- Kategori
- Kültür - Sanat
Garip gerçekler
Merhaba...!
Bu yazımda bazı garip gerçeklerden söz etmek istiyorum.
Ha, merhaba diye başladım da.
Bakın merhaba ne demekmiş.
Farsça’da “benden sana zarar gelmez” anlamında kullanılıyormuş. Arapça’da ise “rahat olun, yadırgamayın, günaydın, hoş geldiniz” demekmiş.
O zaman güzel Türkçemden; günaydın, tünaydın...
Çoğu zaman bir demet çiçektir yaşam. Bir demet çiçek verdik mi çok şey ifade etmiş oluruz.
Bilirsiniz her düğünde, her gelinin elinde mutlaka bir demet çiçek bulunur. Bu çiçekler sahi de olabilir yapma da. Bir elinde damat olsa bile, bir elinde mutlaka bir çiçek.
İşte gelinin elindeki çiçeğin öyküsü.
Rivayet ola ki...
Bir kavmin insanları eskiden yılda bir kez, mayıs ayında yıkanırlarmış. Evlenecek gençler de çoğu zaman haziran ayında evlenirlermiş. Çünkü yeni yıkandıkları için daha az kokarlarmış.
Yılda bir kez yıkanan insan kokmaz mı?
Düğünlerinde, kızlar eşlerine güzel kokmak için ellerine güzel kokulu bir demet çiçek alırlarmış.
Şimdilerde gelinin eline verdiğimiz bir demet çiçek, işte o günlerden bu günlere kadar adet olmuş gelmiş.
“Timsahın gözyaşları” deyimini hepimiz hiç değilse bir kez söylemişizdir. Söyledik de, ne olmuş timsahın gözyaşına hiç düşündük mü?
İşte.
Timsah avını yerken ağzını çok açtığı için gözünden bir sıvı akarmış. Bu sıvının acıyla, üzüntüyle hiçbir ilgisi yokmuş.
Halbuki gözyaşı üzüntünün, derdin işaretidir, değil mi efendim?
Biz, bir şeye üzülmediği halde üzülüyormuş gibi görünenler için “timsahın gözyaşları” deyimini kullanırız.
Oysa timsahın gözyaşları, karın doyurma gözyaşlarıymış.
Çocuk kırda dolaşırlarken bir kelebek kozasının başında durmuş. Bakmış içinde bir kelebek dışarı çıkmak için uğraşıyor. Çocuk bu ya, kelebeğin çabucak ve yorulmadan çıkması için kozayı kendi elleriyle açmış. Fakat kozanın içinden çıkan kelebek yere düşüp ölmüş. Çocuk üzülmüş. Oysa kelebek kozasını kanatlarıyla delermiş. Bu çalışma esnasında da kanatları güçlenirmiş. Kozadan çıkınca kanatları belli bir güce eriştikleri için de uçabilir, düşüp ölmezmiş.
Garip ama, böyleymiş işte.
Filmlerde ya da gerçek yaşamda çoğumuz boğa güreşi seyretmişizdir. Matador elinde kırmızı bir bez tutar. Boğayı bu bezle tahrik eder. Biz böyle biliyoruz.
İşin aslı nasılmış biliyor musunuz?
Şöyle.
Aslında boğalar renk körüymüş. Siyahı, beyazı, kırmızıyı, moru seçemezlermiş. Kırmızı bezden daha çok inekler nefret ederlermiş.
Diyeceksiniz ki boğalara ne oluyor da kırmızı bez görünce saldırıyorlar.
İnek yerine kondukları için kızarlarmış da ondan saldırırlarmış.
Hem biliyor musunuz, iyi inekler merdivenlerden çıkarlar fakat inemezlermiş. Bu söz ne kadar doğrudur bilemem. Hem merdiven çıkan hem de inen ineklerin hepsi kötü mü?
Yaaa...!
İnek yerine konmak da ne ola ki?
Örümcek ağının ipleri, aynı kalınlıktaki bir çelikten daha sağlammış.
Şimdi oturduğum yerden sorsam; ”çakmak mı önce icat edilmiştir yoksa kibrit mi?”
Haydi, yanıtlayın bakalım. Kibrit mi dediniz.
Hayır.
Çakmak kibritten önce icat edilmiş.
İnsanlar öpüşürlerken mutlaka gözlerini kapatırlarmış.
Durun durun, hemen denemeye kalkmayın. El gün de bir şey oluyor sanacak.
Gözlerini kapatırlarmış işte.
Nedenini ben de bilmiyorum.
Annesiyle kızı doktora gitmişler. Doktor kıza “soyun muayene edeceğim” demiş. Kız “hasta olan ben değilim annem” demiş. O zaman doktor anneye dönerek ” açın ağzınızı, uzatın dilinizi” demiş.
Biliyor musunuz, herkesin dilinin izi farklıymış. İnsan vücudundaki en güçlü kas da dilin kaslarıymış.
Güldünüz, gülünüz efendim gülünüz.
Çünkü gülmek için on yedi, surat asmak için ise kırk üç kasa ihtiyacımız varmış.
İnsan niçin göz kırparmış? Gözüne ışık vurursa, gözüne bir şey kaçarsa, birisine sevgisini ifade etmek isterse. Karşısındakinin saklıca bir yere gelmesini isterse. Birisinin bulunulan ortamı terk etmesi istenirse. Birisinin halini hatırını sormak için.” N’aber der gibi ”Tiki varsa. İki gözü birden kırparsan evet anlamı çıkar.
Daha birçok anlamı olabilirmiş, göz kırpmanın.
Peki.
Kadınlar erkeklere oranla iki kat daha fazla göz kırparlarmış. Acaba niyedir?
Vallahi öyleymiş. Ben söyleyenlerin yalancısıyım.
Küçücük bir hava değişiminde hapşırıverir insan. Bir hapşırma işlemi nasıl gerçekleşir hiç dikkatinizi çekti mi? Hapşırırken gözlerinizi kesinlikle açık tutamazmışsınız.
Biliyorum şimdi hapşırmayı beklemeye başladınız.
Şekere tatlı demeyen tek hayvan kediymiş. Çünkü kediler şeker tadını seçemezlermiş.
Sadece dişi sivrisineklerin ısırdığını biliyor muydunuz?
Şimdi ben bir ördek bulup bir duvarın dibine götüreceğim. Ve ördeği vak-vaklatacağım. Bakalım sesi yankı yapıyor mu?
Birisi “ördeğin vak sesi yankı yapmaz dedi de”
Siz ne yapacaksınız?
Şimdi, ilk defa İsviçrelilerin dedeleri olan Helveçyalılar’ ın kullandığı makası almaya kalktınız, bu yazıyı keseceksiniz. Kesip, katlayıp saklamayı düşünüyorsunuz. Deneyin bakalım kestiğiniz bu gazete kağıdını yedi defadan fazla katlayabilecek misiniz?
Boşuna uğraşmayın, olmaz, katlayamazsınız.
Çekirgelerin kulakları dizlerindeymiş.
Karıncalar uyumazlarmış.
Burasını da kesin efendim.
Kesin.