Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ekim '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Eskindendi, sevgi Türküleri

Eskindendi, sevgi Türküleri
 

"Mutluluğun ustası" derim anneme hep... 80 yaşında ve hala öyle, hala bizleri, çocuklarımızı, onların çocuklarını mutlu etmek için çabalar. "Yaşları küçüldükçe çocukları mutlu etmek biraz daha zor oluyor" diyor annem. "Benim çocuklarım bir horoz şekerine mutlu olurlardı, şimdiki çocuklara dünyayı verseniz, yine doymuyor, yine gülmüyorlar", diyor.Haklı, yerden göğe kadar.Bu bize kasıtlı olarak "öğretilen" "tüketim" hastalığı en çok çocukları vurdu. O kadar çok şeye sahipler ki, artık küçük şeylerle mutlu olma gibi bir şansları yok!

Büyük, hep daha büyük, daha pahalı, markalı...Bir aletin, bir eşyanın "iş görmesi" önemli değil artık, önemli olan "gösteriş"i, "hava" sı, "para" sı.
Annemler arkadaşlarıyla bir araya geldiklerinde, sanki aralarında gizli bir yarış olurdu; en azla en çoğu kim üretebililir?

Artık kumaşlar, artık yünler, yeniden söküp ters yüz etmeler, bayat ekmekleri değerlendirmeler...Bunlar hep o gizli yarışın konularıydı.İnsanlar bu kadar tüketim çılgını, marka meraklısı değilken, eskidendi...
Annem inanılmaz derecede olumlu enerjiyle yüklü bunu da cömertce etrafına dağıtan bir kadındı.İnsanlar bebeklerini, çocuklarını annemim yanına getirirlerdi sevmesi için.Öyle güzel çocuk severdi ki.Güzel sözcükleri birbiri ardına bir melodiyle sıralar, çocuğu okşar, onunla büyük insan gibi konuşurdu.Çocuk ağlıyorsa, huysuzsa annemin yanında pamuk gibi olurdu, susardı."Ne demişler benim kızıma, çirkin mi demişler, yoook yok, kim söylemiş, bilememiş, benim kızım dünya güzeli olacak, şahlara gelin olacak, halayığı olacak, bir eli yağda, bir eli balda olacak, ağlama güzelim benim, ağlama canım benim..." Bu sözleri annemim ince güzel sesinden dinleyen hiç bir çocuğun ağlaması uzun sürmezdi.
Ondan en çok bizler faydalandık, bize masal gibi, rüya gibi bir çocukluk yaşattı.Sanki sürekli bir oyun oynanıyordu evin içinde, hayalle gerçek arsında gidip geldiğimiz.Sürekli, güzel sözler, öpüşmeler, şarkılar, türküler, güzellikler güzellikler...Bu ortamı bize annem hazırlıyordu, çok akıllıydı, bizi mutlu ederek, bize huzurlu , sıcak bir ortam sağlayarak kendisi de mutlu oluyordu.28 yaşında, üç aylık dul maaşı, babadan kalma bir oda bir mutfaktan ibaret, yıkılmak üzere olan bir eski evle ve dört çocukla dul kalmıştı.Çok güzeldi, henüz çok gençti, o zamanın koşullarına göre, oldukça göre ağırdı yükü.Ama o çevresindekileri mutlu etmekle tüm bu zorlukları aşıyordu.

Yaz sabahları kumrular konardı bahçedeki hurmaya ve öterlerdi, "gu guu guk, gu guu guk", annem hemen başlardı "gu guuu guk, gu guuk, el göçtüüü, biz kaldııık" türküsüne.Bu yaz gelip de yaylaya gidemeyenler için söylediği türküsüydü onun.Hüzünlü gelirdi bana kumrunun sesi, her yıl yaylaya gitmemize rağmen.Kumruları çok severim bu yüzden, anısı çoktur bende.Aşağıdaki "şiirimsi" de kumrular için yazılmıştır.

KUMRU
sanki asırlar geçti,
şu kumrunun,
hüzünlü sesiyle uyandığım,
çocukluğumun sıcak, terli,
yaz sabahlarının üstünden..DİNOZOR

Hergün taze yumurta yememizi istediği için tavuk beslerdi annem, yumurta almaya birlikte giderdik alt kata, annem merdivenlerde başlardı tavuğun türküsünü söylemeye "gıt gıt gıdaaak, yumurtam sıcaaaak, inanmazsan gel de baaaak".Tavuğu gördüğü anda, çocuk sevmesi gibi, tavuğu da sevmeye başlardı "aman da aman, benim sarıkızım bize yumurta mu yumurtlamış, güzel kızlar yesin de büyüsün mü demiş, kendisi de güzelmiş, yumurtası da güzelmiiiş, Allah nazarlardan esirgesin, sarıkızım yorulmuş mu?"

Araya komik sözler de sıkıştırdı ki ben o zaman gülmekten yerlere yatardım.
"Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz"
Evimizde hep bir kedimiz olmuştur, ama hepsinin adı kesinlikle "Minnoş" olmuştur.Yani, "Minnoş1, Minnoş2, Minnoş3..." diyecek kadar.Hepsi uysal, akıllı kedilerdi, annem "sahibinin sesi" derdi, böyle söyleyenlere.Sobanın yanında bir yerleri olurdu Minnoşların, orada başka yere pek oturmazlardı.Annem sevecek birini bulamadığı zamanlarda, ya da yemek veririrken Minnoşu da güzel sözlerle sever okşardı.Yoldan geçen komşular, durur dinlerlerdi annemin kedi sevmesini.Bahçedeki yerli, kokulu pembe gül de nasibini alırdı annemin o bitmeyen sevgisinden.Ama onu kendi bestesi olan sevgi türküleriyle değil de, "güller arasında sen bensiz gören olmuş", "kırmızı gülün alı var, her gün ağlasam da yeri var" gibi şarkılarla severdi.

Tüm bunların yanında, bir de hüznü vardı ki annemin...ben böyle hüzün görmedim.Zaten ne kadar gülse, güldürse de, gözlerindeki o hüzün hiç gitmezdi.Bize asla söylemediği kimbilir hangi sıkıntıyı yaşarken söylediği bir şarkı vardı ki...hala, her duyduğumda ağlarım;
Gönlüm Yaralı

Gönlüm yaralı bilmiyorum yar bana ne oldu
Gül renkli yüzüm aşkın için bak yine soldu
Artık yetişir hasretimiz yılları buldu
Vallahi inan dertli gönül hep seni sordu

Söz-Müzik: Kadri ŞENÇALAR

Hüznünü de neşesi kadar güzel taşırdı annem, ona her şey yakışırdı.Kendi diktiği beyaz üzerine kahverengi puanlı, V yakalı, japone kollu Nazilli basamsı elbisesiyle, bu gün belli markalar dışında giysi giymeyen pek çok kadından daha güzel, daha alımlı, daha "kadın" dı benim annem...Eskidendi...

 
Toplam blog
: 98
: 742
Kayıt tarihi
: 24.06.06
 
 

Okuyan, gözlemleyen, yorumlayan, öğrenmeye ve öğrendiklerini uygulamaya çalışan; doğayı, insanları, ..