Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Kasım '13

 
Kategori
Sosyoloji
 

Fukayama, tarihin sonu ve son adam

Fukayama, tarihin sonu ve son adam
 

Fukuyama


Hegel’e göre gerek insanlar gerekse hayvanlar, yemek, içmek ve barınmak gibi kendi dışlarındaki nesnelere yönelik doğal ihtiyaçlara sahiptir. En önemli ihtiyaç kendi bedenini korumaktır. İnsan, hayvanlardan temelde, başka insanların arzusunu arzu etmesiyle, yani “kabul görmek” istemesiyle ayrılır. En başta da insan olarak, belli bir değere, belli bir onura sahip bir varlık olarak kabul görmek ister. Kendi değeri gözünde bu kadar önemli olduğu için, insan yalnızca itibarının söz konusu olduğu bir mücadelede bile yaşamını riske etmeye hazırdır. En derindeki hayvansal içgüdülerini ki bunların en önemlisi varlığını sürdürme güdüsüdür, daha yüksek, soyut ilke ve amaçlar uğruna aşma yeteneğine yalnızca insan sahiptir.

Fukayama, Hegel’e atfen insanları hayvanlardan ayıran özellik kabul görme isteğidir der. İnsanın kabul görmeye bağlı olarak öfke, utanç ve gurur gibi duyguları politikada önemli bir rol oynamaktadır. Bu kabul görme aynı zamanda gelişmenin de itici gücüdür. Hegelin görüşünü paylaşan Fukayamadan insan ile hayvanın ayırt edenin kabul görme olduğunu öğreniriz. Oysa gereksinimlerini karşılamak için üretim yapar, aynı zamanda bu üretim sürecinde doğayı da dönüştüren bir canlıdır.

Hegel’e göre kabul görme ihtiyacı, ilk iki muharibi kendi insanlık onurlarının “kabul görmesi”ni birbirlerine dayatmak amacıyla tutuştukları ve hayatlarını ortaya koydukları bir dövüşe sürüklemiştir. İkisinden birinin doğal ölüm korkusu pes etmeye yol açtığında, efendi ve uşak ilişkisi doğmuştur. Tarihin bu ilk kanlı kavgasında söz konusu olan besin, barınak ya da güvenlik değil, yalnızca itibardır. Dövüşün amacı biyolojik olarak belirlenmediği için, tam da bu nedenden Hegel burada insan özgürlüğünün ilk belirişini görür. Hegel’e göre onurlu bir insan olarak kabul görme isteği, insanları tarihin başlangıcında salt itibar uğruna kanlı bir ölüm-kalım mücadelesine sürüklemiştir. Mücadelenin sonucu toplumun hayatlarını riske etmeye hazır bir efendiler sınıfı ile doğal ölüm korkularına boyun eğen bir uşaklar sınıfına bölünmesi oldu. Efendi ve uşak ilişkisi insanlık tarihinin büyük bir bölümünü dolduran ve eşitsizlik tarafından belirlenen bütün aristokratik toplumlarda çok sayıda görünüş biçiminde var oldu. Ama efendi-uşak ilişkisi sonuçta ne efendilerde ne de uşaklarda kabul görme ihtiyacını tatmin edebildi. Uşak doğal olarak hiçbir şekilde bir insan varlığı olarak kabul edilmiyordu. Ama efendinin elde ettiği kabul görme de yeterli değildi, çünkü bu öteki efendilerden çok tam bir insani değere sahip olmayan uşakların nezdindeki bir kabul görmeydi. Aristokratik toplumlarda yetersiz bir kabul görmenin mevcut olmasının getirdiği hoşnutsuzluk bir “çelişki” yarattı ve tarihi bu ilerletti.

Hegel, efendi ve uşak ilişkisindeki çelişkinin en sonunda Fransız Devrimi tarafından (buna Amerikan Devrimi’ni de eklemek gerekir) ortadan kaldırıldığı görüşündeydi. Demokratik devrimler efendi ile uşak arasındaki farkı yok ettiler; bir zamanların uşakları kendi efendileri oldular, artık halk egemenliği ve hukuk devleti ilkeleri geçerliydi. Efendi ile uşak ilişkisindeki eşitsiz kabul görmenin yerine her yurttaşın öteki yurttaşların insanlık onurunu kabul etmesinden oluşan evrensel karşılıklı bir kabul görme geçti. Yurttaşlarına haklar tanıyarak devlet de bu onuru kabul etti.

Anglo-sakson geleneğinde kabul görme uğruna onurlu çaba aydınlanmış öz çıkara arzu ile aklın bir bileşimi özellikle de bedenin kendini koruma arzusuna tabi olmalıydı. Buna karşılık Hegel hakları kendi başına bir amaç olarak görüyordu; çünkü insana gerçek bir tatmin sağlayan şey, maddi refahtan çok konum ve onurunun kabul görmesiydi.

Hegel’e göre Fransız ve Amerikan devrimleriyle tarihin sonu gelmişti, çünkü tarihsel süreci (kabul görme mücadelesi aracılığıyla) ilerleten özlem, evrensel ve karşılıklı kabul görmeyle belirlenen bir toplumun oluşmasıyla karşılanmıştı.

Fukayama, Liberalizmin karsısında olan faşizm ve komünizmin tarih içinde yok olmaları sonucu, sadece liberalizmin kalmasıyla ve bununda bir ideolojik karşılaşma olamayacağını düşündüğünden tarihin sonu gelmiştir, demiştir. Bu sonda; liberalizm ekonomik, demokrasi ise politik acıdan yönetim için en uygundur diye belirtilmiştir.

1952 doğumlu, Japon kökenli, ABD’li bilim adamı, siyaset bilimcisi ve iktisatçı Francis Fukuyama, Tarihin Sonu ve Son Adam (1992) kitabındaki savunduğu fikirlerle uluslararası çevrelerde ün sahibi olmuştur. Üniversitede öğretim üyesi olmasına rağmen zamanımızın diğer bilim adamları gibi akademisyenliğin dışında sivil toplum örgütlerinde çeşitli görevler üstlenmiş, nitekim şu anda ABD’de John Hopkins Üniversitesinde uluslararası iktisat politikası dersleri vermekte ve çok sayıda bilimsel ve popüler dergide yayın kurulu üyeliği gibi aktif görevlerde yer almaktadır.

Fukuyamanın kısaca Tarihin Sonu tezi tüm dünya entelektüelleri tarafından bilinmekte ve halen tartışılmaktadır. Bu teze göre; batının adeta taptığı liberal ideoloji artık rakip tanımayan bir statüye bürünmüştür. Tarih boyunca, liberalizme karşı en güçlü iki ideoloji varsayılan sosyalizm ve faşizm artık yıkılmışlardır. Fukuyama bu değişimi tarihin sonu ya da ideolojilerin sonu olarak adlandırmaktadır. Ona göre ekonomik alanda liberalizm, siyaset alanında demokrasi ve kültürel alanda çokulusluluk artık vazgeçilmezdir. Zaman içerisinde batılı devletler uluslararası kuruluşlar ve çokuluslu şirketler aracılığıyla bu ideolojik değişimi hızla, özellikle üçüncü dünya ülkelerine yayacaklardır. Ayrıca bu süreçte yolun önemli bir kısmının aşıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Sonuç olarak, Fukuyama’nın öngördüğü süreç tek bir küresel standarda doğru dünyanın bir evrim geçirmekte olduğudur.

Fukuyama’ya göre insanlık ideal düzenini liberalizmle bulmuştur. Bu nedenle tarihin sonuna gelinmiştir. Artık sadece kapitalizm vardır ve ulusal kültürler erimeye uluslararası standartlar ortaya çıkmaya başlamıştır.

Fukuyama tarihin sonunu komünist SSCB’nin dağılmasıyla başlatır. Çünkü 20. yüzyılda kapitalizmin karşısında en büyük ideolojik güç komünizm idi. Fukuyama’ya göre komünizmin dünyadaki en önemli temsilcisi olan Sovyet Rusya’nın yıkılması bu ideolojinin çöktüğün bir göstergesidir.

Diğer taraftan konuyla ilgilenenlerin birçoğu, Fukuyama’nın tarihin sonu tezinin hatalı ve geçersiz olduğunu öne sürmektedir. Hatta bazıları bu tezin asıl amacının liberalizmi meşrulaştırmaya hizmet etmek olduğunu belirtmektedirler.

Amerika’da bu kitapla ilgili övgüler dizilmiştir;

“New York Times” Bestseller’i

“Korkutucu, yol gösterici bir çalışma. Tam anlamıyla realist ve önemli… Tam içinde yaşadığımız dönemle ilgili ve ikna edici. Bugün tüm dünyayı etkisi altına alan değişimlerin derinliklerine tam olarak inebilen bir kitap.”

-Geroge Gilder- Washington Post Book World

“Bu yıl okuduğum en iddialı, en kaliteli ve en önemli kitap. Cesur, açık, skandal derecesinde parlak. Şimdiye kadar Batı’nın zaferi, yanlızca bir gerçekti. Fukuyama ona derin ve son derece orjinal bir anlam verdi.”

-Charles Krauthammer-

“Kışkırtıcı ve zarif. Karmaşık ve ilgi çekici. Fukuyama, ciddi ve etkileyici yollarla önemli sorunları ortaya koyduğu için alkışlanmalıdır.”

-Ronald Steel- USA Today

“Anlaşılır yazılmış, çok hırslı. Sıkı çalışılmış bir politik felsefe ürünü. Fukuyama’nın tartışması, ciddiye alınmaya değer.”

-William H. McNeill- The New York Times

“Hem eğlendirici hem ciddi.  Fukuyama’nın konusu; Amerika’nın yeri ve Amerikan ideolojisi. Bunu tarihin akışını yansıtarak yazmış.”

-George F. Will-

“Tarihin Sonu ve Son İnsan, beni kendimden geçirdi. Fukuyama zarifçe mantık çıkarımları yapıyor. Konusunu güçlü ve güvenli (ikna edici) bir şekilde sunuyor.”

-Richard Lourie- Boston Globe

“Sıra dışı, Muhalif, Üstün bir kitap. İddiasını ister kabul edin ister etmeyin, Fukuyama, politik gelişmelere ciddi bir politik felsefe aşıladı.”

-Mackubin Thomas Owens- Washington Times

Francis Fukuyama; ilk basıldığında dünya çapında ses getiren Tarihin Sonu ve Son İnsan adlı kitabında özetlenirse soğuk savaş döneminin bitmesi üzerine tarihin de sonunun geldiğine işaret ediyor ve bunu “insanoğlunun ideolojik evrimiyle Batı tipi liberal demokrasinin insanlık hükümeti formunda evrenselleşerek sona ermesi”ne eşitliyordu.

Evrensellik olgusunun globallik düzeyine indirilmiş olması bir yana, diyalektik açıdan bir şeyin tarihsel olarak sona ermesi aslında başka bir şeyin de başlaması anlamına gelir. Fukayama’nın aksine tarihin sonu gelmemiştir, kaldı ki medeniyetler çatışması tarihi devam ettirecektir.

Nizamettin BİBER

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..