Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mayıs '09

 
Kategori
Günübirlik Turlar
 

Garipçe-Rumeli Feneri gezi günlüğü

Garipçe-Rumeli Feneri gezi günlüğü
 

Hani bir yere giderken sevdiklerimizi, sevdiğimiz şeyleri yanımızda götürürüz ya, bizler de memleketimizden göç ederken yanımızda taşıdık geleneklerimizi, göreneklerimizi, gurbette yaşatmaya çalıştık. Senelerin verdiği alışkanlıklar da var elbette taşınan bu kültürde. Yeni nesilde ise yavaş yavaş kültürden uzaklaşma, büyükşehrin kültürüne ayak uydurma çabası hakim. Bizler geldiğimiz yörenin kültürünü aktarma çabası gösterirken, yaşadığımız şehrin kültürünü de yakından izleyen şanslı bir grup olarak bir araya geldik Çaydef Fotoğraf Kulübü olarak…

İlk sergimizin teması “İstanbul’da karadenizden izler”… Arkadaşlarımız bu temaya uygun fotoğraflar çekmek için her hafta sonu yollara düştü ve fotoğraflar yakaladılar kah Beykoz’da, kah Beylerbeyi’nde, kah Garipçe’de… Bu hafta geçen hafta başlanan Garipçe programının devamı olarak Garipçe-Rumeli Kavağı gezimizi düzenledik. Kulüple ilk kez katıldığım gezi için heyecanlıydım. Yoğun bir tempodan sonra bol oksijen alma ihtiyacı da bir diğer nedenimdi. Bahar geldi ya, içimde şehirden kaçma doğayla baş başa kalma arzuları uyanmaya başlamıştı, tıpkı diğer arkadaşlarım gibi. Grup olma heyecanımız da ayrı bir mutluluk kaynağımızdı. Geziye başlarken düşünmediğim, gezi sonunda arkadaşlarımın ricasıyla yazmaya başladığım ve günü bana tekrar yaşatma imkanı doğuran “gezi günlüğü” ne dönersem…

Fotoğraf tutkusu ve birlikte bir şeyler başarabilme isteğiyle yola çıkan Çaydef Fotoğraf Kulübünün bu hafta hedefinde Garipçe-Rumeli Feneri vardı. 09 Mayıs Pazar günü planlanan gezi sabahın erken saatlerinde başladı. Sessiz bir İstanbul beklerken anneler günü dolayısıyla çiçekçiler, annelerine gitmek için yola düşenler, annelerini kahvaltıya götürmek için erkenden kalkanlarla doluydu İstanbul sokakları. Tatil günü sessizliğine, anneler günü telaşı katılmıştı. Bizlerin annelerimize hediyemiz çektiğimiz fotoğraflarımız olacaktı.

Buluşma noktamız Üsküdar’daki Beşiktaş Motor İskelesi önüydü. 7:50 deki buluşmaya heyecanla 7:30 da gitmiştik. Bundan sonraki heyecan kimlerin geleceğiydi. Sabah erken saatte kalkmak zordu pek çok kişi için. Hele her sabah iş telaşıyla kalkıp, İstanbul trafiğiyle boğuşanlar için Pazar günleri uyumak vazgeçilmez olabiliyor. Fotoğraf tutkunları içince vazgeçilmez olan “fotoğraf çekmek” ti. Güzel bir bahar sabahı Üsküdar’da olunca değerlendirmek de lazımdı, geçen her anı. Sahilde gazete okuyarak arkadaşlarımızı beklemeye başladık Nurayla. O önceki gezilerden tecrübeli, son anda geleceklerdir diyor. Pek çoğu da geleceğim dediği halde, uykuya yenik düşecek. Pınar saatinde gelir derken kırmızı saçlarıyla gözüküyor ekibin kaptanlarından biri. Başlıyoruz diğer arkadaşları beklemeye. Uyanıp, geleceği konusunda şüphelerimiz olan Hakan’ı görünce gözlerimize inanamıyoruz. Artık vapurla Beşiktaş’a gitme zamanı, programdan şaşmıyoruz. Deniz tüm güzellikleriyle karşımızda. Sakindi olabildiğince…

