Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '09

 
Kategori
Futbol
 

Elma ile armudu karıştırma sanatı

Elma ile armudu karıştırma sanatı
 

Uğruna mumların üflenip, pastaların kesildği, gelmesi için yollarına kırmızı güller dökülen iki sıfır sıfır dokuz artık aramızda nihayet. “Bir yere gidildiğinde eli boş gidilmez” terbiyesini alan iki sıfır sıfır dokuz’da eli boş gelmedi elbette. Ceplerine ve koynuna doldurduğu; mutluluğu, sağlığı, acıyı, başarıyı, aşkı karınca kararınca hepimize pay edecek görevde bulunacağı 12 ay boyunca.

Kimin payına ne düşecek, ya da ne kadar düşecek bilinmez. Bekleyip hep beraber göreceğiz. Ama eminim ki çoğu renktaşlarla iki sıfır sıfır dokuz’dan ortak isteklerimiz var, o da; tabi ki takımımızın sahip olduğu imkânları çerçevesinde başarılı olup geçen yıl ve yıllarda olduğu gibi beklentilerimize yetebilip, bizleri tekrar sokaklara dökmesi. Tabi bu cümlelerim yalnızca futbolu kapsamıyor, kulübümüz çatısı altında hizmet veren diğer 8 branşımızdan da beklentilerimiz aynı. Her dalda ŞAMPİYONLUK…

Ilık Mayıs günlerinde müzemizin o ışıltılı, devasa vitrinlerinde yerlerini teker teker almaya başlayan kupaları, madalyaları ve şiltleri özenerek yeni yerlerine dizen müze görevlilerimize gıptayla bakmışımdır hep. Müze camekânlarına yeni taşınan her başarı meyvesine “Hoş geldin” ziyaretlerini kendime ilke edinmiş biri olarak; yaptıkları işin kutsallığını ne ben anlatabilirim, ne de; o kupa, madalya ve şiltleri dizerlerken aldıkları hazzı, yaşadıkları gururu müze görevlileri anlatabilirler.

Peki ya yaşanan haklı gururun ve tanımlamak için kelimelerin iflas ettiği mutlulukların mimarları olan sporcularımızın duyguları? Anlatabilecek olanınız var mı içinizde sevgili okur, onların yaşadıklarını? Kazanılan zaferden sonra sporcu psikolojisini anlamak hani bir yerde mümkün olsa gerek. Fakat kaybedince ne hisseder sporcu? O an kafasından neleri geçirir? Etkinin doğurduğu tepki sonucunda tribünlerden yükselen negatif reaksiyon ve haddi aşan yakışıksız eleştiriler sonrası küserek, aşığı olduğu formayı bırakıp uzak diyarlarda yabancısı olduğu limanlara sığınma ihtiyacı duyar. Bir sporcuya yaptığı hatadan ötürü, tribünden göstereceğiniz reaksiyonunuzdan önce lütfen durun ve bu cümleleri koklatın zihinlerinize.

“Ümit Özat” dersem, konuyu nereye getireceğimi anlarsınız sanırım. İki sıfır sıfır dokuz’un ilk Pazar gecesinde, ismi lazım olmayan bir spor programına rastladım TV avlusunda volta atarken. Konuk koltuğunda oturuyor ve tüm içtenliğiyle samimi cevaplar veriyordu kurnazca sorulan sorulara Ümit Özat. Program sunucusu ve yorumcularının imece usulü hazırladıkları tuzak sorulara verdiği ustaca cevaplar, düşmesi için kurulan tuzakları teker teker imha ediyordu adeta. Konu, Fenerbahçe’mizden neden ayrıldığına gelince; sarı bir tebessümün dudaklarını kamçıladığını gördüm. Yukarıdaki paragrafı yazmama neden olacak bir cevap verdi büyük kaptan. İçimin bir ayak misali burkulduğunu hissettim. 100’üncü yılımızın kepenklerini açarken bir Dinamo Kiev maçı oynamıştık mabedimizde. Maçın 2-2’lik skoru yetmemişti şampiyonlar ligi kombinesi almamıza. Dakikalar aleyhimize aheste aheste akarken başlamıştı etki doğurmaya tepkisini. 90 dakikanın sonrasındaysa etki tepkinin ikiz, hatta üçüz, dördüz kardeşleri olan, adına “Hakaret” denilen reaksiyonları doğurmuştu. Bu yaylım ateşinden nasibini alanların başını kaptan Ümit Özat çekiyordu şüphesiz.

