Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Eniştem Beni Niye Öptü?

Eniştem Beni Niye Öptü?
 

Uzun süredir suskun olan bu satırlar yazarı suskunluğunu bozmuş ve kötü gidişe dur demiş bir kahraman edasıyla klavyesine Çin işkencesi uygulamaya karar vermiştir.

Zavallı klavyenin bütün bu olanlardan haberi yoktur ve zaten haberi olduğunda iş işten geçmiş, atı alan Üsküdar’ı geçmiş ve yolcu yoluna köylü köyüne varmış olacaktır.

İnsanoğlunun garip bir doğası var. Aslında garip olan onun doğası değil ama olayların akışına ve tepkilere bakıldığında bir gariplik seziliyor. Belki de öyle olması kurgulanmış ve kurgu içerisinde gariplikleri sezenlere ayrı bir paye verilecektir, bilemeyiz.

Şifreli konuşmayı bırakalım da konumuza dönelim artık diye sabırsızlandığınızı biliyorum. Ancak şunu bilmelisiniz ki en az sizler kadar ben de heyecan ve merak içerisindeyim. Tam da şu noktada sizden öte bir bilgim olmadığını itiraf ediyorum. Yani satırlar nereye varacak, klavyeden ne çıkacak en az sizin kadar merakla bekliyorum.

Aslında için için korkmuyor da değilim. Konunun birden yön değiştirip zevce hazretlerine odaklanması ve onun da yazdıklarımı okuduktan sonra “bunları sakın yayınlayayım deme” demesinden korkuyorum.

Çünkü yazmayan bilmez, yazanlar da gayet iyi anlayacaktır ki, eser sahibi bir eserinin gerekli ve yeterli değere ulaşmadığını görünce şevki kırılır. Şimdi zevce hazretleri bu yazıyı sansürleyecek olursa bundan sonraki tekrar bir şeyler yazmaya başlamam biraz zaman alabilir. Bir ya da birkaç gün. Fakat sonrasında da hemen normale dönmez.

Söyleyemediklerim içimde bir kurt gibi gezinir. Kafamdan hin planlar da geçer. Şifreli kelimeler ve ifadelerle olayı anlatmaya kalkarım. Sonra anlatamayınca yazdıklarımı silmek ve emeklerimi zayi etmek zorunda kalırım ki bunu bedenimde yarattığı hasarı onarmak bir dondurmaya patlar. Ruhumdaki hasarı onarmaya yetecek bir şey bulmak ise hemen mümkün olmayabilir.

İşin bir başka önemli yanı ise ifade edilemeyen duyguların başka şekillerde tezahür etmesi ve bu tezahürlerin her zaman makul ve mantıklı olmaması. Bunu açmak gerekirse, yazamadığım, yazdığım fakat kimseye okutamadığım yazıların içimde silinmeye ve unutulmaya terk edilmesi ile başlayan süreç kendi dinamiklerini oluşturup yansıtmalarla benden öç alıyor.

O içime attıklarım ve hatta zaman zaman üzerine beton döktüğüm şeyler nasıl oluyorsa bir karınca azmiyle betonları delip yüzeye çıkıyor. Hem de kılık değiştirmiş olarak. Eski haliyle çıksa hemen tanıyacağım ve kafasına bir balyoz indirip düşüreceğim. Ama kılık değiştirdiğinde tanıyamıyorum ki.

İşte bütün bu olanlar her ne kadar dışarıdan gaddar gibi görünse de ipek gibi yumuşak kalbimde titreşim hâsıl ediyor. Titreyen ve kendine bir türlü gelemeyen kalbim ise asli görevini unutuveriyor. Kah bir atıyor, kah iki, kah üç. Bir attığı ötekini tutmuyor. Tıpta buna aritmi diyorlar. Ritmi bozuk yani!

Bütün bu olumsuz etkileri bertaraf etmek için (hazır popülerken kullanayım şu lafı da, feyzinden nasipleneyim) yazılarımı gizlice yazmaya ve yayınlamaya karar verdim. Ne kadar becerebilirim bilmem.

Buradan zevce hazretlerinin despot, astığı astık, kestiği kestik gibi olduğu anlaşılmasın. Aslında o hiçbir şey söylemez. Ama ben tahmin yürütürüm. Mesela yazıyı okur, şöyle bir bakar. O anda ben ne demek istediğini anlarım. Yoksa üzerime tahakkümü yoktur. Allah ondan razı olsun, nazımı çok çeker :)

İşte bakın konu kendiliğinden başka mecralara kaydı gitti. Hâlbuki bugün eniştemden bahsedecektim. Onu da sonra anlatırım artık.

Sevgi, hürmet ve muhabbetle..

Murat HACIOĞLU

www.murathacioglu.com

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..