- Kategori
- Gündelik Yaşam
EN MAVİ SIRDAŞIM DENİZ
Çürümeye yüz tutmuş, merdivenleri eksik tahta iskele, ağlar, kayıklar…
Yüzü denize dönük üç baraka var. Kapıları, pencereleri, biriktirdikleri insan hikayeleri, ahları, gülerek hatırladıkları neşeli zamanları ve sırları elbette.
İncir ağaçları bir tarafta, bir tarafta hüzün.
Sessizlik. Huzura yakın bir şey.
Ne ateşler yaktım tam şuraya.
Ne balıklar temizledim. Şarkı da söylediğim oldu, yüksek sesle sövdüğüm de.
En mavi sırdaşım deniz!
Biliriz birbirimizi.
Gecenin bir yarısı portatif iskemlede otururken otururken soyunmaya başlayıp suya girdiğim de oldu. Sözde deniz kızlarının ağlaştığı bir kaya varmış ileride oraya kadar yüzüp geri gelecekmişim.
Hayal halbuki.
Yok öyle bir kaya, hiç olmadı.
Var gibi anlatırım yeri geldiğinde, adı da Kız Kaya’sı.
Bilmiyorum diyenlere de dudak bükerim.
O kaya bilinmez mi canım? Dümdüz üzeri…Altında karagözler, ispariler, işkineler.
Tekneden denize düşmüştüm, aylardan Şubat’tı. Bir titremek arkadaaaş. Ateş oldu üzerimde kıyafetler.
Bir sonbahar da elimi kesmiştim, derin hem! İzini saklarım hala.
Bir yaz deniz kestanesi batmıştı ayağıma, acısını çeken bilir.
Bir bahar uyuya kalmıştım çakılların üzerinde, yanmıştım.
Kendi kendime gülmüştüm sonra, teşekkür etmiştim Yaradan’a farkında olduğum için ve pek çok insanın keyif almadıklarından keyif aldığım için.
Sevmek, kıymet bilmek de var tabi.
Küçücük koyun, altında yüzen türlü renkli balıkların, martıların, yosuna kesmiş kayaların.
O kaybolmuşluk hissinin, ağaçların fısıldadığı şarkıların, ağlaşan martıların, gülümseyen yunusların, midyelerin, kefallerin, ayaklarımın dibine kıvrılan sahipsiz köpeklerin.
Keyif almaktır zenginlik!
Pastırma yazının sonlarına doğru ateşe bacaklarımı uzatmış, boş vermişken hayaletleri ağırladığım da oldu
Denizden babam çıksa yerim denir de yıldızlı gecelerde yakamozlara dalıp gitmişken denizden kimin çıkacağı bilinmez!
Günah çıkarmaya gelenleri, yalancıları, küçücük gel geç mertebeler uğruna ruhunu şeytana satanları kovuyordum hemen.
Keşke azıcık daha kalsaydınız dediklerim de oluyordu.
Kimini gözü yaşlı uğurluyordum.
Kimiyle ben de gitmeyi, denizin üzerinde yürüyüp kaybolmayı umuyordum.
O duygu da o ana ait.
Bir nefes kadar kısa, bir ömür kadar uzun.
Toprağı avuçlamak, gülerken ağlamak gibi.
Çardağın altında gelip geçenleri izliyor, hayatlar biçiyordum yüzlerinin ifadelerine, attıkları adımlara, sürüklenişlerine göre.
Sakızlı.
Zilli
Ayağı terlikli.
Bıçkın
Keyif çerçisi.
En çok filozofları seviyordum.
Avucuna aldığı çakıl taşına yarım saat bakan filozof gördüm.
Sokak köpekleri ve kuşlarla konuşanları.
Derdini şişelere anlatanlarla da oturdum, kehribar tespihini unuttuğu için geri dönenlerle de.
Saroz’daydık, evi İzmir’deydi.
Aldı, geldi!
Aldatan sevgilisine ağlıyordu biri, biri ölen Siyam kedisine…
İnsan ağlamak istedikten sonra?
Çetin Altan bir akşam işten çıkmış evine geliyor. Merdivenlerde ağlayan komşu kadını görmüş.
“Hayırdır” demiş.
“İran Şahı, Prenses Süreyya’yı boşamış!”
“Neden?”
“Erkek çocuğu olmuyor diye.”
Yüzü denize dönük üç baraka.
Asma kilitli üç kapı.
En mavi sırdaşım deniz!
Biliriz birbirimizi.