- Kategori
- Edebiyat
Filler ve Balıklar

KARANLIK SULAR
Neslihan Önderoğlu üçüncü öykü kitabı Filler ve Balıklar’da yazınsal düzeyini yükselterek geliştirmiş. Sade bir anlatımla, kendine özgü, çok boyutlu bir öykü dünyası kurmuş.Yalnızlık, tedirginlik, mutsuzluk, sıkışmışlık, temel vurgular. Peşinden gidilen izlekler tüm öykülerde leitmotif olarak tekrarlanıyor.
Onurlarını, masumiyetlerini, sevdiklerini kaybetmiş öykü kişilerinin, çırpınışlarını anlatıyor öykülerinde. Yaşanmışlıkların izlerinden kurtulmak ve devam edebilmek için yapılacak tek şey çaresizce katlanmak. “Sonrası” öyküsünde öykü kişisi, geçmişin ağırlığıyla devam etmenin zorluğunu anlatıyor.
Peki ya bu kokular, bu renkler, bu eşyalar Gülizar Abla. Onları ne yapacağız ha? Bütün o cam göbeklerini, ekşi maya kokularını, sallanan eğreti sandalyeleri, bıyıklı adamları, dev parmakları da toprağa gömebilecek miyiz?
Hislere bir dokunup geçiyor, huzursuz ediyor. Umut veriyor, bu umut, coşkusuz, yaralı.
Rüzgâr, hava, su ve toprak imgesel boyutta öykülerdeki duygu durumlarına göre şekil değiştiriyor. Rüzgâr, bazen hafif hafif eserek ferahlık veriyor, genişletiyor bazen de hüznü, kara bulutları götürdüğü gibi alıp gidiyor. “Sert Sessizler” de bir fırtınayı, büyük bir felaketi haber veren bir çırpınışa dönüşüyor.“Çok Fazla Hava”da rüzgâr olmasa her şey haddinden fazla durağan ve kımıltısız. Rüzgâr varlıkların arasındaki boşlukları kapatarak kesişmeleri sağlıyor.
Sular da öykünün atmosferine bağlı olarak, kararıyor, saydamlaşıyor, yansıtıyor, umut veriyor, fırsatları yok ediyor. “Kara Su” da istenmeyenin, geçmişin gömüldüğü, yok edildiği bir yer haline geliyor.
Dibinde ne olduğu belirsiz, soğuk, sakin bir su. Bundan başka bir şey yoktu. Yine de insanın hayatı hiç ayırt etmeden yaşayabilmesi güzel şey, diye düşündüm. İçinde sakince birikebileceği bir çukuru olması da.
“Üç Çeyrekte Füg Gölü”nde koyu, yıvışık bir suya dönüşüyor. Bu suyun üstünde yoluna devam edebilse kahramanlar unuttuğu her şeyi hatırlayabilecek, ayna gibi kendi varlığını görebilecek. Ne yazık ki bu bilinçaltının karanlıklarına çekilmekten kurtulamıyor. Güçlü metaforlar sayesinde öykü kişilerinin ruhsal derinliklerine projektör tutuluyor. Gerçekle düş birbirine karışıyor.
Toprak da su gibi öykü kişilerinin bilinçaltında yer etmiş olayların, saklandığı yer. Toprak örtüyor ama gizleyemiyor. “Akvaryum” öyküsünde olduğu gibi gömülenlerin bir tümseğin altında duruşları rahatsız ediyor. Üstünde bir mermer olması yetiyor, mezara dönüşmesine “Sert Sessizler”de.
Duygu aktarımında ayrıntıların gücünden yararlanarak kuruyor öykülerini. Kokular, nesneler, sesler karakterlerin yaşam tarzlarını, boşluklarını da anlatıyor. “Sert Sessizler” de kokular, yaşamın tanığı olarak betimleniyor, kokmayan yaşamıyor.
Günümüzün insanın açmazlarını, bunaltısını anlatıyor. Sıkışmışlık hissinden kurtulabilmek ve hava alabileceği boşluklar yaratmaya çalışıyor. “Çok Fazla Hava” öyküsünde yaşam şartlarının ezdiği gariban işçilerin saçlı deri parçası ayakkabı tabanına yapıştığı gibi ruhuna da yapışıyor öykü kişisinin. Yaşamla baş edebilmenin sıkıntısını görünmeyen devlerle savaşmaya benzetiyor. Tüm varlıklarının iç içe geçmişliği gözle görünmeyen sadece hissedilen bağlarla bir arada oluşlarını felsefi bir boyutta sorguluyor bu öyküde.
Farklı bakış açılarından anlatıyor olayları, oluşan boşlukları doldurmak, okuyucunun derinliğine kalıyor. En dramatik durumları yalın, dümdüz bir anlatım biçimiyle ortaya koyuyor. Anlattıkları bir izlenim değil, özümsenip içselleştirilmiş bir dünyanın yansıması. “Ammo’ya Bir Tabut”ta oğlunu kaybeden bir annenin acısı ve çaresizliğini çilek reçelinde yanan eliyle birlikte vermesi, anlatımı güçlendiriyor.
Öykü kişilerinin yaşadıkları mekânlarla ilişkisi de ruh durumlarını sezdiriyor. Yazar gölgede kalanlarla görünmeyenleri hissettirmeye çalışıyor. Hemen hemen bütün öykülerde bunaltıcı, sıcak bir hava var. “Haziran”da mekânlar eşyalarıyla, kokusuyla, sesleriyle bunaltan sıcağıyla canlanıyor. “Yaz Evi”nde yıkılmış bahçe duvarıyla, temeli sağlam olmayan, öylece bırakılmış yaşamlar arasında benzerlikler kuruyor. Enkazı bile kaldırmaya üşeniyor öykü kişileri, kabullenmişler bu şekilde yaşamayı, kendi karanlığını sorgulamıyor bile.
Ayrıntılar ve çağrışımlar sayesinde okuyucu, başkalarının duygu durumlarını derinden hissediyor. “Karga” öyküsünde talihsiz tesadüflerin karşısında çaresizlikleri, yas sürecindeki kabulleniş, abartmadan sezdiriliyor.
Yazar metinler arası bağlantılar kurarak genişletiyor öykülerini. “Avcı” öyküsünde Hemingway üzerinden yazarın yapıtlarıyla bağını sorguluyor. Yazarak yaşama galip olmaya çalışırken avcı ava dönüşüyor İhtiyar Balıkçı’dan montajlarla.
İnsan ilişkilerine ait ayrıntılar iyi seçilmiş olması çevresine, dünyaya farklı bir gözle bakabilmesinden kaynaklanıyor. Günümüz yaşam tarzının sarsıcı etkisini başkasının yaşamında hissediliyor. “Tristan ve isolde” öyküsünde ayrı dünyalar kesiştiğinde, duygu ortaklığının niçin yetmediğini anlıyor okuyucu, alt katmanda.
Öykülerde modern anlatım tekniklerinin tüm olanaklarını kullanıyor. Neslihan Önderoğlu her öyküde kendine özgü bir anlatım dili geliştirmiş. “Akvaryum” da ikinci tekil şahsın kullanılması, “Eski Bir Yara” da mektup kullanılması, “Markor ile Makrim”in masalsı havası öyküleri zenginleştiriyor. Öykü dili bazı öykülerde gerçeküstü, gizemli bir hale bürünüyor. Kullanılan dil sayesinde çoğul anlamlar taşıyor gönderme yüklü kelimeler.
Usta işi öyküleriyle Neslihan Önderoğlu çok farklı bir yerde artık. Öykü verimliliğini, gelecekte de sürdüreceğini Filler ve Balıklar’ da öncülüyor. Yaşadığımız dönemin ruh durumunu yansıtma yeteneği, yazınsal özellikleriyle nitelikli ve değerli bir öykü dünyası kurmuş. Öyküler katmanlı yapısından ve ayrıntı zenginliğinden dolayı birden fazla okunmayı hak ediyor.