Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

01 Eylül '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ev Kazaları

Ev Kazaları
 

Bir şeyin başına “ev” takısı gelince içerik acayip değişikliğe uğruyor, sanki bambaşka bir hal alıyor. Başlığı yazdığım anda hissettim bunu. Sanıyorum sizler de hissedeceksiniz.

Öyledir çünkü “ev” deyince aklımıza “yuva” gelir. Özelimizden genelimize kadar her şeyimizin, her halimizin sırdaşı olan bir alandır ev. Aslında mekandan ziyade “ruh”tur temsil ettiği. Zira evden eve çok büyük farklılıklar varken, anlam itibariyle tektir. Gecekondusu da aynı anlama ulaşır, tripleksi de.

Dedim ya, yuva olması hasebiyle başlı başına bir kavram olan “ev” sözcüğünü bir başka kelimenin tamlamasında kullanılınca anlam değişikliğine uğratması da kaçınılmaz. Zira sevimli olan yuvanın temsil ettiği şey de sevimlilik kazanır. (İstisnası var, ama yeri değil, başka zaman bahsederim)

En basitinden “ev yemekleri” deyince aklımıza geliveren yemeğin çeşidi ve cinsinden çok tadıdır. Adında saklı bir tat vardır. Keza “ev hali” de öyledir. Kişi aynı kişidir, hal aynı haldir belki ama evdeyse durum değişir. “Ev ahalisi” tabirini de buraya ekliyorum.

Buraya kadar hep hoş, hep güzel şeylerden bahsettik belki de. Şimdi başlığımıza geri dönecek olursak olayın bir de tatsız yanı var ki, “ev” lafzının sevimliliğine aldanmamak gerek. Her ne kadar olumsuz düşünmeye çalışsak da “kaza”nın önüne “ev” koyunca kerata yine sevimli oluyor. Hele “küçük” ilavesiyle “küçük ev kazaları” deyince sanki dizinize alıp hopbidi hopbidi yapacağınız bir oyuncağa dönüşüyor kavram.

Ben araştırmacı ve uyarıcı yazarınız olarak bu konuda sizleri uyarmayı bir görev biliyorum. Zira son zamanlarda ufak tefek bile olsa ev kazaları atlattık ve durumun vahametini yakinen gördüm.

**

Son zamanlarda blog yazma sıklığımın azalmasında Ramazan’ın etkisi kadar zevce hazretlerinin de etkisi var. Bilindiği üzere yazmış olduklarım “güvenilir yazar” olmam hasebiyle “editör” denetiminden geçmese de zevce hazretlerinin denetiminden geçiyor.

Yazdığım birkaç yazı ne yazık ki denetimden geçemediği için sizlerle buluşamadı. Konuları ele alış biçiminden tutun yazıdaki dokundurmalara kadar bir yığın sebebe dayalı gelişen bu sansür olayı ile doğan boşluğu eski şiirlerimle doldurmaya çalıştım.

Sonra bari kazalarla ilgili kısmını anlatayım, ev kazalarına karşı daha dikkatli olmanız bakımından örneklendireyim istedim. Zaten bu minvalde olaya yaklaştığımdan dolayı ciddiyetimi koruyorum.

Şu anda biri odaya girse beni az önce bir başkasına kızmış sanabilir. O derece ciddiyim. Tabi espri vakti gelince gereken gevşekliği göstereceğimden de kuşkum yok. Zaten gevşek bir insan olduğumdan bu konuda hiç zorlanmam.

**

Ramazan öncesi hem dinlenelim hem de Ramazan’ı evde karşılayalım, malum yaz günlerinde oruç tutacağız, bari ilk günler evimizde olalım da daha rahat dayanalım diye (biraz da hileli bir taktik) izne ayrıldık. İzne ayrılmakla her şey güllük gülistanlık gidecek diye bir şey olmadığını da hatırladık.

Daha ilk günden çalışma odasında bulunan kocaman ayna intihar etti. Evet, resmen intihar etti. Ne güzel yerinde uslu uslu duruyordu ve yıllardır kendisine alışmıştık. Vakit öğleden sonraydı. Ben masada bilgisayar başında vakit geçirmekteydim, zevce hazretleri de şekerleme yapmaya geçmişti.

Bir an patlama sesi duydum. Böyle durumlarda insan şoka girdiğinde midir nedir bir uğultu çöküyor. Patlama sesinden sonra uğultu peyda oldu. Zaman sanki durmuş gibi geldi bana. Algılarım da donmuştu. Şok anı dedikleri bu olsa gerek. Doğrusunu söylemek gerekirse biraz şaşkınlaşıyor ve hatta aptallaşıyor insan.

Sonra sol tarafıma baktığımda yerde boylu boyunca daha doğrusu boylu yarımca uzanan aynayı gördüm. Üst yarısı tamamen kırılmış, parçapinçik olmuş. Zira o kısım masaya çarpmış. Alt yarım ise sağlam, tabi kırık ve keskin kenarını saymazsak.

Verilmiş sadakam varmış demek ki. Maazallah masaya değil de benim üzerime de düşebilirmiş. Artık kan kaybından mı giderdim yoksa travmadan mı bilinmez. Neyse ki can ve mal kaybı olmanda atlatmış olduk. Tabi aynayı maldan saymazsak.

**

Akşam vaktindeyiz, iftar hazırlıkları son deminde. Çay ile aramdaki ileri derecede dostluk münasebetiyle iftarın hemen ardından çay içmem mecburi istikamet oluyor. Haliyle yemeklerle beraber çayı da ocağa koyuyoruz. Ocak üzerinde bir çaydanlık, üç tencere… Akşam trafiği karışık anlayacağınız.

Tencerenin kapağı cam, tutacağı da metal. Artık hangi akla hizmetse. Uzun müddet ocakta bekleyen tencerenin kapağının tutacağı da ısınmış oluyor ve ellerimiz için tehlike arzediyor. Önce ben elimi yaktım, bereket çok küçük bir hasarla atlattım.

Zevce hazretleri de benimle yarışıyor sanki. Ardımdan önce aynı kapakla elini, sonra da dumanı tüten çaydanlığın üzerine uzattığı bileğini yaktı. Elindeki yanık küçüktü (benimki gibi) ama bileğindeki yaklaşık 5-6 cm2lik yanık canını acıttı. Buz uyguladığımız halde hemen de su topladı.

**

Bunlar çok küçük ev kazaları tabi. Allah beterinden saklasın. Ev yemeği, ev hali, ev ahalisi filan iyi hoş ama ev kazası dedin mi bir duracaksın. Küçük bile olsa can yakıcı, can yakmasa can sıkıcı olabiliyorlar.

Bu yazı da denetimden geçmezse başka hangi yazı geçer bilmem. Olaylar en basit ve düz ancak bu kadar anlatılabilir değil mi ama :)

Sevgi, hürmet ve muhabbetle..

Murat HACIOĞLU

www.murathacioglu.com

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara