Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ağustos '08

 
Kategori
İlişkiler
 

Eski bir maceranın alevi

Eski bir maceranın alevi
 

Yaşı sekseni geçmişti ama henüz içi geçmemişti. Sanki 15-20 yaşlarında bir delikanlı gibi heyecanlıydı. Çünkü bir gün önce, uzun zamandan beri görmediği bir arkadaşı telefon etmiş ve gelip birkaç gün misafirin olabilir miyim demişti.

O arkadaşı ki: Bir zamanların ünlü isimlerinden biriydi.. Birkaç filmde rol almış ve gerek gazetelerde ve gerekse mecmualarda boy boy fotoğrafları çıkmıştı. Kendisi de zaman zaman bazı gazetelerde köse yazıları yazıyordu.

En son buluşmalarında, aralarına kara kedi girmiş ve köşe yazılarından birinde bu ihtiyar delikanlıyı isim vermeden rezil! etmişti. Bu nedenle üç senedir konuşmuyorlardı.

İhtiyar delikanlı zaman zaman onu düşünmüyor değildi. Çünkü Huri olarak vasıflandırdığı arkadaşının çok güzel bir sofra kültürü vardı. Akşamları ve özellikle yemek esnasında odada mum ışığından başka bir ışık olmazdı. Odanın romantik havasından ayrı olarak, sofranın da estetik bir manzarası olurdu.

Sofrada sandalye bulunmaz, yemek bölümündeki alçak masanın etrafına serilmiş minderlere oturularak yemek yenirdi.

O masanın üzerinde neler olmazdı ki. Her biri zevkle ve özenle hazırlanmış ve adeta dekore edilmiş salatalar. Yoğurtlusu, tahinlisi ve ezmelisinin üzeri nane tozuyla çeşitli şekillerde süslenmiş mezeler. Kalamarı, karidesi midyesi ve defneyapraklarıyla pişirilmiş balığıyla çeşitli deniz ürünleri vs.

İçki olarak da şaraptan başka bir şey olmazdı. Şarabın da kendisine has bir içim tarzı ve tadı olurdu. Hurisi tarafından şişenin mantarı çıkarılır ve ihtiyar delikanlıya tattırıldıktan sonra şarap bardaklarına konurdu.

Aslında bu işler ihtiyar delikanlı tarafından yapılması gereken işlerdendi ama onun bu konularda fazla bir becerisi yoktu ve ayni zamanda da Hurisi ona bu şekilde hizmetten zevk alıyordu.

Yemekten sonra ihtiyar delikanlı alçak bir kanepeye oturur, Hurisi de sofrayı toplayıp, bulaşıklarını yıkadıktan sonra, kahveleri pişirir ve yanı başındaki sehpaya bıraktıktan sonra, dizlerinin dibinde, yer minderine çökerdi.

Artik çakırkeyfe olmuş kafalarla ne fıkralar anlatılır, ne hikâyeler söylenir ve ne şiirler okunur bilinmezdi.

Yatma zamanı gelince de hurisi ihtiyar delikanlısını yatağına götürür, üzerini örter ve iyi geceler deyip, arka arka yürüyerek kendi odasına giderdi.

Hikâye böylesine güzel ve böylesine özeldi. Arada bir bazı yaramazlıklar olmaz değil, olurdu ama onlar daha da özel olduğu için kimsece bilinmezdi.

Nasıl olduysa oldu. Neden olduysa oldu. İhtiyar delikanlı, Hurisine küstü ve bir daha uğramadı. Kendisine verilen boy boy fotoğrafları, hakkında yazılan yazıları içeren dosyayı ve ona ait ne varsa hepsini; alttaki bakkala bırakıp bir daha görünmedi.

Hurisi de bir sure sustuktan sonra, gazetelerdeki köşesinde, isim vermeden İhtiyar Delikanlının ipliğini pazara çıkarıp rezil etti onu…

Seneler bir su gibi akıp geçtikten sonra; Didim’de olduğunu ve müsait ise birkaç gün misafir olmak istediğini söylüyordu.

İhtiyar delikanlının içi kalktı. Ne de olsa onun güzelliğini ve zarafetini unutamamıştı. Sanki içine bir ateş düşmüş gibi yanıyordu.

Geceyi uykusuz geçirdi. Sabaha kadar bir sağa, bir sola döndü durdu. Sabah olunca da erkenden kalktı. Tıraşını oldu. Vücudunun görünmeyen bölgelerindeki tüyleri aldı. Âdeti üzere, her sabah aldığı soğuk duştan farklı olarak; sıcak suyu açtı. Tüm bedenini sabun ve şampuanlarla güzelce yıkadı. Bornozuna sarılıp, yatağının üzerine uzandı ve derin düşüncelere daldı.

Aslında hiçbir şeyi düşünmesine gerek yoktu. İki gün öncesinden eşiyle konuşmuş ve birlikte birkaç günlüğüne ablalarının yazlığına gitme kararına varmışlardı. Her şey planlanmış, programlanmış ve karar verilmişti. Sadece bu kararlarını ablalarına bildirmeye kalmıştı bütün mesele.

Şimdi bu telefon da nereden çıkmıştı. Aradan üç yıl geçmiş ve her şey unutulmaya yüz tutmuşken bu beklenmedik telefon ihtiyar delikanlının bütün zihnini alt üst etmeye yetmişti.

Bir süre uzandıktan sonra ayağa kalktı. Bornozunu çıkardı. Vücudunu deodorantladı. Tıraş parfümünü sürdü. Üstünü giyindi ve bahçe sulamaya indi.

Ama aklı o telefondaydı. Bilinmeyen bir güç onu yeni bir maceranın akıntısına doğru sürüklemekteydi.

Bütün o tıraş olmalar, normal süresi dışında vücuduna gösterilen itinalar, mutadı dışında bornozuna sarınıp yatağının üzerine uzanmalar; bu maceranın hazırlıklarıydı. Çünkü zaman; bütün kırgınlıkları yok etmiş ve geçmişte yaşanan güzel günlerin hatıraları yeniden canlanmıştı.

Hurisine kesin bir söz vermemişti. Eşiyle yaptığı programdan bahsetmiş ve bir aksilik çıkmazsa geziye çıkacaklarını söylemişti sadece. Böyle bir nedeni olunca; güzel bir bayanı kırmış olmayacağının rahatlığı da vardı içinde. Ama geçmişteki güzel günlerin hatıraları kendisini bırakmıyordu ki…

Dünkü konuşmada Hurisi; telefon numarasını değiştirdiğinden söz etmiş ve bu numarayı kaydederek durumda bir değişiklik olursa aramasını rica etmişti.

Başlangıçta İhtiyar delikanlı bu hususu da pek önemsememişti ama gene o bilinmeyen gücün etkisiyle, bahçe sulamasını bırakıp plastik koltuklardan birine oturdu. Cep telefonunu çıkardı. Arayan numaraları gözden geçirmeye başladı.

Arayanlar arasında isimsiz 2 numara vardı. Arama saatlerine baktı. Evet bunlardan biri Hurisinin aradığı saati gösteriyordu. Numarayı tuşladı. Düdük sesini dinledi ve biraz sonra o tanıdık ses karşısındaydı.

- Ne zaman geliyorsun?

- Müsait misin?

- Programımı iptal ettim.

- Bileti ayarlayayım seni ararım…

14 Ağustos 2008

 
Toplam blog
: 104
: 722
Kayıt tarihi
: 11.04.07
 
 

6 Mayıs 1927 Simav doğumlu, İstanbul Yıldız Teknik Okulu’nun ( Bu günkü Yıldız Üniversitesi) son sın..