- Kategori
- Futbol
Faturayı kim ödeyecek?

Maçı izlerken sizin de dilinize “Kendim ettim, kendim buldum” nakaratı dolandıysa ve Türk Milli Futbol Takımı’nı 2008 Avrupa Şampiyonasında izleyeceğinize dair ümitleriniz tükenmeye yüz tuttuysa bilin ki, yalnız değilsiniz. Futbolumuzun 2002 Dünya Kupasında yaptığı zirveden sonra sürekli irtifa kaybedişini görmezden gelenler, 2003’te Konfederasyon Kupasını üçüncülükle tamamlayıp futboluyla dünya devlerine kafa tutan yeni filizleri yok sayanlar bugün karşımıza çıkan faturayı ödemek zorunda. 2002 Dünya Kupasının klasmandaki ilk üç takımından Brezilya hala Brezilya, Almanya da hala Almanya. Türkiye ise maalesef takip eden son üç uluslar arası turnuvayı pas geçerek; üstelik Letonya gibi, İsviçre gibi, Ukrayna gibi ve Yunanistan gibi ülkelerle baş edemeyip darbe üstüne darbe yiyerek “Dünya Üçüncülüğü” apoletini tesadüfler neticesi taktığını kanıtlar gibi.
Bu gece Ali Sami Yen Stadında gelinen nokta ve önümüzde duran fatura Türkiye Futbol Federasyonu ve bağlı kurumlarında kelle kopartacak cinsten. Örneğin Milli Takımlar’da… Adım gibi biliyorum ki, yarından itibaren Fatih Terim’in Milli Takım patronu olarak yeterliliği medyada sorgulanmaya başlayacak ve zaten problemli olan taraflardan basının savaş tamtamları sayfalarda yankılanacak. Bana sorarsanız bu doğal bir süreç. Dünyanın her yerinde elemelerin ilk dört maçında 12 puan toplayan bir takım sonraki altı maçta sadece 6 puan toplar ve iddiasından uzaklaşırsa fatura teknik patrona kesilir. Üstelik karşılarında içler acısı oynadığınız takımlar arasında Malta, Moldova ve Macaristan’ın isimleri geçerse teknik direktörün gidişi APS ile olur. O yüzden sanıyorum Fatih Hoca da yaklaşan fırtınanın etkilerine karşı hazırlıklıdır. Bugün Yunanistan maçının kaybedilmesi ile Norveç deplasmanından mutlak üç puanla dönme zarureti doğdu. Her ne kadar mevsimsel şartların belirsizliği maça dair umutları törpülese de Türk Milli Takımı’nın Norveç’i rakip sahada yenmesi hiçbir futbol otoritesince sürpriz sayılmaz. Önce bunun bilincinde olmak gerekiyor. Üç puan daha sonra…
Yazımızın başında da değindiğimiz gibi 2002’den bu yana A Milli Takım bazında neredeyse taş üstüne taş koymadık. Yaklaşık 5,5 senelik bu süreç içinde pekala yepyeni bir jenerasyon yukarıya sürülebilirdi. Oysa yaş haddinden emekli olanlar da olmasa neredeyse 2002 kadrosunu sahaya süreceğiz. 2006 yazı başında birçok genç futbolcuya milli takım forması vererek bir hazırlık turnuvası organize eden ve geleceğe yönelik adımlar atan Fatih Terim değil miydi? Öyleyse neden adı “yarışmacı” olan ama asla “yarışamayan” bu takım yapılanmasında ısrar ediyoruz? Türk futbolunun tarihsel süreci de gösteriyor ki, Türk Milli Futbol Takımı’nın Avrupa’da ya da dünyada düzenlenen her organizasyona katılmak gibi bir geleneği yok. 2005 Dünya Gençler Futbol Şampiyonasında Peru’lu futbolseverlere haritada Türkiye’nin yerini ezberleten ve tüm FIFA yetkililerine parmak ısırtan U–17 Milli Takım oyuncularından kaç tanesi bugün bir takımımızda direkt forma giyiyor? Ay-yıldızlı formayı giyen ekipler içinde benim bugüne kadar izlediğim o en başarılı takım, bütünlüğünü koruyabildi mi? Bir yeniden yapılanmaya ihtiyaç olduğunu inkâr edebilir misiniz? Emin olun bu soruların cevapları, aynı zamanda bu gece içten içe isyanla haykırdığınız “neden?” sorusunun da cevabı…
Yunanistan maçı özeline geçecek olursak, Fatih Terim’in Malta ve Macaristan maçlarında hiçbir şekilde işlemeyen çift ön liberolu 4–4–2 anlayışını tercih ettiğini gördük. Zaman zaman Beşiktaş teknik direktörü Ertuğrul Sağlam tarafından da uygulanan bu sistem ilginçtir ki, siyah-beyazlı ekibe de fayda sağlamıyor. Demek ki var bir hikmeti… Rakip Yunanistan’ın zaten İstanbul’a 22 puanla geldiğini ve beraberliğe sevineceğini hesaba katmayan Fatih Hoca Aurelio ve Emre ile orta sahanın ortasını tutunca ileri ikiliyi topla buluşturma şansımız da ortadan kalktı. Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi Emre Belözoğlu 18 yaşındayken Avrupa’nın sayılı 10 numaralarından biri olma şansına sahipti, artık değil. Her ne kadar bu gece milli takımımızın sahaya yayılması gereken taktik 4–1–3–2 olsa da tüm dünyada çift ön liberolu oynamaya niyetinde olan takımlar tek forvete dönerek 4–2–3–1 sistemini benimsiyorlar. “10 numara diye bir mevki artık dünya futbolunda yok” diye buyuranlara selam olsun, maçta pozisyonumuz yok!
