Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mayıs '07

 
Kategori
Sinema
 

En etkileyici aşk: "Gün Doğmadan"

En etkileyici aşk: "Gün Doğmadan"
 

Her tanışma yeni bir başlangıçtır...

Kimbilir, belki tanıştığınız kişi, sizi yıllardır tanıyanlardan çok daha iyi anlayacak, aranızda kendiliğinden bir bağ oluşacaktır. Siz de onu yıllardır tanır gibisinizdir. Ses, gülüşü, düşünceleri, yüzündeki ifadeler sizi hemen kendine çekmiştir...

İlk görüşte aşk mı? Kimyasal bir patlayış mı? Ruh eşliği mi? "Gün Doğmadan" (Before Sunrise) aşkın, hem tanışmadan önce gerçekleştiğini, hem de tanıştıktan sonra varolduğunu anlatan çok iyi bir yapım.

Fransız yüksek lisans öğrencisi Celine (Julie Delpy) ile Amerikalı Jesse (Ethan Hawke), Budapeşte - Viyana treninde bir çiftin kavgası ile tesadüfen tanışırlar.
Yemekte Celine, Jesse'ye bir bakıma hiç bir dil bilmediğini, çünkü Amerikalı olduğunu hatırlatır. Jesse, farklı düşünceleri olduğunu söyledikten sonra dünyadaki çeşitli yerlerden 365 kişi alıp, her birinin bir gün boyunca ne yaptıklarını çeken bir belgesel fikri ortaya atar.

Jesse, Celine'e, ertesi gün uçağa bineceğini ancak parası olmadığından sabaha kadar Viyana caddelerinde dolaşacağını söyler ve Celine'in kendisine eşlik etmesini ister.

Viyana'da trenden inerler ve on dört saat boyunca hayatlarını derinden etkileyecek bir beraberliğe adım atarlar. Sabaha kadar süren eğlenceli ve romantik dakikaların yanı sıra yaşlarının getirdiği zorluklardan, yaşadıkları sorunlara kadar birçok konuda duygu ve düşüncelerini paylaşırlar.

Yönetmen Richard Linklater, filmi çekme fikrinin, bir gece Philadelphia'da tanıştığı ve uzun süre yollarda yürüyüp sohbet ettiği Amy sayesinde geliştiğini söylemiştir.
Filmin afişinde ise şöyle yazmaktadır: "Hayatınızın en romantik anları sadece bir gece sürebilir mi?"...

Aşk, tamamen bir sürpriz olarak çıkıp gelebildiğinde, içinizi içinizden duyan biri olduğunu anlarsınız.

Gel gibi, kal gibi, gün gibi, dün gibi anlarsınız...

Ethan Hawke, hafif top sakalı, yağlı saçları ve Converseleri ile 90'lar Amerikan gencliğinin en başarılı temsilcilerinden biri olmuş, iç geçirtmiş, Julie Delpy Avrupalı, konuşkan, kültürlü kızı başarıyla oynamıştır.

Trende bir Alman çiftin sert tartışması nedeniyle Celine arka koltuğa, kitap okuyan Jesse'nin yanına gider. Biraz sonra sohbete başlamışlardır bile. Diyaloglar mükemmeldir:

Jesse Celine döner, "Neden tartışıp duruyorlardı, hiç fikrin var mı?.. İnglizce konşuyorsun değil mi?"

Celine, "Evet. Aa, hayır, özür dilerim Almancam iyi değil... Çiftlerin birbirini duymadan yaşlandıklarını biliyor muydun?"

"Hayır."

"Sanırım erkekler yüksek tonlu sesleri duyma yeteneklerini kaybediyorlar. Ve kadınlar da pes sesleri duyamıyorlar. Birbirlerini etkisiz bırakıyorlar herhalde."

"Evet, sanırım doğanın çiftlerin birbirini öldürmeden yaşlanmaları için bulduğu bir yol..."

Film boyunca senaryadoki diyaloglar öylesine dolu ve içtendir ki, filmin sonunda sevdiğiniz insanla üsüne saatlerce konuşabilir, düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz.
Bunun yanısıra su gibi akar ve iki kültür arasındaki farklılıkların oluşan bir bağda nasıl ortadan kalktığını görürsünüz. Amaçsız, bir Amerikan gencinin gerçeklerinin altını çizen, hafif serseri Jesse ve dengeli, korunaklı Celine.

Derken yol ayrımı gelir. Jesse, Celine'e veda edip çıktıktan on beş saniye sonra geri döner ve kendisiyle gelmesini teklif eder, "Bunu söylemediğime pişman olabilirim. Düşün şimdi, bundan yıllar sonra evlenmişsin ve çocukların olmuş. Hayatın monotonlaşmaya başlıyor, kocandan sıkılıyorsun. İşte o gün geriye bakıp hayatına giren adamları düşünüyorsun. Ben de onlardan biriyim. Farzet ki yıllar sonra bana evet demediğine pişman oluyorsun ve yaşayabileceğin şeyleri merak ediyorsun. Şimdi benimle burda trenden in ve hayır dersen neler kaçırabileceğimizi görelim."

