Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ağustos '16

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Eskiden bir köy vardı uzakta !

Eskiden bir köy vardı uzakta !
 

Artık köylerimiz bomboş!


Köy, doğa ile iç içe, insan ilişkilerinin yüz yüze olduğu, doğallığın ve geleneğe bağlılığın hakim olduğu küçük yerleşim yerleridir. Şehir ise; doğadan uzak, her tarafın betonlarla kaplı olduğu, insan ilişkilerinin çıkara dayalı olduğu, sınırlı sayıdaki tanıdıklar dışında, kimsenin kimseye selam vermediği, büyük yerleşim yerleridir.

Peki insanlığın hayatı boyunca sıkça ihtiyaç duyduğu doğallığın, kentlere göre, köylerde gözle görülür bir farkla daha fazla olmasına rağmen, neden sürekli olarak köylerden kentlere doğru bir göç, bir akın olur? Bu durumun yaşanmasında, hem köyden hem de kentten kaynaklanan bazı nedenler var.
Geçmişten günümüze Türkiye’nin bütün köylerinde geçerli olan en büyük sebep,köylerde iş olanaklarının sınırlı olması. Tarıma bağlı olan köylüler; babalarından devraldıkları topraklarını çocukları arasında bölüştürüyorlar. Gittikçe küçülen toprak, geçim kaynağı olmaya yetmiyor.Bu durumda köylü yüzünü,iş olanakları bakımından biraz daha cazip olan şehirlere doğru çeviriyor.
Bir diğer sebep ise, köylerdeki kuşak çatışması. Günümüz gençleri,işetişim olanaklarından yararlanarak,dünyadaki değişim ve dönüşümü kolayca takip edebiliyorlar. Hal böyle olunca da, babası ve dedesi gibi toprağa veya geleneğe bağlı kalmak istemeyen gençler, kendilerini şehirlerin hareketli yaşamına bırakıyorlar. Bu durumda büyükler, ’’zamane gençleri anlamak zor’’ diye sitem ederken; gençler de, ’’cahil yaşlılar’’ diye değerlendiriyorlar.
Bir diğer önemli sebep de; ülkemizde son 25-30 yılda devletin uyguladığı yanlış politikalar, Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu Bölgesindeki insanların zorunlu olarak toplumsal göçe maruz bırakılmaları. Nüfus olarak oldukça kalabalık olan bu bölgelerdeki insanlar, neredeyse Türkiye’deki bütün şehirlerine göç etmek zorunda bırakılmışlar.
Köy insanını şehirlere sürükleyen irili ufaklı birçok sebep daha olabilir. Toprağın verimsizleşmesi,hayvancılığın azalması,köy veya aile kavgaları, şehirlerin insanlara cazip gelen sınırsız imkanları vb.
Peki insanların toplumdaki yeri ve rolü değişince sorun çözülüyor mu? Ebetteki hayır. Toplumsal hareketlilik oldu mu, hareketlenmenin yönü fark etmeksizin, her iki uçta da değişim olur. Bir tarafta toplumsal veya grupsal bir rahatlama olabilir. Ancak diğer uçta da rahatlama olacak diye bir şey yok. Hareketlenmeden kaynaklı birtakım sorunlar meydana gelebilir. Bu sorunlar çoğu zaman şehirlerde baş gösterir.
En baştaki sorun; Türkiye’deki bütün şehirlerinde göze çarpan, çarpık kentleşmedir. Kırdan göç eden insanlar genellikle ekonomik olarak zayıf olur. Zaten bir sıkıntısı olmasa, yerinden-yurdundan kalkıp gelmez. Ekonomik imkanı kısıtlı olan bu insanlar, kurulu binalara yerleşemiyorlar. Bunun bir sonucu olarak gecekondulaşmalar ortaya çıkıyor. Gecekonduları tercih etmelerinin güçlü bir nedeni de, kır yaşamına biraz daha benzerlik arz etmesidir.
Gecekondulaşma şehirlerde en çok belediyelerin işini zorlaştırsa da,dolaylı olarak herkesin yaşamını olumsuz yönde etkileyebiliyor. Yani beraberinde ortaya çıkarabiliyor.Bu sorunlar, ulaşım sıkıntısı, sağlık ve eğitim sıkıntısı,görüntü ve gürültü kirliliği olabilir.
Bir diğer sorun da kültür farkıdır.Kır insanı şehirliye göre daha doğal olur. Geleneğe bağlı olduğu için,yaşantısında gördüğünü sürdürür.Kentin kurallarının dört dörtlük bilmeyebilir. İşte bu durum çoğu zaman şehirlinin canını sıkabiliyor.
Aslında şehirlinin empati kurması, onları anlayışla karşılaması gerekir. Çalışmaktan ve para kazanmaktan başka çaresi olmayan bu vatandaşlarımızı hor görmemek lazım. Şehirliye göre imkanları kıt olduğu için,eğitime veya kendini geliştirmeye fazla zaman ayıramıyorlar. Bir de doğallıklarının verdiği rahatlıkla olduğu gibi davranıyorlar.
Köy ve köylü,şehrin ve şehirlinin can damarıdır. Aslında şehir insanı,k öyden kente gelen insanları hor görmekle, kendisiyle çelişiyor. Son yıllarda lügatımıza sıkça giren ‘’organik’’ kelimesini telafuz etmeyenimiz yoktur. Hatta sadece doğal ürünleri değil, artık doğal yaşam parklarını da arar dururuz. Kısacık tatillerde bile, kendimizi köylere ya da yaylalardaki ahşap-toprak evlere atmaya çalışırız. Her fırsatta doğal olan ürünleri ararız. Peki bunu bize kim sağlıyor acaba? Elbetteki şehrin tozundan dumanından uzak köyler-köylüler sağlıyor. Ya da her fırsatta pazarda-manavda; köy yumurtası, köy yoğurdu, yayla peyniri vb. arar dururuz. Ürün olarak her şeyin doğalını-organiğini arıyoruz da,neden doğal ürünleri bize sağlayan insanları beğenmeyiz? Ya da neden bu insanları değiştirmeye,kendimize benzetmeye çalışırız. Eğer görünüş ve davranışlarıyla doğal olan insanları değiştirirsek, sıkça ihtiyaç duyduğumuz başka doğallıkları da kaybedeceğimizi de unutmayalım.
Unutmayalım, ‘’farklılıklar zenginliklerimizdir’’. Hangi kültürden veya düşünceden olursa olsun, bütün insanları anlayışla ve sabırla karşılamamız gerekir. Birbirimizi değiştirme yanlışına düşmememiz lazım. İnsanların tavırları ve davranışları ne olursa olsun; art niyet, aykırılık veya olağanüstü bir rahatsızlık vermedikten sonra, ‘’su akar yatağını bulur’’. İnanın hepimiz aynı olursak; konuşacağımız,paylaşacağımız pek fazla şey kalmaz. Beraber ve farklı kimlik-kültürümüzle, bir kültür mozaiğini oluşturduğumuzu unutmayalım…

 
Toplam blog
: 9
: 872
Kayıt tarihi
: 03.08.16
 
 

Kalemim benim yaşam tarzımı yansıtmaz, ruhumu yansıtır... ..