Terim ikinci yarıda Tümer ve Arda gibi yaratıcı oyuncuları sahaya sürdüğüne göre, muzdarip olduğu konu bahsettiğimiz oyun kurucu yoksunluğu olmalı. Ancak Tuncay’ın verimsizliğini, Gökhan Ünal’ın oyuna ağırlığını koyamayışını, İbrahim Üzülmez’in orta yapma özrünü ve Emre’nin “Fatih Terim’in prensliği” pozisyonunu boşaltması gereğini de göz ardı etmemek lazım. Bu kadro yapısında ısrar, bize Norveç’te hüzünden başka bir şey getirmez. Esasen Fatih Terim, medya ile arasındaki gerginliği takıma yansıtarak onlardan sahada cevap beklemeye dayalı stratejisinin iflas ettiğini kabul etmek zorunda. Son üç maçta Fatih Terim’in prestijini kurtarma düşüncesiyle bilenerek sahaya sürülen takımlarda bu anlayış geri tepti. Olan hepimize oldu.
Gelinen noktada Norveç maçı adeta bir baraj maçı gibi karşımıza dikiliverdi. Kâbusumuz olan baraj maçlarındaki performansımızı düşündükçe, insanın tahtalara vurası geliyor. Bizi umutlandıracak tek şey ise bir maçla Avrupa Şampiyonası’na gidebilecek oluşumuz. Malumunuz milletçe yumurta kapıya dayanmadan yerimizden doğrulmayız biz. Umalım ki, Norveç maçını 3 puanla geçelim. Bu durumda Bosna’nın son maçta bize bir terslik yapmayacağını farz edebiliriz. Ancak Norveç maçı kazanılamazsa, bu başarısızlığın etkileri çok ciddi olur. Bu etkiler de bir ya da birkaç ismin milli takımlardaki sonu olur.
Bu gece Ali Sami Yen Stadında gelinen nokta ve önümüzde duran fatura Türkiye Futbol Federasyonu ve bağlı kurumlarında kelle kopartacak cinsten. Örneğin Milli Takımlar’da… Adım gibi biliyorum ki, yarından itibaren Fatih Terim’in Milli Takım patronu olarak yeterliliği medyada sorgulanmaya başlayacak ve zaten problemli olan taraflardan basının savaş tamtamları sayfalarda yankılanacak. Bana sorarsanız bu doğal bir süreç. Dünyanın her yerinde elemelerin ilk dört maçında 12 puan toplayan bir takım sonraki altı maçta sadece 6 puan toplar ve iddiasından uzaklaşırsa fatura teknik patrona kesilir. Üstelik karşılarında içler acısı oynadığınız takımlar arasında Malta, Moldova ve Macaristan’ın isimleri geçerse teknik direktörün gidişi APS ile olur. O yüzden sanıyorum Fatih Hoca da yaklaşan fırtınanın etkilerine karşı hazırlıklıdır. Bugün Yunanistan maçının kaybedilmesi ile Norveç deplasmanından mutlak üç puanla dönme zarureti doğdu. Her ne kadar mevsimsel şartların belirsizliği maça dair umutları törpülese de Türk Milli Takımı’nın Norveç’i rakip sahada yenmesi hiçbir futbol otoritesince sürpriz sayılmaz. Önce bunun bilincinde olmak gerekiyor. Üç puan daha sonra…
Yazımızın başında da değindiğimiz gibi 2002’den bu yana A Milli Takım bazında neredeyse taş üstüne taş koymadık. Yaklaşık 5,5 senelik bu süreç içinde pekala yepyeni bir jenerasyon yukarıya sürülebilirdi. Oysa yaş haddinden emekli olanlar da olmasa neredeyse 2002 kadrosunu sahaya süreceğiz. 