Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mayıs '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Eleştiri üzerine düşünceler...

Eleştiri üzerine düşünceler...
 

Eleştiriyi çok seven, ama eleştiriye gelemeyen bir milletiz. Aslında eleştirinin ne olduğunu tam bildiğimizden de emin değilim.

Bizim yetişmemizi sağlayan eğitim sistemi, maalesef ikiyüzlülüğe çok yatkındır. Eğitim sistemi deyince hemen aklınıza Milli Eğitim Bakanlığı ve okullar gelmesin. Eğitimin temeli ailede başlar.

Mesela, bir misafirlikte çocuğa, "evladım ağzını şapırdatarak yemek yeme" diyen anne babaların sayısı çoktur. "Oğlum misafirliğe gidiyoruz, delik çorap giyilir mi?" diye azar işiten çocukların sayısı da çoktur.

Demek istediğim şu ki, ahlâkî özellikler salt doğru veya yanlış oldukları için çocuklara öğretilir ve onlar her zaman her yerde geçerlidir.

Öyleyse eleştiri kültürü, ailede başlamalıdır. Bu kadar eksiğimiz varken, eleştiriye sıra gelmeyeceğini tahmin edersiniz.

Tabii ki burada eleştiriye sıra gelmemesi, eleştiri yapmadığımız anlamında değil.

Dedik ya biz eleştiriyi çok seven bir milletiz. Sabahtan akşama kadar, annemizi, babamızı, kardeşimizi, eşimizi, kızımızı, oğlumuzu, arkadaşımızı, akrabamızı, patronumuzu, işçimizi, âmirimizi, memurumuzu, sanatçımızı, sporcumuzu ve ülkeyi yönetenleri eleştirmekle geçiririz biz zamanımızı...

Siz hiç aldığı bir elbiseyi giyip karşısına geçen eşine "harika olmuş sevgilim, sana çok yakışmış" diyen bir koca gördünüz mü?

Kocasının bir teklifine, "hayatım teşekkür ederim, ne güzel düşünmüşsün" diyen bir hanıma rastladınız mı?

Kızının veya oğlunun giyimini beğenen, seçtiği arkadaşı hemen kabullenen kaç ebeveyn tanıyorsunuz?

Katıldığı arkadaş toplantısından çıkan kaç kişi, ayrılanların arkasından konuşmadan durabilir?

Bu örnekleri sonsuza kadar çoğaltabiliriz.

Yani biz doğru yanlış demeden herkesi eleştiren bir ailede yetişiyoruz, herkesi eleştiren bir toplumda gelişiyoruz...

Siyasi yöneticilerin eleştirisine gelince, her şeyden evvel böyle bir durum, ancak demokratik bir ortamda meydana gelebilir. Bunun kıymetini çok iyi bilmemiz lazım. Her ne kadar bu alanda yeterli serbestliğin olmadığını iddia edeceklerin sayısı hayli fazla olsa da, kabul etmek gerekir ki, resmî işleme tabi olmayan eleştirilerin sınırı bile yoktur.

Kahvehanelerde akşama kadar hükümet düşürüp yeni kabine kuran işsiz güçsüz insanların, emeklilerin sayısını düşünebiliyor musunuz? Elbette insan olarak ve yaptığı meslek olarak herkese saygı duyuyorum. Ama, bir simitçinin, bir işportacının "ben başbakan olsam..." diye başlayıp, "şöyle asarım, böyle keserim" diye devam eden eleştirilerini de elbette yadırgıyorum.

Eleştiri ne demek, önce sözlüğe bir bakalım.

"Bir insanı, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek amacıyla inceleme işi, tenkit."

Evet, doğru ve yanlış yanlarını bulup göstermek için incelediğiniz bir konuyu, öncelikle iyi bilmeniz gerekmez mi? İşte üzerinde durmak istediğim önemli nokta budur.

"Ben bunu beğenmiyorum, ben bunu sevmiyorum" demek eleştiri değildir. Özellikle eleştirinin eş anlamlısı olan tenkit kelimesi, bizde sadece "kötüleme, beğenmeme" ifadesi olarak yaygınlaşmış ve değer kazanmıştır.

Halbuki tenkit, olayın iyi ve kötü yönlerini birlikte değerlendirip, bu özelliklere uymayan tarafların ortaya konmasıdır.

Ben de dahil olmak üzere, siyasetle ilgili yazı yazan arkadaşlarımız, kendi görüşlerine uygun siyasetçileri ve politikalarını övmeyi, karşı çıktığımız siyasetçileri ve siyasî görüşlerini de yermeyi, eleştiri hakkını kullanma olarak algılıyoruz.

Hepimizin, doğumumuzdan şa ana kadar, eğitim, aile, çevre, okul, sosyal muhit, kültürel ortam gibi farklı etkenlerle sahip olduğu bir kanaati var. Bu kanaat bizde bazen bir fikir haline gelir, bazen de düşüncemiz kanaat olup beynimize yerleşir.

