Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Kasım '13

 
Kategori
Deneme
 

Füreya: Bir kadın bakışı…

Füreya: Bir kadın bakışı…
 

Kuşlar Füreya'nın özgür ruhunu, ağaçlar dengeli yalnızlığını, figürleri ise her zaman inandığı insanca değerleri yansıtmaktadır. *C.Furtun


Beni etkileyen kadınlardan biridir. Bembeyaz kabarık saçlarının altında simsiyah kaşları ve simsiyah çelik gibi sert bakan gözleriyle. Hep mi böyle bakmıştı hayata, hangi yaşanmışlıklar sinerdi insanın gözlerine. Her şeyi saklayabilirsin belki ama gözlerdeki anlamı silemez hiç kimse.

Değilmiş, yani öyle değilmiş, hep öyle keskin bir bıçak gibi bakmazmış. Onunla ilgili Ayşe Kulin’in romanını okuyorum bu günlerde. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarındaki pırıl pırıl, neşeli, hevesli bakışlar bir süre sonra yerini buzlaşmış birer ateş topuna bırakmış. İlk defa insanın bakışlarının zaman içinde nasıl değişebileceğini Zeki Müren’in gözlerinde keşfetmiştim. Yıllar önce Bodrum’da müzeye dönüştürülen evinde duvarlardaki resimlerine bakarken ne kadar büyük fark olduğuna şaşırmıştım. Çok gördüm geçirdim ve tiksindim, öfkelendim, acılar çektim bakışı gelip yerleşmişti gençliğindeki ışıltılı gözlerine.

Füreya’nın bakışları da öyle. Öfkeyle sertleşmiş bakışlar gibi. Birinde aşk, birinde mantık ikisi de kendine göre olmayan adamlarla iki evlilik, daha karnında kaybedilen, doğamamış iki bebek, verem ve daha başka ailede yaşanan bir sürü şey. Füreya’nın hayatını anlatmayacağım şimdi burada uzun uzun. Hayatını okurken bana hissettirdikleri daha çok. Zengin ya da fakir, ünlü ya da ünsüz ya da sıradan bir hayatı yaşayan herkes hayattan düşen acı payını bir şekilde alıyor sanırım. Ama geç ama erken, ama çok ama az, ama şiddetli ama seyirtip geçen. Ve hayatta hiçbirşey istenildiği gibi olmuyor. Yaşanan büyük acılardan delirmeden sıyrılabilmek için insan bir şeylere tutunmak istiyor. Sanata meyilli Füreya’nın ailesinin birçoğunda da acıdan kurtulma çabası seramik sanatçısı, ressam, yazar gibi sanatçıları çıkarmış Cumhuriyet tarihinin gelişim sürecine.

“Çalış” diyor kendi de evlat acısından resme sarılmış Fahrülnissa teyzesi, kardeşi Aliye’ye dediği gibi. Veremden sanatoryumda yatarken (sanatoryumda yatmak fikri acayip cazip geliyor bu arada, bu aralar bana -kitaba başlamazdan önce de-herşeyden uzaklaşıp herkesden pencerenin kenarında oturup uzaklara, ormanlara, dağlara bakıp bakıp kitap okumak ne güzel olurdu-Heidi’nin Clara’sına özenir mi insan? Özeniyor işte) resim yapmak istemeyen Füreya için oyalansın diye bir kutu kil getiriyor Aliye. Ve böylece Türkiye Cumhuriyetinin ilk kadın seramik sanatçısı bir sanatoryumda çamura verilen şekil gibi biçimlenmeye başlıyor.

O günlerde, Kılıç Ali’yle evli olan Füreya’nın yanında başka biri var. Ona hergün çiçekler, hediyeler getiren, onu mutlu etmek için elinden ne geliyorsa yapan, yalnız bırakmayan, aşkı için her şeyi göze alan, karşılık beklemeden seven seven seven bir adam, yaşı Füreya’dan oldukça büyük Şevki bey.