Grubumuza Nurettin ve İsa’nın katılmasıyla canlandık biraz daha. Saat ilerledikçe kahvaltı görüntüleri süslemeye başladı hayalimizi. Sarıyer’den uzaklaştıkça İstanbul’dan kopuyor, başka şehre gidiyor gibiydik. Yeşilin tonlarına, baharda açan çiçekler karışmış, içimize tatil özlemini katmıştı. Yaz geldikçe tatil ihtiyacımız da artmaya başlamış, bunu her pencereden dışarıya baktığımızda biraz daha anlıyorduk.

Daha önce geziye katılanlar için tanıdık olan yollar, yeni katılanlar için sürprizler saklıyordu. Garipçe köyüne ulaştık sonunda iyice acıkmış bir halde… Geçen haftadan ortamı ve kahvaltının tadını bilenler sanki komşuya kahvaltıya gelmişiz gibi rahatça dolaşmaya başladılar. İlk günün tedirginliğiyle çevreyi incelerken konu saç olunca benden konuştuklarını anlıyorum. Nuray “ablam” diyor. Böylece tanışmış oluyorum mekanın sahibesiyle. Ne güzel, Karadenizli kadınlar girişimcilik örneği sergilemişler ve işletmeyi açmışlar. Yavaş yavaş Çayeli’ni düşündüm. Bugünlerde birkaç olan işletme sayısı zamanla artacak diye umuyorum. Pansiyon işletmeciliğine de başlarsak, orda da benzer keyfi yaşamak neden olmasın. Çok çalışmamız lazım çok diyorum… Midemden gelen ses “Garipçedesin, önce karnını doyur” diyor ve bu ses beni mutfağa götürüyor. Tabakları alıp gidiyoruz mutfağa. Çeşit çeşit peynirler, zeytinler, reçeller… Köy meyvelerinden yapılmış reçelleri tatmak lazım. Salatalık, domatesi unutmamak gerek. Bu arada domates analizi yaptırıyorlar bana. Tadarak ancak lezzet testi yapabiliyorum, domates kokusunu aldığıma ve çekirdeklerini gördüğüme göre diğerlerine göre iyidir, “Yiyelim” diyorum. Yeni kızaran sigara böreğinin de lezzetine diyecek yoktu. Bu arada grubumuza Neşegül, Birol, Fatma ve Havva da katıldı. Herkesin ilk sorusu “Arda nerde” olunca kahkahalara boğulduk, “Bizi değil, Arda’yı mı istiyorsunuz” diye Birol cevap verince. Bizler kahvaltıya devam ederken Nuray’la Pınar bahçeye konuştular lahanaları çekmeye. Bahçeyi önceki gün bellemişler, kaçırdık. Sizin için tekrar yaparız dediler ama bu kadar kalabalık bir günde işlerinden etmek olmazdı. Zaten grubumuzdan garson, bulaşıkçı talepleri de olmadı değil... Hafta sonları karın tokluğuna iş, neden olmasın bu cennet köşede?

Kahvaltıdan sonra gözetleme kulesine doğru yola çıktık, ağaçların, çalıların arasından, yayla yollarından çıkıyormuş gibi hissederek…

