Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Aralık '07

 
Kategori
Anılar
 

Eskidendi çok eskiden

Eskidendi çok eskiden
 

O zaman internet yoktu. Bilgisayar yoktu. Telefon bile yoktu. Kırk yılın başı şehirler arası bir telefon konuşması yapma mecburiyeti hasıl olursa postaneye gidilir, saatlerce santral beklenirdi. Evlerine telefon almak için insanlar on sene sıra beklerdi. Sadece bazı evlerde içinde garip küçük lambalar olan, bez hoparlörlü radyolar vardı. Evin en güzel odasında, baş köşede ağır başlı mobilya edasıyla kurulan, üzeri dantelli yada kenarı fırfırlı nakışlı örtülerle örtülmüş olan radyolar.

Herkesin evinde buzdolabı bile yoktu. Bakkaldan 25 kuruşa küp şeklinde bir kalıp buz alırdık. Her evde büyükçe birkaç testi bulunurdu. Bahçelerde buz gibi suyuyla tulumbaların koluna iki dokunurdunuz, soğuk ve gür akardı. Şimdi memba ya da kaynak suyu diye satılan plastik şişelerdeki sulardan daha lezzetli ve daha temizdiler.

Şehir sokakları, araba galerileri gibi değildi. Yani sokaklarda hiç araba yoktu. Kimsenin arabası yoktu. Haftada bir iki gün çöp kamyonu geçerdi, birde yazın sokakları süpüren, yıkayan arazözler. Ha birde ayda mevsimde askeri bir cip geçerdi, ta uzaktan görüp kaçışırdık. Sonra bir bisiklet furyası başlamıştı. Üç tekerlekli, dört tekerlekli, iki tekerlekli büyüklü küçüklü bisikletler. Bazen beş on bisikletli çocuk birleşir adeta bisiklet sürüsü halinde gezerlerdi. Onlara çok kızardık, top oyunumuzu bozuyorlar diye. Onlar da bizi kızdırmak için tekrar tekrar geçerlerdi. Bir seferinde oldukça ağır, çamurlu lastik topu bisikletli çocuklardan birine fırlatmıştım. Çocuğun arkasında o tertemiz gömleğinde top boyutunda kocaman bir iz kalmıştı. Çocukcağızın çok da canı yanmış, sonra gelip beni anneme şikayet etmişti. Ee ne yapalım sokaklar bizimdi. Bizim sokağımızdan geçip oyunumuzu bozmasındı. Sokakların sahibi bizdik. Bizim sokağımız, bizim mahallemizdi.

Yazın akşam üzerleri, saat dört buçuk beş oldu mu herkes kapısının önünü süpürür, kova kova su taşıyıp bir güzel yıkardı. Hatta komşumuz rahmetli Halil Amca hortumu bahçe çeşmesine takar, sokağı bir köşesinden öbür köşesine kadar sulardı. Sonra kapı önlerine minderler, küçük kilimler, tabureler, sandalyeler çıkarılır, kapı önü keyfi için hazırlıklar yapılırdı. Kadınlar, genç kızlar bigudilerini kafalarından çözer, saçlarını güzelce tararlar, kimi topuz yapar kimi açık bırakır sedef taç takarlardı. Kaküller düzeltilir, saçlar krepe yapılırdı. O zaman Karavel derlerdi; saçlar Belgin Doruk gibi kabartılıp dışa kıvrılırdı. Rengarenk bantlar, kurdeleler takılırdı. Şimdiki gibi çok çeşitli tokalar yoktu. Ondüleli saçları, üzeri Beyoğlu taşlı küçük taraklar süslerdi. Neyse efendim, kadınlar süslenip püslenip en güzel entarilerini giyerler, yaşlı hanımlar bembeyaz oyalı nakışlı örtülerini bağlarlar, kapı önünde otururlardı. Ellerine nakışlarını, örgülerini, dantel işlerini alıp, çay kahve fasıllarına başlarlardı. Tulumba suyuyla yapılmış buz gibi limonata, vişne şerbetleri ikram edilirdi. Çerez, meyve yenir, çekirdek çıtlatılırdı. Çocuklar oyunlar oynarlar, sokak cıvıl cıvıl olurdu. Komşular toplaşır sohbet ederlerdi. Birbirlerine hikayeler, masallar, filmler anlatırlardı. Mahallemizde üç tane yazlık sinema vardı. Güzelyalı Belediye apartmanının karşısındaki Vadi Sineması, Faikbey durağındaki Gözümoğlu Sineması birde deniz kenarındaki Sahil Sineması. Bütün mahalle bu sinemaların iki üç günde bir değişen filmlerini takip ederdik. Akşamüzerleri sinema önünde bilet kuyrukları olurdu. Gidenler gidemeyenlere ballandıra ballandıra anlatırlardı, Türk Sinemasının esas oğlanı ile esas kızının acıklı hikayelerini. O filmler için çok ağlardık, çok gülerdik, çok alkışlar, çok ıslıklar, çok eğlenirdik. Telefonsuz, televizyonsuz, bilgisayarsız çooook mutlu olurduk.

 
Toplam blog
: 7
: 928
Kayıt tarihi
: 27.10.07
 
 

Sağlık Müdürlüğünden daktilograf olarak emekli olalı 15 yıl oldu. 10 senedir yine ibir sağlık kurulu..