Evet, kaptanımız, Ümit’imiz Özat’ımız küsmüş meğer 12’nci adamına. Ve kutsal çubuklusunu Roberto’ya bırakıp uzaklara gitmeyi o maçın finalinde koymuş kafasına. Zaten hatırlanacağı gibi; sezonun son durağındaki 3-1 kazanılan Ankaragücü maçı sonunda atılan şampiyonluk turunun farklı bir anlamı vardı Ümit Özat için. O tur veda turu olmuştu aynı zamanda kutsal çubuklusuna.

Aslında Ümit Özat’ın futbolunu beğenmeyip eleştirenler, sadece tribündekiler değildi. Medya başta olmak üzere, neredeyse futbol kamuoyunun yarısı, futbolculuğunu tartışır hale gelmişti. Tribündeki 12’nci adama, bakkal Zeynel’e, berber Servet’e, kasap Hayri’ye ve sokaktaki vatandaşa gazı veren skor yazarları ve her şeyin iyisini bilen medyamızdı anlayacağınız. Çok açık ve gururla söylemeliyim ki; Bir gün olsun eleştirmemişimdir Ümit Özat’ın o kadife futbolunu. Evet, hatalarından dolayı gol yemişizdir, ve bu gollerde puan yitirmelerimize de yol açmıştır. Ama Ümit hiç mi maç kazandırmamıştır takımımıza? Uzun zamandır galibiyet yüzü göremediğimiz Antep deplasmanı geliyor ilk olarak aklıma, 2003-2004 sezonundaki. 5-1 kazanılan maçta attığı 4 birbirinden güzel gol ve sergilemiş olduğu adına yakışır futboluyla geceye imzasını atmıştı.

2005-2006 sezonunda ezeli rakibimiz Galatasaray’ı 4-0 yenerken yine Ümit’in krampon izleri vardı atılan gollerde. Son golün asisti ona aitti. 80 küsur saniyede, meydana gelen pas fırtınamızda 35’inci vuruşu yaparak golü attırmıştı Anelka’ya. 6 Kasım 2002’de yine Galatasaray’a atmış olduğu 6’ncı golü saymıyorum bile.

Programın ilerleyen dakikalarında bir grafik verildi ekrana. Bir yanda 2001-2007 yılları arası formamızı giyen Ümit Özat’ın istatistikleri, diğer tarafta da geçen sezonun başında aramıza katılan Roberto Carlos’un şimdiye kadar takımımız adına yaptıklarının rakamları vardı. İkisi kıyaslanıyordu maalesef. Öyle ki; forvet olmadıkları halde gol sayılarına bakılıp ona göre değerlendirme yapılıyordu. Ümit Özat grafikteki verilerine göre, Dünya’nın gelmiş geçmiş en iyi sol beki olarak kabul edilen Roberto Carlos’u adeta siliyordu. Yaptığı asist ve attığı gol daha fazlaydı Roberto’dan. Ama işgüzar grafikerin unuttuğu, ya da işine gelmediği bir ayrıntı var. Ümit Özat’ı çok seven ve haksızlığa tahammülü olmayan biri olarak itirazım var bu grafiğe. Ümit 6 sezon formamızı giyerken, Roberto ise henüz 1 buçuk sezondur kadromuzda. Elma ile armudu karıştırma sanatını eşsiz bir başarıyla icra eden medyamıza naçizane uyarım olsun. Eminim ki yukarıda bahsi geçen esnaf insanı, gelişi güzel hazırlanan bu grafiği gördükten sonra Ümit’i alkışlarken, Roberto’yu yerin dibine sokmuşlardır. Ey yurdumun çok bilmiş medyası, Ümit Özat formamızı giyerken aklınız neredeydi? Takımıma istinaden “Bu Ümit Özat’tan bırakın sol bek, futbolcu bile olmaz. Acilen sol bek lazım” içerikli yazılar yazan ben değildim herhalde.

 
Toplam blog
: 130
: 740
Kayıt tarihi
: 05.12.07
 
 

İlk önce şunu belirteyim; yürüme engelliyim fakat hayata pamuk ipliği ile değil, LACİVERT YÜREĞİM..