Ancak iş olacağına varır ve aşk yolunu bulmaya başlar. Trenden birlikte inerler ve Viyana'da bir gün yaşarlar. Ve birbirlerinin ismini ancak trenden indikten sonra öğrenirler. Film boyunca da kullanmazlar...

Jesse ve Celine'in oynadıkları karakterlerin, tamamen bambaşka kültür ve geçmişten oluşmuş olan yaşam tecrübelerini birbirlerine aktarmaları üzerine kurulu bu diyaloglar insanı dahada bir içine çeker, filme bağlar.
Merkeze gitmek için bindikleri otobüste birbirlerine sordukları sorula ve yanıtlar da sizi karakterlerin geçmişini hemen tanıtır. Jesse der ki, "Mutlu çiftler tanıyorum ama eminim ki birbirlerine yalan söylüyorlar."

Viyana'daki bir müzik markette bir kabinde kahramanlarımızın Kath Bloom'un "Come Here" (Burada) şarkısını dinleyerek bir türlü öpüşemedikleri sahne sizi "haydi öp" diye isyana getirir. O sesin içindeki sessizliğe dayanamazsınız.
Ancak öpüşme daha sonra ateşlenecektir.

Celine, "Ne istiyorum biliyor musun?"
Jesse, "Ne?"

Celine, "Öpülmek."

Jesse, "Pekâlâ, bunu yapabilirim."

Film, size doğru zamanı ve doğru yeri sorgulatmadan önce söylüyor: Tanışma bir anlık, uyumlu kimlikler her zaman! Her başlangıca "acaba?" ile başlamadan, yürüyebildiğini gösteriyor.

Bir cafede otururken gelen çingene ve Celine'in avucunu okuduktan sonra okudukları: "Sen bir serüvendesin. Arıyorsun. Aklındaki macerayı arıyorsun... (...) Hayatın muhteşemliği için kendini aşmalısın. Ancak kendi içinde huzur bulduğunda başkalarıyla mutlu olacaksın." Ve giderken ekler: "İkinizde yıldızsınız. Bildiğimiz her şey bir yıldız tozudur. Bir yıldız tozu olduğunuzu unutmayın!" İşin ilginç yanı, Jesse'nin bundan sonra çok komik diyaloglara girmesi ve taklididir.

"Sıkıldım hep aynı repliklerden, şu aşk dedikleri nerde?" diye soranlara güzel bir yanır Gün Doğmadan. İki kişi ve Viyana'nın güzelliği eşliğinde, aşka dair sorularıyla düşündürür. Klişelerden uzak diyaloglar, her şeyin doğal olması, iki insanın birbirinden hoşlanmasını bir otelin çıplak odasında geçirmektense, gün boyu konuşarak ve eğlenerek geçirmeler, yaşanan gel-gitle, sizi de içine alır.
Saatlere karşı yarışmazlar da, yalnızca yaşarlar. Hissettikleri bağ onları bir yandan geleceksiz bir güne bağlarken, diğer yandan hep birlikte olma sorumluluğundan uzak tutar. Anack ikisi de içten içe bu yarını yaşamak ister..
Senaryo bu diyalogları gerçekten ya yaşamış ya da yaşayan birilerinden aktarmış gibi durur. Sevgilinizle yaptığınız konuşmaları hatırlarsınız bazen, bazen de "bak şunu da yapalım, şunu da sorayım" cümleslerini kurarken bulursunuz kendinizi.

Celine, "Ben şuna inanıyorum: Eğer bir çeşit tanrı varsa, bu bizim içimizde olamazdı, ne senin ne de benim, ama sadece şu aramızdaki küçük mesafede olurdu. Eğer bu dünyada büyü diye bir şey varsa, bu başka birinin seninle paylaştıklarını anlama çabası olmalıdır. Biliyorum, bunu başarmak neredeyse imkânsız, kim umursar ki? Ama cevap çaba göstermek olmalıdır."

Jesse, "Bazen iyi bir baba ve iyi bir eş olmak üzerine hayal kurarım. Ve bazen gerçekten bunları yakından hissediyorum. Ancak diğer zamanlar bu çok aptalca geliyor, öyle ki tüm hayatımı tüketecek gibi. Ve bu sadece yükümlülükten kaynaklanan bir korkuyla ya da benim sevgiyi taşıyamayacak olmamla ilgili değil, çünkü yapabilirim. Düşünüyorum da bu sadece, eğer kendime karşı gerçekten dürüstsem, bir şeylerde iyi olduğumu bilip ölmeyi tercih edebilmemle ilgili. Bu yüzden güzel bir ilişki yaşamaktansa, bazı şeylerde üstün olayım."

Celine ve Jesse, vakit geceye yaklaşırken, nehir kıyısında bulunan ve kendilerine tek bir kelime söylemelerini, karşılığında bu kelimeyle ilgili bir şiir yazacağını söyleyen bir şair-bohemle karşılaşırlar. Erkek bu olaya oldukça alaycı yaklaşır ve inanmaz bunun yapılabileceğine. Ancak Celine şu kelimeyi verir:Milkshake...
Ve şair bu kelimeden, her ikisinin de hayatının özetini çıkaran, çok ilginç bir şiir çıkarır:

Gündüz sabuklamaları
Limuzin kirpikler
Ah bebeğim o güzel yüzünle
Şarap bardağıma bir gözyaşı damlat
Şu büyük gözlerine bir bakayım
Benim için anlamına bakayım.
Tatlı pastalar ve milkshake'ler
Ben bir sabuklama meleğiyim.
Ben bir fantezi geçidiyim.
Düşündüğümü bilmeni istiyorum
Artık tahmin etmeni istemiyorum.
Nerden geldiğimi asla bilemezsin
Nereye gittiğimiz asla bilemeyiz
Hayatta kiracıyız
Nehirdeki dallar gibi
Akıntıya giden, akıntıya yakalanan
Seni taşıyorum, beni taşıyorsun
İşte böyle olmalı
Beni tanımıyor musun
Beni şimdiye dek tanımadın mı?!

Bir diger sahnede de Jesse ve Celine bir mezarlıktadır. Celine bu mezarlıkta yatanların en fazla ön adlarının bilindiğini söyler. Tıpkı Celine ve Jesse gibi...
Aşk, bitecekse de yaşanmalıdır. Eğer bir çılgınlık yapıyorsan, sonuda mantıklı olmaya gerek yok!

Senrayosundan rahat rahat iki-üç film çıkabilecek olan "Gün Doğmadan", geri kalan hayatlarını tek bir günü merak ederek geçirmek yerine, o günü yaşamayı tercih eden cesur iki insanın hikâyesi...

Aşk ancak diğer insanlar olmadığı zaman ve aslında pek uzatmadan, aniden derine inerse orda saplı kalır ancak. Ayrıldığın insanı ne kadar az düşündüğünün farkına varırsın...

Biribirinizden bir koltuk uzakta, altı milyarlık dünya içinde, size en yakın olabilecek insan oturmaktadır... Gerçek diyaloglar, masalsı bir düş...

Benim filmde en sevdiğim sahnelerden biri, çiftin oturdukları bir cafede, Celine'in arkadaşını ararmış gibi elini telefon şeklinde yanağına dayaması ve Jesse ile konuşmasıdır. Öylesine rahat ve içten duygularını aktarır ki, birbirleri hakkında ne düşünebildikleri ve aşk her şeyin önüne geçer.

Aşk gerçektir, eğer trenden inerseniz! Trenden inmek aşk ve yine trene binmek ayrılıktır. Biraz daha sevilmek, hayatta yaptığımız tek esas şeyken, aşk yüzünden, aynı anda hem mutlu hem de mutsuz olubilirsiniz.

- Aşkın yalnız kalmayı bilmeyen iki kişi için bir kaçamak olduğunu düşünmüşümdür hep. İnsanlar hep aşkın ne kadar çıkarsız, özverili bişey olduğundan bahseder. Ama düşünürsen bundan daha bencilce bir şey yok...
- Biliyorum. Seni kim terk etti bakalım?
- Efendim?
- Kalbi kırık biri gibi konuştun...

Filmin son sahnesi en alıcı bölümüdür. Gece boyunca gezilen eğlenilen anılar edinilen mekanların sabah gün ışığıyla birlikte yerini ıssız neşesiz ve durgun haline döner... Hafıza markalı fotoğraf makinesi, tek günün tadını çıkarmak için otobüs koltuklarında sorulan sorular, vedalar... Her şey uçucu, hafif, sakin, durgun ve çok gerçek.

"Keşke ayrılmasak" diyerek, bile bile ayrilmak zorunda olmak, farklı hayatlara doğru istemeyerek gitmek. Son bir öpücük... Birdenbire sabah olup bal kabağına dönemden, camdan bir ayakkabı yapmadan...
Son sahnesine dek klişelerden uzak, kesinlikle izlenmesi gerekn, en güzel aşk filmlerinden biridir "Gün Doğmadan"...

Derler ki güneş doğmadan hemen önce, karanlığın en yoğun olduğu andır. O karanlığı ancak aşkın ışığı aralar. Ve sen onu, o seni taşırken, aşk hayatınızda güneşiyle alabildiğine parlar!

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..