ilk kez o gün anlayacaktık. Bunu sezmiş ve gururlanmıştık! Benim gözlerim dolmuştu oysa. Sana fark ettirmemek için geri dönüp çocuklara bir şeyler fısıldamıştım. Sen mağrur bir kaplan gibi ileri atılmaya hazır bekliyordun tetikte. Oysa görünürde hiçbir şeyin yoktu bir elinde ben ve yüreğinde o tükenmez aşktan başka.

Sağ gözümden akan tek damla yaşı hemen yok etmiştim. Bana aşıladığın güce ihanet olurdu bu aciz yaşlar. Çocuklar söylediğim gibi dağa doğru dönüp istiklal marşını kükremeye başladılar al bayrağın huzurunda. Biz de inlettik yurdu onlarla! Sonra ellerimizi daha sıkı tutup birbirimize gülümsedik.

Henüz çok gençtik. El ele geldiğimiz bu dağ köyünden gene el ele gitmeliydik!

 
Toplam blog
: 55
: 2440
Kayıt tarihi
: 28.06.06
 
 

İçimde devamlı yanıp tutuşan bir yazma aşığı taşıyorum. O yazar olduğunu bilmiyor henüz. Hangi di..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara