Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

08 Haziran '08

 
Kategori
Futbol
 

Futbol oynamak ve oynayamamak işte bütün mesele bu

Futbol oynamak ve oynayamamak işte bütün mesele bu
 

Ronaldo gol atamadı ama savunma düzenimizi maç boyunca bozdu.


Dün gece her şey güzeldi. Avrupa Şampiyonasını dört gözle bekliyordum. Hatta geceye hazırlık olması için maçı izleyeceğimiz mekâna gece 12’de gittim. Öncesinde Çekler ile İsviçrelilerin kapışmasını izlemeyi sonrada bizim çocukları ekran başında da olsa desteklemeyi istiyordum. Uzakdoğu’da olduğum için maç saatleri buranın saatine göre gece yarısına denk geliyor ama bu şölende uykunun da pek anlamı kalmıyor. Gittiğimiz mekân güzel bir yerdi bir sürü yabancının yanında Çinliler de sandalyelerinde yerlerini almış ellerinde içkilerini yudumluyorlardı. Çeklerin maçında cebimdeki Türk bayrağını daha çıkarmamıştım. Her şeyimi gecenin bir saati başlayacak olan Türkiye maçına saklıyordum. Günlerdir gazetelerde yazıldı çizildi. Yorumcular ya beğendi ya beğenmedi. Onlarca yorum onlarca muhabbet gazetelerin ya da internet köşelerinin sayfalarını doldurdu. Fatih Terim’in açıklamaları diğer spor yazarlarımızın bizim takımımızı öven yazıları ile maç saatine kendimi çok sıkı hazırladım. Maçımızın başlamasına dakikalar kala Türk bayrağımızı çıkarıp masamıza astım ve arkadaşlarımla beraber milli takımımızı desteklemeye başladım. Buraya kadar her şey normaldi. Hayalimde sahada savaşacak bir milli takım vardı. Pozisyonlara girecektik, Ronaldo’yu öyle bir tutacaktık ki adım atamayacaktı. Toplarımız kaleci Ricardo’ya mermi gibi gelecekti. Bu hayaller ile Portekiz maçına başlamıştım. Ta ki maçın ilerleyen dakikalarında bizim takımın sahadan silinmesine kadar.

Portekiz’in iyi bir takım olduğunu az çok hepimiz biliyoruz. Bu yıl dünyanın en iyi futbolcusu olan Ronaldo gibi bir yıldızlarının olması da onları bambaşka bir havaya sokuyor. Kurt hocaları Scolari takımını kupaya fişek gibi hazırlamış. Herkes topu nereye atacağına nerden nasıl kaçacağına çok iyi çalışmış. Topu aldıkları zaman hemen düzenlerini kurup milli takımımıza sahada adım attırmadılar. Kornerlerinden taçlarına kadar tüm maç içindeki hareketlerini sanki önceden biliyorlarmış gibi çok rahattılar. Dakikalar içinde takımımızı sahadan sildiler. Bizimkisi bir umuttu, zar zorda olsa bu kupaya katılmıştık. Avrupa’da çok başarılı olan oyuncularımız bu maçta bizleri güldürecekti diye umut ediyorduk. Takımımızın çok iyi bir futbol oynamadığını az çok biliyorduk. Ama futboldu bu, her şey olabilirdi. Gördüklerimiz ile kalbimiz aynı şeyi söylemiyordu. Gördüğümüz iyi bir milli takım değildi ama kalbimizde milli takım dünyanın bir numarası idi. Biz bu maçı alabilirdik. Portekiz’i ezebilirdik. Tüm bu düşünceler aslında ne gerçek nede yalandı, ama bir şey vardı ki biz bunu hep içimizde saklıyorduk. Oda bizim milli takımımızın aslında iyi top oynamadığı ve gerçekten de hayalimizdeki gibi müthiş bir takım olmadığı gerçeği idi. Evet milli takımımıza baktığımız zaman elle tutulan, rakibimi dağıttığımız maç sayısı ne yazık ki sadece birkaç tane idi. Bu durumda dün gecenin farklı olmasını istememize rağmen futbolda oynamadan kimseye puan vermedikleri gerçeğini bir kenara atamazdık.

Maçın ilk dakikalarında doğal olarak karşı takımı tanımaya ve oyunumuzu oturmaya çalıştık. Paslar yaptık, uzun toplar oynadık, kenarlara kaçtık ve her şey bitti. Portekiz ilk 5–10 dakika oyunu ve takımımızı tarttı. Scolari’ de kenardan nasıl bir takım ile oynadıklarını az çok gördü ve Portekizliler sazı ellerine aldı. Sağdan soldan ortalar gelmeye başladı. Sağ kanatta Ronaldo çok etkili olmasa da bizim savunmamızı yıpratmaya başladı. Gol pozisyonu yoktu ama Portekiz oynuyordu ve bir şekilde bir yerden pozisyonun geleceğini biliyorlardı. Dikkatli oynuyorlardı. Top bizim ayağımızda iken topa hemen basıp tekrardan topu kazanıyorlardı. Bizim oyuncularımız Portekiz savunmasında kaybolmuştu. Hatta bir iki pozisyonda ceza sahasında yerde kalan oyuncularımız penaltı bekliyorlardı. Her şey bu kadar kolay değildi. Portekiz oynuyor biz ise top oynamaya çalışıyorduk. Portekiz oynadıkça top oynamaya çalışmayı da bıraktık ve sadece Portekiz’i durduralım da gerisini boş verelim mantığında bir şeyler yapmaya çalıştık. Derken kalemizde beklenen golü gördük ama Allahtan ofsayttı. Portekiz için üzülecek bir şey yoktu çünkü zaten oynayan onlar izleyen bizdik elbet pozisyonlar bulacaklardı. İlk yarıyı zar zorda olsa gol yemeden kapattık. Gerçi ikinci yarı pek bir şey değişmedi. Biz sonuçsuz ataklar ile sadece Portekizlileri oyuna ısındırdık. Antrenman maçı havasında attığımız toplar kayboldu gitti. Dakikalar ilerliyordu ve sıkıştığımız açıkça belli idi. Oyuncu değişiklikleri de ilaç olmamıştı. Hazırlık maçalarının her an hata yapan adamı Gökhan Zan yine ölümcül bir hata yaptı. Hem sarı kart gördü hem de sakatlandı. Portekizli oyuncuda o dakikadan sonra işi direklerin şansına bıraktı ve toplar çatır çutur direklerden dönmeye başladı. Emre orta sahada top tutacağı ve akıllı paslar atacağı yerde sadece basit toplar ile sanki karşımızda zayıf bir takım varmış havasında oynuyordu. (Bu kadar basit bir oyun anlayışı ile Euro 2008’ den erken dönmekten başka şansımız pek yok gibi) Basit paslar kontrolü kolay uzun toplar Portekizliler için leblebi diye tabir edilen toplardı. Ricardo kalesinde rahat rahat oynuyordu. Kornerlerimizde toplarımız Portekizlilerin kafalarında ya da Ricardo’nun ellerinde bitiyordu. Portekiz ise %65’e %35 topla oynama üstünlüğünü eline almıştı. Her şey onlar için rahattı. Çünkü bizim çocukların ne yapacakları az çok belli olmuştu. Uzun oyna belki top seker mantığı ile oynanan bir oyundan gol bulmak sadece mahalle maçlarında olan şeylerdi. Portekizliler her oynadıkları topu nereye ve nasıl oynayacaklarını biliyorlardı. Bizimkiler topu aldıkları zaman futbolda sanırım yeri pek olmayan “hadi kendi kalemize oynayalım” mantığında topu sürekli kendi kalemize yakın tutuyorlardı. Kimse maçta ne yapacağını bilmiyormuş gibi şaşkındı. Topu ayağımıza aldığımız an ile kaybettiğimiz an arasında sadece birkaç dakika vardı. Top taca çıkıyor bizimkiler yine şaşkın şaşkın kim atsın diye bakınıyorlardı. Bu arada Ronaldo sola geçmiş bizim savunmayı yavaş yavaş eritmeye başlamıştı. Gol bir şekilde gelecekti. Zaten Portekizliler direkler ile oynamaya başlamışlardı. Yapmaları gereken çok iyi oynamak değil topu kalemize yuvarlamaktı. Biz ise sahada olmayan Emre’nin takımımızın beyni olarak topları dağıtmasına kalmıştık. Sağ kanatta Kazım istekli olmasına rağmen her seferinde birkaç Portekizliyi karşısına alıyordu ve doğal olarak topu kaybediyordu. Birde bunların yanında yaptığımız gereksiz fauller ile oyundan silip gitti bizim milli takım. Üzülmemek elde değil bu kadar büyük hayallerin içinde bari en azından top oynayan bir milli takım görseydik. Tuncay defansın arasında boğuldu kaldı. Ne yan top yapabildi ne de doğru düzgün defansın arasına kaçabildi. Garibim Nihat tek başına didindi ama nereye kadar. Herkes kendi anlayışında bir şeyler yapmaya çalışıyordu ama ortada her telden çalan bir saza karşı, notalarından müzik çıkan bir Portekiz takımı vardı. Her şey sadece 61. dakikaya kadardı. Direklerin yapacak bir şeyi kalmamıştı. Pepe daha topu alır almaz ben bağırdım “Adam gidiyor ortayı alın” göz göre göre çalışılmış bir organizasyonun ardından Pepe topu ağlarımıza yolladı. Artık iyice dibe vurmuştuk. Geri kalan 29 dakikada mucize olmasını bekliyorduk. Bizim milli takım sanki satranç oynar gibi yavaşladıkça yavaşladı. Topu atacak yer ararken topları atacak yer bulamadan kaybetmeye başladık. Portekiz köşe atışların ardı ardına ceza sahamıza yolluyor, biz ise sanki 1-0’ı koruyalım mantığında yine uzun ve kolay topları Portekizlilere hediye ediyorduk. Ronaldo iyice ısınmıştı. Soldan tren gibi geliyor bizim çocukları telaş kaplıyordu. Direkler yine savunmamızda en iyi oynayanlar olarak öne çıkıyorlardı. Artık havlu atılmıştı. Takımımızın morali ve kondisyonu iyice düştü. Rakibinin gardını düşürmüş yumrukları ardı ardına indiren boksör gibi Portekiz atakları takımımıza vurdukça vuruyordu. Bizde kenarda bu kadar kötü oynayan bir milli takıma şaşırıp kalmıştık. Kim girecekti bu maçı kurtaracaktı. Sabri’nin çektiği şutlar kaleyi bulmaz iken. Semih oyunda adını duyuramadan soyunma odasının yolunu tutuyordu. Kazım hem sinirli idi hem de topları basit ortalar ile Portekizlilere yolluyordu. Sabri orta yapıyor top kimseye değmiyordu. Hamit yorulmuştu. Emre bizim savunmaya geri pas atmak ile meşguldü. Topları geriden çıkaracak adam Servet ise tüm iyi niyetine rağmen sakat sakat ne kadar oyun kurabilirdi. Zaten Servet topu iyi kullanan bir adam olmamasına rağmen işimiz ona kalmıştı. Orta yapalım seker, uzun oynayalım top kaçar mantığı tutmayacaktı ve tutmadı da. Portekiz top oynamaya turnuvaya renk katmaya gelmişti. Ceza sahalarından öyle güzel çıktılar ki Ronaldo topu sürükleyip içeri yolladı. Oyundan düşürdüğü iki oyuncunun yanı sıra top yanlış hatırlamıyorsam Deco tarafından çok güzel bir dönüş ile sağındaki bomboş bekleyen Meireles’e yollandı. Atak o kadar güzel gelişmişti ki sonunda gol olmasa futbol adına yazık olacaktı. Boş pozisyonda savunmamızın çöktüğü bu anda kalemizde organize gelinen ve her kesin ne yapacağını bildiği bir taktiğin ikinci kez kurbanı olduk. Son dakikalarda ise ne yapılacaktı ki. Olan olmuş maç elden gitmişti. Maçı kazanıp ya da kaybedebilirdik bunun çok önemi yoktu ama bu kadar silik oynamanın önemi vardı. Bizim milli takımımız bu kadar silik olmamalıydı. Tamam, çok iyi oynamıyorduk ama bu kadar kötüde değildik. Soyunma odasının yolunu tutarken Fatih hocanın “Hazırız” mesajı kafamda uçuşmaya başladı. Ne yazık ki hazır değildik. Herkes kendisinin istediği şekilde oynuyordu. Takımımızın oyuncularının kaliteli olması bir şeyi değiştirmeyecekti. Ortada bir sistem ve bir düzen olmalıydı ama ne yazık ki notalar birbirine karıştı ve ne yazık ki Stat de Geneve’de kaybolup gittik.

