- Kategori
- Gezi - Tatil
Fas günlüğü ve Marrakech'in gizli bahçesi

Kuzey Afrika'da bir Arap ülkesi olan Fas'tayız. Bizim üç saat gerimizde. Halkının büyük bir bölümü Müslüman. Türkiye'ye vize uygulamadıkları için son dakika tatil yerlerinden biri. Biz, yani arkadaşım Reyhan'la birlikte, doğrusu pek de fazla araştırmadan "Gezigen" turla İstanbul'dan çıktık yola.
Yedi günlük gezimize, Royal Air Maroc ile Casablanca'da başladık. Uçuşumuz yaklaşık beş saat sürdü. Havaalanında, gezi boyunca bizi gezdirecek şoförümüz Berberi asıllı Abdülkadir Bey'le tanıştık. Akşam, geç vakit olduğu için küçük bir tur attık. Atlas Okyanusu'na paralel ilerleyen uzun La Corniche Bulvarı'ndan geçtik. Çok şık otellerin, beach cluplar ve restaurantların bulunduğu sahil oldukça hareketli. Sonra otele vardık. Uzun bir gündü. Ertesi gün 1 Nisan şakası gibi sokaklar; bomboş. Hem pazar günü, hem de Mevlit Kandili tatiliymiş.
Sokaklarda her yerde kralın foto raflarıyla karşılaşıyorsunuz. Kraliyet Sarayı'nın önünde, Maroc tarzı ahşap, alçı ve çini işlemelerle bezenmiş güzel kapının fotofraflarını çektik. Yine Corniche'deyiz. Atlas Okyanusu'nun dalgalarının köpükleri yansımış, sanki bütün şehir beyaza bürünmüş. Okyanus kıyısında 2. Hassan Camii'nin avlusundayız. şimdiki kralın babası yaptırmış. Aynı anda 80 bin kişi ibadet edebiliyormuş. Kadınlar için ayrı bir kapısı var; biz turumuzun sonunda arkadaşım Reyhan'la beraber içeriye girdik. Bu arada sabah başlayan yağmur durdu, güneş açtı. Corniche'de bir çay molası fena olmaz. Etey dedikleri ünlü nane çaylarından içtik. Çok şekerli olduğu için pek beğenmedim.
Artık Casablanca'dan ayrılıyoruz. Marrakech'e dogru yola koyulduk. Öyle yemenimizi Efrun'da yiyoruz. Yöresel yemekleri olan tajin istiyoruz. Çok lezzetli, hatta bir tajinle iki kişi tıka basa doyduk.
Casablanca'dan uzaklaktıkça beyaz binalar ve yeşil doga yerini kırmızıya bırakıyor. Topragın kızılı ve okaliptüs ağaçlarının renkleri birbirine karışır gibi oluyor. Fosfat madenciliğinin yapıldığı Ben Guerir kasabasından geçip yola devam ediyoruz.
Ve Marrakech'teyiz. Beş yıldızlı Ryad Magador otelin lobisinde bize hoş geldin nane çayları ikram edildi. Biz de bu arada otele giriş formlarına pasaport ve Fas'a giriş numaramızı yazıyoruz. Bu işi bütün otellere girerken yapıyoruz. Üç gece buradayız; neyse ki otelimiz çok güzel.
Akşam yemeginde oteldeyiz. Sonra taksilere atlayıp ünlü meydan Djemaa El Fna'ya gittik. Rehberimiz Eyüp Bey bize, "Burada durun, bir yere kıpırdamayın! Ben hemen geliyorum!" dedi ve uzaklaştı. Reyhan'la beraber yerimize çakıldık kaldık. Burası başka bir dünya, etrafımızdaki kargaşayı anlatmak imkânsız. Film sahnesi gibi; biz de içindeyiz. Rehberimiz grubu toparladıktan sonra meydanı dolaşmaya başladık. Her akşam kurulup tekrar toplanan seyyar mutfaklar ve oturup yemek yenilebilen masalar etrafında taze portakal suyu satan arabalar, Müslüman mahallesinde kâse kâse salyangozlar, havada şiş kebap dumanları, binbir türlü baharat ve çerezleriyle satıcılar. Ortada çeşitli gösteriler yapanlar, onları izleyen Marrakech halkı. Çoğunun üzerinde cellaba dedikleri uniseks yerel giysi. Yıldız Savaşları'ndaki Jedi'ler gibi. Erkek ağırlıklı bir kalabalık. Gürültü ve koku curcunası. Meydan etrafındaki cafelerde nane çayı yada noss-noss dedikleri yarı yarıya anlamına gelen (yarısı süt yarısı kahve) kahvelerinizi içip terasından meydanın panoramik görüntüsünü seyredebilirsiniz.