2006 yazı başında birçok genç futbolcuya milli takım forması vererek bir hazırlık turnuvası organize eden ve geleceğe yönelik adımlar atan Fatih Terim değil miydi? Öyleyse neden adı “yarışmacı” olan ama asla “yarışamayan” bu takım yapılanmasında ısrar ediyoruz? Türk futbolunun tarihsel süreci de gösteriyor ki, Türk Milli Futbol Takımı’nın Avrupa’da ya da dünyada düzenlenen her organizasyona katılmak gibi bir geleneği yok. 2005 Dünya Gençler Futbol Şampiyonasında Peru’lu futbolseverlere haritada Türkiye’nin yerini ezberleten ve tüm FIFA yetkililerine parmak ısırtan U–17 Milli Takım oyuncularından kaç tanesi bugün bir takımımızda direkt forma giyiyor? Ay-yıldızlı formayı giyen ekipler içinde benim bugüne kadar izlediğim o en başarılı takım, bütünlüğünü koruyabildi mi? Bir yeniden yapılanmaya ihtiyaç olduğunu inkâr edebilir misiniz? Emin olun bu soruların cevapları, aynı zamanda bu gece içten içe isyanla haykırdığınız “neden?” sorusunun da cevabı…
Yunanistan maçı özeline geçecek olursak, Fatih Terim’in Malta ve Macaristan maçlarında hiçbir şekilde işlemeyen çift ön liberolu 4–4–2 anlayışını tercih ettiğini gördük. Zaman zaman Beşiktaş teknik direktörü Ertuğrul Sağlam tarafından da uygulanan bu sistem ilginçtir ki, siyah-beyazlı ekibe de fayda sağlamıyor. Demek ki var bir hikmeti… Rakip Yunanistan’ın zaten İstanbul’a 22 puanla geldiğini ve beraberliğe sevineceğini hesaba katmayan Fatih Hoca Aurelio ve Emre ile orta sahanın ortasını tutunca ileri ikiliyi topla buluşturma şansımız da ortadan kalktı. Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi Emre Belözoğlu 18 yaşındayken Avrupa’nın sayılı 10 numaralarından biri olma şansına sahipti, artık değil. Her ne kadar bu gece milli takımımızın sahaya yayılması gereken taktik 4–1–3–2 olsa da tüm dünyada çift ön liberolu oynamaya niyetinde olan takımlar tek forvete dönerek 4–2–3–1 sistemini benimsiyorlar. “10 numara diye bir mevki artık dünya futbolunda yok” diye buyuranlara selam olsun, maçta pozisyonumuz yok!
Terim ikinci yarıda Tümer ve Arda gibi yaratıcı oyuncuları sahaya sürdüğüne göre, muzdarip olduğu konu bahsettiğimiz oyun kurucu yoksunluğu olmalı. Ancak Tuncay’ın verimsizliğini, Gökhan Ünal’ın oyuna ağırlığını koyamayışını, İbrahim Üzülmez’in orta yapma özrünü ve Emre’nin “Fatih Terim’in prensliği” pozisyonunu boşaltması gereğini de göz ardı etmemek lazım. Bu kadro yapısında ısrar, bize Norveç’te hüzünden başka bir şey getirmez. Esasen Fatih Terim, medya ile arasındaki gerginliği takıma yansıtarak onlardan sahada cevap beklemeye dayalı stratejisinin iflas ettiğini kabul etmek zorunda. Son üç maçta Fatih Terim’in prestijini kurtarma düşüncesiyle bilenerek sahaya sürülen takımlarda bu anlayış geri tepti. Olan hepimize oldu.
Gelinen noktada Norveç maçı adeta bir baraj maçı gibi karşımıza dikiliverdi. Kâbusumuz olan baraj maçlarındaki performansımızı düşündükçe, insanın tahtalara vurası geliyor. Bizi umutlandıracak tek şey ise bir maçla Avrupa Şampiyonası’na gidebilecek oluşumuz. Malumunuz milletçe yumurta kapıya dayanmadan yerimizden doğrulmayız biz. Umalım ki, Norveç maçını 3 puanla geçelim. Bu durumda Bosna’nın son maçta bize bir terslik yapmayacağını farz edebiliriz. Ancak Norveç maçı kazanılamazsa, bu başarısızlığın etkileri çok ciddi olur. Bu etkiler de bir ya da birkaç ismin milli takımlardaki sonu olur.