Daha önümüzde iki maç var ama hazır olmayan bir milli takım bu iki maçta neler yapabilir? Dün yaşadığımız geceyi ben bir kaza olarak görmek istiyorum. Bu oynadığımız oyuna inanmak istemiyorum. Önümüzdeki İsviçre maçında takımımızın en azından sahada bir şeyler yaptığını ve bu futbol anlayışını ortaya koymadığı bir maç bekliyorum. Dilerim takımımız bu maçın moralsizliğini üzerinden atacak ve İsviçre maçında her şey başka olacak. İsviçre kötü oynamamasına rağmen ilk maçında yenildi ve kazanmak isteyecek. Taraftarının da önünde sahaya bizi yenmeye çıkacaklar. Biz ise bu atmosferde akıllı ve planlı bir oyun ile İsviçrelileri hüsrana uğratabiliriz. Yoksa bu paslar, ortalar ve bu anlayış devam ederse, İsviçre maçından sonra THY uçaklarında takımımızın yeri hazır olacak. Ben bu turnuvadan erken elenecek bir takım hayal etmiyorum ama kalbimin hayal ettiği ile gözümün gördüğü arasında uçurum var. Dilerim gözüm beni yanıltır ve bizim çocuklar ikinci maçlarında sahada aslan gibi oynarlar. Yolları açık olsun.

 
Toplam blog
: 180
: 4193
Kayıt tarihi
: 13.11.06
 
 

Kariyerini Uzakdoğu sahne ve televizyonlarında geliştiren  sunucu, şovmen, yazar, oyuncu Uğur Rıf..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara