Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Aralık '11

 
Kategori
Siyaset
 

Fransa'ya hakettiği cevap Muhteşem Yüzyıl'da fazlasıyla verilecektir

Fransa'ya hakettiği cevap Muhteşem Yüzyıl'da fazlasıyla verilecektir
 

Fransa parlamentosu nihayet az katılımlı bir oturumla da olsa Ermeni soykırımını inkar etmeyi suç sayan yasa tasarısını sadece bir kaç milletvekilinin muhalefetiyle kabul etti. Nihayet diyorum çünkü Fransa'nın yıllardır süren, böyle bir karar alma tehdidi sona erdi. Senato onayından sonra yasalaşacak olsa da orada da bir sorun çıkmaması ve şubat ayında yasalaşması bekleniyor. Aslında muhalif vekillerin sözlerinin satır aralarında çok güzel değerlendirmeler vardı. Haber detaylarını kaçırdıysanız incelemenizi öneririm. Sarkozy açısından bunun bir seçim yatırımı olduğu tezine de katılıyorum. Ermeni lobisi gözardı edilemeyecek kadar güçlüyken Sarkozy'nin de bu rüzgarı arkasına alma şansı varken karşısına alması beklenemezdi. 

Lakin ben bugün yine canım ülkemin ne kadar ayrı dünyaların ülkesi olduğunu gördüm. Nasıl bir ülkeyiz ki bu kadar stratejiden yoksun, bu kadar amatör, böylesine günlük reaksiyonlar  içerisinde olabiliyoruz. Böyle bir anlayışa sahip vatandaşların olduğu ülkeyi elbette o anlayışa sahip bir iktidar yönetir. Ama bu sorunun içerisinde en az eleştiriyi hakeden iktidarın da bu iktidar olduğunu söylemek gerekir. Zira 3 yıl sonra dalya diyecek olan başımızın bu belasındaki tek savunmamız olan 'biz kimsenin kılına bile dokunmadık' saçmalığını bu iktidar başlatmadı. Biz daha bu anlamsız refleksten bile yeni kurtulduk. Evet ölenler ve öldürülenler oldu ama soykırım kelimesinin uluslararası hukuktaki koşullarını içeren unsurlar bu olayda ortaya çıkmamıştır demeye yeni yeni ısınıyoruz. Ve kaybettiğimiz bu ufak yüzyılda(!) bu iddiayı seslendirenler bizim kadar sistemsiz değildi elbette ve yavaş yavaş meyvalarını alırlarken bu çalışmalarının, biz de yine üstün savunma sanatımızı ortaya koyduk.

Elbette ilk tepki boykot söylentisi oldu. Ben daha şu yaşımda en az 10 tane boykot gördüm dünyanın değişik ülkelerine yaptığımız. Genelde duruma göre bir haftayla on gün arasında süren boykotlar. Özür dilerim, boykot söylentisi demek daha doğru olur. Çünkü kimse boykot yapmaz aslında o dönemlerde ülkede. Sadece boykot edelim diye listeler yayınlanır, hangi ürünler o ülkenin malı tartışması yaşanır ama kimse mesela 1000.00 TL ucuza bulduğu pejoyu almaktan vazgeçmez aslında. Boykotu yapamamak değil elbette eleştirdiğim ama yapacaksan illa adam gibi yap, değil mi? Ben böyle durumlarda, aslında çoğunluğun şovenist olduğu bir grup tarafından, sırf tribünlere oynamak için yapılan tiyatrodan başka bir şey izlemedim bugüne dek. Hakim karşısında herkesin pişman olduğu fevri ülkemizden anlık parlamalar deyip geçelim...

Bir diğer anlaşılmaz grup ise Fransa'nın özellikle Cezayirde yaptığı katliamlardan bahsederek tepki veriyor. Annem anneni şeyde görmüş diye bir söz var ya, aynen öyle. Bu savunmayla yaptığını kabul etmiş olduğunun bile farkında olmayan bu gruba değinmekle hata ettim sanırım. Boykot daha mantıklı geldi birden.

İsrail malları, Fransa malları derken yerli malı haftası olayını tekrar canlandırmak zorunda kalabiliriz korkarım. Ama elbette çözüm yoluna girmek boykotla falan olacak iş değil. Asıl tehlike bizi önümüzdeki üç yılda beklerken, yapmamız gereken ilk şey dünyanın sistematiğini kavramaktır. Eğer güçlüyseniz, her zaman haklısınızdır, eşitlik ve adalet diye bir şey yoktur, mazlum halklar ve senin dünyanda istedikleri fırtınayı koparacak kadar güçlü amcalar vardır gibi ilk dersleri kavramak gerekir. O zaman hep ezilmiş, hep haksızlığa uğramış olabilirsin gerektiği anlarda. Hatta gerekirse bir bombayla bir ülkeyi ateş topuna çevirmiş ol seni 2.Dünya savaşını bitiren barış sevdalısı ülke olarak bile görürler. Dünyanın diğer ucundaki ülkelerde, 21.yüzyılda, olmadık zulümlerle sivil, asker onlarca kişiyi öldür, bunu da özgürlük getirdim diye ver dünyaya. Kimse itiraz etmez. Ya da kendinin çok değerli kan taşıyan iki tane askeri kaçırılınca bunun acısını masum çocuklarından çıkarırken dünyanın, başka ülke vatandaşlarını da hem de açık denizde dilediği gibi öldürsün. Uluslar arası mahkemelerden aklanıp paklanıp çıkar kimileri. Buna güç denir.

Acı olan ikinci ders ise senin ülkenin gücünün ne kadar olduğunu kavramaktır. Dünyanın en büyük kara ordularından biriyiz gibi gazların etkisinden çıkıp, itibarının getirebileceğinden fazlasını ümit etmekten vazgeçmek... O dersi alırsan bilirsin ki, sen gerçekten sana yutturmaya çalıştıkları kadar güçlü olmuş olsaydın, 'bakın israil ne yaptı, hadi onu cezalandırın' demek zorunda kalmazdın dünyaya. Çünkü İsrail yanına yaklaşamazdı senin vatandaşlarının. 

Soykırım iddiaları değil bizim sorunumuz. Bizim sorunumuz bu dünyada küçük bir ayrıntı olmaktır. Ve ezileceğimiz gün gibi ortadayken, her haksızlıkta şok olmak... Bugün soykırım, yarın başka bir dert. Kimse senin neye üzüldüğünle ilgilenmez. Her Nisan ayında ağzından soykırım kelimesi çıkacak mı diye ciğerci kedisi gibi beklediğin ülke başkanıyla kol kola girmek güç göstergesi değil demek ki... Bir gün çok güçlü olmayı gerçekten başarabilirsek kimse bizi karşısına alıp bu iddiaları ağzına bile alamaz. Ama o güne kadar yapabileceğimiz şeyler kısıtlı. Boykot yaygaralarıyla vicdan rahatlatmaktan başka çaremiz yok gibi. Çünkü büyük tepkiler konusunda Kurtlar Vadisinde Amerikan askerlerinin başlarına çuval geçirerek ABD'den aldığımız intikam gibi Muhteşem Yüzyılda Fransaya kapitülasyonlar vermemekten öteye gidemeyiz şimdilik.

 
Toplam blog
: 63
: 793
Kayıt tarihi
: 28.08.10
 
 

Spor, edebiyat ve farkında olan bir vatandaş olmak için elbette ki gündem, ilgi alanlarım. ..