Bir kadın için sanırım en önemli şey anlaşılabilmek. Zenginlik, para, mal, mülk hatta tek başına sevmek bile yeterli değil çoğu zaman. Ruhunu anlayan, dinleyen, bilen ve sen söylemeden aklından geçeni sana veren bir can yoldaşı. Ne kadar güçlü olursa olsun bir kadın bir gün yanı başımda onu destekleyen, anlayan, kol kanat geren bir erkeğin varlığından güç almak istiyor. Ama bu herkese nasip olmuyor maalesef. Gençliğinde evlenip tüm hayatı boyunca bir dediği iki ettirilmeyen, sahiplenilen, el üstünde tutulup, kocası çalışıp evi geçindiren, hem evin hem dışarının işi ile boğuşmak zorunda olmayan, kendi küçük sarayında erkeğine ve çocuklarına hizmet ederek mutlu olan kadınlar yalnızlığın ne demek olduğunu anlayamaz.

Hayatta güçlü kadınlar mı yalnız kalır? yoksa yalnız kaldıkları için mi güçlü olmak zorundadırlar da ondan mı güçlüdür? Bilmiyorum, belki ikisi de belki iki seçenek de değil, tamamen kişiye göre değişen bir şey sanırım. Ve tek başına, kimsenin koruması altında olmadan var olabilmek mi yoksa ruh eşini bulup onunla yoğrulup, onun kollarında yaşamda yerini bulabilmek mi? Asıl mesele de işte burada sanırım ruh eşini bulabilmekte (ruh eşi de ne kadar bayat ve klişe bir laf ama gerçekten var öyle bir şey ve bunun yerine söylenebilecek başka bir şey bulamıyorum-ruh eşi diyelim geçelim-).

Ve neden bilmem hep şunu büyütmüşümdür içimde bu dünyaya geldiysek bir nedeni olmalı varlığımızın, bir şeyler bırakmalı, birşeyler yapmalı varlığının bir anlamı olmalı. İşte o yüzden böyle güçlü, yoktan var etmiş, zorluklara yenilmeyip yıkıldığı yerden yeniden dirilip hayatına ve yaşadığı topraklara yenilikler sunmuş kadınların hayatı cezbediyor beni. Üstelik böylesine “cennet anaların ayaklarının altındadır” “kadınlar baş tacıdır” denilip her tür hakkının elinden alınmaya çalışıldığı, sevgiden öldürüldüğü, dövüldüğü, sırf bazı erkeklerin kendi kara zihniyetlerinden kara çarşaflara sokulduğu, kara çarşaflara olmasa bile evlere hapsedildiği vs. vs. topraklarda hem kendi kişisel zaferini tarihe yazdırıp hem de ülkesine faydalı kadınlara hayranlık duymamak elde değil. Sadece sanatta değil her anlamda bilim, edebiyat, tıp ve aklıma gelmeyen daha birçok alanda.

Herkes büyük işler başaramaz muhakkak, en azından kendi kişisel dünyamızda ezmeden ezilmeden var olabilmeli ama tek başına ama ruh eşinle (!) birlikte. Ya mesleğin her ne ise en iyisini yapmaya çalışarak ya evinde iyi, temiz, faydalı çocuklar yetiştirerek ya ikisini birden yapmaya çalışarak.

Dağıttım biraz konuyu toparlayayım.

Kadın olarak var olmak zor belki ama şu da bir gerçek ki erkeklerden çok daha güçlü çok daha cesaretli, çok daha metanetli.

Füreya ve onun gibi kadınların hayatı yazılmalı, okunmalı, bilinmeli. 

   

  

 
Toplam blog
: 78
: 874
Kayıt tarihi
: 03.10.08
 
 

Yaş olarak 35 dolaylarında, bir arkeoloğum. Çoğu zaman eksileri artılarından fazla da olsa mesleğ..