Otele dönmeden Comptoir de Paris'ye ugradık. Kapıda bizi yine kralın gülümseyen fotoğrafı karşılıyor. Genelde turistlerin doldurduğu Marrakech'in popüler yerlerinden biri. Alkol serbest, canlı müzik ve bol da dansöz. Gece 12'den sonra oldukça kalabalık. Otelimize dönerken Marrakech'in kokusu ve rengi yavaş yavaş bizi etkilemeye başladı.
2 Nisan Pazartesi Menara bahçelerini dolaşıyoruz. Sabah serinliğinde, sağlı sollu zeytin ağaçlarını geçtikten sonra büyük havuzun kenarındayız. Karlı Atlas Dağları'nın eşliğinde, kocaman bir havuz ve yeşil kiremitli çatısı olan kasrın aksi bulanık suda. Burada yaz akşamları ışık gösterileri yapılıyormuş. Oradan 800 yıllık Koutoubia Cami'ne geçiyoruz. 19. yüzyılda inşa edilmiş. Caminin tarihini dinlerken fotoğraflarını çekiyoruz. Kral Mohammed'in cariyeleri için özel olarak yaptırdığı Bahia Sarayı'dayız. Sarayın bahçesi Babil'in asma bahçeleri gibi. Eski şehrin trafiği ve vızır vızır motosikletlerin arasından ilerleyip Saadi Mezarları'nı görmek için uzun bir kuyruğa giriyoruz. Saadi Hanedanı'nın 16. yüzyıl dönemine ait mezarları Molay ismail kapattırmış. Daha sonra tesadüfen bir pilot tarafından bulunan mezarlar ziyarete açılmış.
Tekrar Djemaa El Fna meydanındayız. Bir ortaçağ panayırı. Gecesi gündüzü farklı bu meydanın. Yılan oynatıcıları, cola şişelerine halka geçirmek için yarışan gençler, kına yakan kadınlar; selam verdin diye dirhem isteyenler... Maymunları ve yılanları birden kucağınızda bulabilirsiniz. Medina'yı dolaşıyoruz. Amber sabununu, Argan kremlerini dayanamayıp alıyoruz. Kınacılara bir elimizi ve ayağımızı kaptırıyoruz. Portakal suyunu, hijyenini düşünmeden iki bardak içiyoruz. Akşam yemeğinden sonra Chez Ali'ye gidiyoruz. Burası daha turistik, çeşitli folklorik gösterilerin olduğu bir yer; görülmese de olur türden. Hava ayaz, üst üste giyinmişiz yine de üşüyoruz. Berberi müzikleri eşliğinde morac şarabını yudumluyoruz. Doğru otele...
3 Nisan Salı Marrakech'te üçüncü günümüz. Marrakech'e yaklaşık bir buçuk saatlik uzaklıkta Atlas Dağları'nın karlı eteklerindeki vadide bulunan Ourika'ya gidiyoruz. Burada bir Berberi evinin içindeyiz. Mis gibi tajin kokularını takip edip toprak evin mutfağını ve odalarını gezerken yaşamlarının ne kadar yalın olduğuna tanık oluyoruz. Hiç şaşırtıcı değil. Her şey doğal. Biz orada hiç yokmuşuz gibi evin halkı günlük işlerini yapıyor. Ve kömür ateşinde pişmiş sıcak ekmeyin tadına tereyağ ve balla birlikte bakıyoruz. Fas'a geldiğimden bu yana en lezzetli yeşil nane çayını burada içiyorum. Evin terasından vadinin görüntüsü de alındıktan sonra tekrar otele gitmek için otobüse kendimizi zar zor atıyoruz. Evin dışında, ellerinde Berberi takıları satan gençlerin ısrarlı tavırları; kalem ve şeker isteyen çocuklar.
Öğleden sonra serbest zaman. Oteldeyiz. Biraz güneşlenip havuza girdik. Ardından ünlü modacı Yves Saint Laurent'in botanik bahçesine gitmek için otelden ayrıldık. Şansımıza taksiler bugün greve başlamış; biz de yürüyerek gidiyoruz. Halkı Arapça, Berberice ve Fransızca konuşuyor. Reyhan Fransızca öğretmeni olduğu için iletişim kurmakta zorlanmadık. Hatta ben de bir-iki kelime öğrendim. Jardin Majorelle'ye kapısından girdiğimizde, dev bambu ormanının içinden geçip bin bir türlü kaktüslerin karşısında büyülenip kalmamak elde değil. Kobalt mavinin ve çarpıcı renklerin şöleni; her köşesi ayrı bir sanat eseri. Bahçe bu bölgede bulunan 15 çesit kuşa da ev sahipliği yapıyor. Bahçenin içindeyiz ve hiç çıkmak istemiyoruz. Burada yüksek sesle konuşan da yok. Devasa bambuların karanlık ve serin gölgesinde dolanıp duruyoruz. Hangi birinin fotoğrafını çekiceğiz, diye de telaşlanıyoruz. İçerideki D'Art Islamique Müzesi'ni de gezip görevlilerle birlikte muhteşem bahçeden büyülenmiş olarak çıkıyoruz.
Marrakech'e yolunuz düşerse bu mistik bahçeyi görmeden ayrılmayın. Yarın sabah uzun bir yolumuz var. Fes'e hareket edeceşiz; yaklaşık sekiz saat yol.
4 Nisan Çarşamba Boydan boya portakal ağaçlarının bulunduğu geniş caddeleri kırmızı bayraklarla süslenmiş. Kral Marrakech'e gelmiş. Marrakech'ten oldukça uzaklaşmamıza rağmen yollarda kilometrelerce bayraklar ve askerler... Kamyonlardan taşan insan yığını, sonu görülmeyen bir konvoy ve yolu polis kapatıyor. Abdülkadir'in uyarısı üzerine kameralar da kapatılıyor. Yolumuzu değiştirmek zorunda bırakılıyoruz. Ama Abdülkadir tekrar geri dönüyor, bildiğin yoldan şaşma, mantığıyla iyi de ediyor. Yarım saat sonra geri döndüğümüzde konvoydan eser kalmamış, yolumuz açık; devam ediyoruz. Öğle yemeği Beni Mellal şehrinde. Daha sonra Atlas Dağları'yla çevrili vadide kızıl Şehir Marrakech'i geride bırakıyoruz. Yükseklik iki binin üzerinde. Mevsim değişiyor, sulu kar ve siste göz gözü görmüyor. İfran bölgesinde, 800 yılık sedir ağacının çevresindeki fosillerin satıldığı küçük kulübeleri ziyaret ediyoruz. Azurite ve malachite'leri alamadan edemiyoruz. Bu uzun yolculuğumuzda, şoförümüz Abdülkadir, Reyhan'a Fatima Berber bana ise Fatima Sahara ismini takıyor. Dördüncü günümüzde Faslı gibi olduk. Fes'e geldiğimizde, otelimizin merkeze 25 dakikalık uzaklıkta olması biraz can sıkıcı ama yine de o kadar yorgunuz ki, yemekten hemen sonra uyuyoruz.
5 Nisan Perşembe Fes'in şehir turuna Fas'taki en eski sarayın kapısından başlıyoruz. Göz kamaştırıcı Maroc mimarisi. Fes'in eski şehri Medinası'nın içine girmeden rehberimiz Eyüp Bey bizi uyarıyor. "Sakın dağılmayın, sokaklar çok dar, labirent gibi kaybolursunuz" Medina'nın içine girer girmez ne demek istediğini anlıyoruz, ama bir taraftan da neyi çekeceğimizi şaşırıyoruz. Grubumuz az olduğu için, kalabalığın arasında birbirimizi gözden kaçırıyoruz ve en arkada olduğumuzu düşünerek hızlı hızlı ilerliyoruz. Ama kaybolduğumuzu fark edip hemen telefona sarılıyorum. Medina girişinden sağa sapıp medreseye gittiklerini öğreniyoruz. Küçük bir panik atak geçirdikten sonra rehberimizin yanına ulaşıyor, bir daha da ondan ayrılmıyoruz. Medina'nın içinde bazen iki kişinin bile zor geçebileceği iç içe geçmiş sokaklar var: Korsan CD ve her türlü şeyin satıldığı dükkânlar, berberi motifli kapılar "Balak Balak", "Attention" diye bağıran katırlarla yük taşıyanlar başınızı döndürebilir. Kesif bir koku gittikçe ağırlaşıyor ve kendimizi eski bir tabakhanenin içinde buluyoruz. Manzara fotoğraf meraklıları için bulunmaz fırsat. Dev gibi boya çukurları ve işçiler. Deri işçiliği ve süslü babuşlar çok güzel. Medina'nın içinde ilerliyoruz. El tezgâhında kumaş dokuyan atölyeleri geziyoruz. Fes mavisine hayran oluyorum. Berberi kilimleri, halılarına da baktıktan sonra labirentten çıkıyoruz. Sıra Fes'in modern yaşantısında. Geniş caddeleri palmiye ağaçları, çiçeklerle süslemişler.
5. Mohammed Caddesi'ndeyiz. Caddedeki kafeleri görmelisiniz; silme erkek dolu, hepsinin yüzü yola dönük ve gözler sizi takip ediyor. Otele dönmek istemiyoruz, ama burada yapacak başka bir şey yok. Ertesi gün Meknes, başkent Rabat ve Casablanca var. 6 Nisan Cuma Açık sarı Fes'i arkada bırakıyoruz. Yaklaşık 45 km uzaklıkta olan Meknes'teyiz. Endülüs tarzı işlemelerle, Arapça kaligrafilerle süslenmiş göz kamaştırıcı ünlü kapısı Bab Mansour'un önündeyiz. Kapının önünde Marrakech'teki meydanın küçük bir kopyası var. Yollarda vızır vızır geçen motorlar ve mavi petit taksiler...
Meknes'te fazla kalmıyoruz. Başkent Rabat'a doğru giderken yolda mantar (bildiğimiz şişe mantarı) ağacı ormanlarını görüyoruz. Ayrıca yol boyunca serilmiş trüf mantarlarını da.. Rabat'tayız. 5. Mohammed'in mozolesini ziyaret ediyoruz. Roma sütunlarının bulunduğu geniş avluya girmeden bizi atlı askerler karşılıyor. Ezan okunuyor. Cami ibadete açık. Minaresi tamamlanmamış. 45 metrelik Hasan Kulesi ve Fas'ta her yerde gördüğümüz kuş pencereleri... Ögle yemeyi Rabat'ta. Medina'nın surlarının bitiminden girdiğimiz bu yere beyaz ve maviden başka bir renk alınmamış. Hayranlıkla geçtişimiz sokaklardan sonra çıktığımız meydandan Regreg Nehri'nin Atlas Okyanusu'yla birleştiği noktayı, yeni ve eski şehri panaromik görebildik. Daha sonra hemen aşağısında, yani sahilde çok güzel bir balık lokantasında okyanus balıkları yedik. Rabat, palmiyelerle süslenmiş geniş caddeleriyle pırıl pırıl bir şehir. Artık son durak Casablanca. Bir gece kalınacak ve sabah 07.30 uçagıyla istanbul'a yola çıkacağız... Buraya ilk geldi'imizde içini göremediğimiz 2. Hassan Camii'ni ziyaret ediyoruz. Akşam namazı saati gökyüzü Fes mavisi, cami de ışıklandırılmış. Manzara yine kaçırılacak gibi degil. Ve yemekten sonra son kez La Corniche Bulvarı'ndayız. Kendimizi Casablanca'nın hareketli yaşantısına kaptırırken içimizi derin bir hüzün kaplıyor. Renklerine büyülendiğimiz Fas'a veda ederken; Medinaları, kapıları, çöl gülleri ve doğasıyla özdeşleşen bülbülleri hafızamızda yerlerini alıyor...