Bu durum bizim siyasi görüşüne katılmadığımız bir yöneticiyi tenkit ederken, "böyle şey olmaz, bu yaptığınız yanlış" gibi kişisel kanaatlerimizi ortaya koyan sözler söylememize veya yazmamıza sebep olur.

Benim savunduğum tez şudur. Hepimizin farklı bir siyasi görüşü olabilir. Bu çerçevede biz yöneticilerin yaptıklarını da beğenmeyebiliriz. Ancak eleştiriyi yaparken, şu uygulamanın, şu sebeple yanlış olduğunu ve doğrusunun şöyle olması gerektiğini düşünüyorum, dememiz lazım.

"Kesinlikle katılmıyorum, böyle bir şey mümkün değil" şeklindeki ifadeler, eleştirel özellik taşımıyor demektir.

Söz gelimi hükümetin terör konusundaki uygulamasını, Güneydoğu siyasetini, Irak konusundaki politikasını beğenmeyebilirsiniz. Size göre olması gerekeni de önerebilirsiniz. Ama kendi düşüncenizin doğru, hükümetin görüşünün yanlış olduğunu iddia edemezsiniz.

Çünkü böyle bir politikanın ve uygulamanın "doğrusu" diye bir kavram zaten yoktur ki...

Hepimizin bildiği şu meşhur ve klasik doğru tarifi, "iki nokta arasındaki düz çizgi"dir değil mi?

Önünüzdeki kağıda iki nokta koyup cetvelle bunu birleştirebilirsiniz. Ama gitmek istediğiniz bir yere aslâ dosdoğru gidemezsiniz. Çünkü yollar kıvrılarak yapılmıştır. Gideceğiniz yere caddelere ve sokaklara saparak yani mecburen yolu uzatarak gidersiniz.

Uçak veya helikopterle gidebilirim derseniz, bir mahalleden öteki mahalleye ne uçakla gidebilirsiniz, ne helikopterle... Gitmeye kalksanız da, daha çok zaman, daha çok emek, daha çok para harcamak zorunda kalırsınız.

Demek ki bir mahalleden öteki mahalleye gitmenin kesin ve tek bir doğru yolu yoktur. Yeri gelir, otmobille, yeri gelir yaya, yeri gelir taksiyle, yeri gelir otobüsle gitmek daha iyi ve daha kârlı olabilir.

Böyle basit bir problemi bile birbirinden bağımsız farklı çözümlerle halletmek gerekirken bir dış politika, bir terör meselesi gibi öylesine çok boyutlu bir konuyu, "doğrusu budur" diye kestirip attırmak mümkün mü?

Ayrıca demokratik ortamda yapılan siyaset tartışmasının çok önemli bir kuralını aslâ gözardı edemeyiz. Siyasi partiler vatandaşa sundukları programlarına göre seçmenlerden oy isterler ve milli iradeden aldıkları yetkilerle hükümet olurlar.

Demokrasilerde millî hâkimiyetin üstünde başka güç olamaz. Olursa ona demokrasi denemez.

Ya çoğunluk yanlış karar verirse gibi bir şüpheniz varsa, demokrasiye inanmıyorsunuz demektir. Çünkü demokrasi çoğunluğun yönetimidir. Bu iradenin yanlış olduğuna karar verecek bir azınlık, herhalde demokratik bir işlevi yerine getirdiğini iddia edemez. Böyle sistemler yok mudur, elbette vardır. Arzu edenler bundan yana tavır gösterebilirler ve bunu savunabilirler. Tabii ki bunu açıkça ifade etmelerine imkân verecek demokratik bir ortam varsa...

Eleştiriyi çok seven, ama eleştirilmeye gelemeyen bir toplumuz diyerek söze başladım. Buradaki çoğul ifadenin içinde ben de varım. Bu ifadeyi bilerek ve isteyerek kullandım. Çünkü ben de bu toplumun bir ferdi olarak, söylediklerimle çelişen ifadeler serdetmiş olabilirim. Bu konuda beni uyaranlara sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Kanaatlerimi her zaman birinci tekil şahısla ifade etmeyi seviyorum. Bana ait basit bir görüş olduğu ortaya çıksın diye bunu yapıyorum. Yoksa "ben" şeklinde bir kibir ve böbürlenme aslâ söz konusu değildir.

Ayrıca yeri gelmişken hemen ifade edeyim ki, benim görüşlerimin "tek doğru ve en doğru olma" gibi bir özelliği de yoktur. Benim de elbette çok yanlışlarım vardır. Daha doğrusu hepimizin doğruları ve yanlışları vardır. Konuşarak ve yazışarak yanlışlarımızı eleyip doğrularımızı birleştirebilirsek, toplumumuza faydalı bir insan olabiliriz.

Bütün amacımız herhalde bu noktaya odaklanmalıdır. Gerçi bu bize yeterince şöhret getirmez, istediğimiz ölçüde para kazandırmaz ve bize hava atma imkânı da vermez ama, en azından vicdanımızı rahatlatır, görevimizi yerine getirmenin huzurunu verir ve vatandaş olma bilincimizi olgunlaştırır diye düşünüyorum.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..