Çalılar arasından ilerlerken doğru yolu bulmak için sezgilerimizi kullanıyoruz. Alışkınız köy yollarından, yayla yollarından ne de olsa. Fatma “kendimi yaylaya çıkıyormuş gibi hissettim” diyor. Birol da her adımda Fatma’yı arıyor. Malum eşi ya, ya bir şey olursa diye. Biz de yalnız gitmenin hüznünü yaşıyoruz. Kısmet belki başka sefere diyerekten. Gözetleme kulesine varır varmaz hemen tırmanıyoruz tepeye. Havva hemen bir köşedeki taşa tırmanıp oturuyor. Hani sınav kağıtlarını yanına alsa orda okuyabilirdi. Pınar, Nuray, Neşe, İsa, Hakan fotoğraf çekme telaşında. Son anda kamerayı verip kendimi özgür kıldığım Nurettin de perde arkası görüntüleri için güzel anlar yakalama telaşında. Tepeden limana bakınca pek çok sahil gibi bakımsızlıktan muzdarip olduğunu açık açık görüyorsunuz. Bu arada geçen hafta gelen arkadaşlar Fatih’in projelerini anlatıyorlar. İş dolayısıyla aramızda olmayan Fatih’in de kulaklarını çınlatmış oluyoruz. Bu arada Pınar; en yüksek ve en uygun yeri seçtikten sonra.tripodunu kurmaya başladı bile. Tehlikeli bir bölge olduğu için hemen grup çalışmasına geçildi. Hakan tripodu tutarken, Nuray, Pınar’ı tuttu. Pınar fotoğraf çekerken Nurettin onları görüntüledi, İsa da fotoğraflarını çekti. Ben de bu manzarayı görünce grup çalışması konusunda eğitimlerde kullanılabilecek bir görüntü diye düşündüm. Bu konuda eğitimli olan kişilerin gösterdiği performans diye düşündüm ve projelerinin bir gün başarılı sonuç vereceğine inandım. Keşke dernekteki gençlerle de bu tür çalışmalar yapabilsek diye içimden geçirmedim değil. Bir de ahh çekiş…

Artık kulede işimiz bitmişti ve kaleye geçebilirdik. Hava sıcak olunca kana kana çeşmeden su içmek ayrı bir keyif. Bir de sudan klor kokusu gelmeden özgürce içmek… Kaleye gittiğimizde herkesin çoktan piknik sezonunu açtığını görüyoruz. Bir yanda mangallar, bir yanda çaylar… Bir de gelen karadeniz müziği coşku dolu pikniklerimizi hatırlatıyor bize. Önce işimizi halledelim deyip fotoğraf çekmeye başlıyor arkadaşlarımız. Bir grup manzara fotoğrafı çekerken, Neşe piknik yapanlarla sohbet edip, fotoğraflarını çekmeye başlıyor. Bu arada Arzu, arkadaşı ve arkadaşının kızı Ezo katılıyor aramıza güzel ve temiz havayı içlerine çekerek… B Onlar da hemen fotoğraf çekmeye koyuluyorlar. İlk kez aramızda olmalarına rağmen hemen kaynaşıyoruz. Bu kaynaşma da horonun payı da yok değil. İşimiz bitip müziğe doğru yönlendiğimizde ordaki grubun horona başladığını görüyoruz. Bizim grup durabilir mi horonu görünce, hemen horona katılıyorlar ben de onları çekiyorum kameraya. Horonla kalmıyor iş bir de kolbastı faslı başlıyor. Medarı iftiharımız İsa temsil ediyor bizi kolbastıda. İsa’yı alkışlarken diğer gruptakilerin performansını da alkışlamadan geçemiyoruz. O esnada bir başka grup ta misketle coşuyor. Bizimkiler çiftetelli oynamasa olur mu, onu da oynuyorlar. Bu arada hepimiz Havva’yı merak ediyoruz, nerelerde diye. Kendine bir köşe bulup sınav kağıtlarını okuduğunu öğreniyoruz.

Artık kaleden ayrılma zamanı gelmişti, kahvaltı yaptığımız mekana doğru ilerliyoruz. Geçerken de peynir, tereyağ satan kadınları görüyoruz. Yoğun işleri olunca yardım için İsa’yı aramayı bile düşünmüşler. Bizim İsa’nın ticarete atılması yakındır. Mekanımız kahvaltıdan sonra gelen misafirlerle hala dolu. Kadınlar koşturup çalışıyor. Geçen hafta gelemeyenler evin fotoğraflarını çekerken Nuray bir ineğin peşinde takılıp fotoğraflarını çekmek için aramızdan uzaklaşıyor. Pınar da incik boncuk satan çocuklarla hem sohbeti koyulaştırmış, hem de fotoğraflarını çekiyor. Ekip dört bir yanda çalışıyor anlayacağınız. Bu çalışmayla da Garipçe turumuzu bitiriyor ve Rumeli Fenerine doğru yola çıkıyoruz.

Garipçe’den ayrılırken kır çiçekleri arasındaki yoldan otobüs durağına doğru ilerliyoruz. Sıcak olunca küçük fotoğrafçımız Ezo arada yoruluyor ama pes etmeden yola devam ediyor. Nihayetinde otobüs geliyor ve Fenere doğru hareket ediyoruz. Hedefimiz Garipçe’den gördüğümüz Türk bayrağına doğru ilerlemek. Limana doğru ilerlerken çay bahçesi bizi kendine çekiyor ama önce iş diyor, limana doğru ilerliyoruz. Ezo da onaylıyor bu düşüncemizi. Zaten bizden önce varan Birol, Fatma, Neşe ve Havva da bizi bekliyordu. Önce balıkçı tekneleri arasında dolaştık, toplu fotoğraf çektirmeyi ihmal etmeyerek. Bu arada gördüğümüz limanda küçücük alanın ticarethaneye dönmüş olması iyice şaşırtıyor bizi. Artık çay içme zamanımız gelmişti. Huzur içinde oturduğumuzda yorgunluktan çayın tadı bir başka güzel geliyor. Bir de Arzu’nun aldığı kekler. Bu arada ev keki, böreği talebi gelmedi değil. Talepleri değerlendireceğiz artık… Boş boş da oturmuyoruz zamanı değerlendirirken projelerimizi konuşuyoruz.

Bundan sonra son durağımız kale… Bu kez İstanbul küçükmüş dedirten olay gerçekleşiyor ve Hakan Okumuş’u karşımızda buluyoruz. Etkinlik duyurularımızdan haberdar olduğunu söylüyor. Biz de hemen demek etkinliklerimizi okuyanlar var diyoruz. Hakan da “dünya duydu sizi” diye cevap veriyor. Demek tanıtımlarda iyiyiz diyoruz ama daha iyisini yapmak için planlar yapmaktan da vazgeçmiyoruz. Hakan da fotoğraf çekmeye başlıyor bizimle. Tırmanıyoruz yukarılara, fotoğraf çekme heyecanıyla. Ezo da bizimle çıkıp inmeye devam ediyor, tehlikelere aldırmadan. Arzu da bol bol fotoğrafını çektiriyor, güzel manzarayı bulmuşken.

Artık dönüş vaktiydi ve tatilden dönüyormuş hissiyle Sarıyer, Beşiktaş üzerinden yola koyulduk. Karnımız acıkmış ve sinyaller başlamaya başlamıştı. Beşiktaş’a gelmişken, hepimizin sevdiği bir mekanda kumpir yiyerek günü kapatalım dedik. Elimizi yüzümüzü yıkayınca yanık izlerimiz iyice ortaya çıkmıştı. Pınar’ın yanıkları saçlarıyla çok uyumlu olmuş, daha da sevimli gözüküyordu. Hakan, İsa, Nurettin de yanık izleriyle hafta sonunun hatıralarını taşımış oldular, fotoğraf haricinde. Nuray da dikkat etmesine rağmen güneşten nasibini almıştı benim gibi…

Hepimiz artık evimize gidip dinlenmek istiyorduk. En çok da Hakan. Çünkü o sabah erken kalkamam diye hiç uyumamıştı. Bundan sonra hedefimiz sergiydi ve sergiden sonra gezilere devam edecektik. O kadar çok plan yapıldı ki, Hangi birini gerçekleştirebileceğiz bilemiyorum.

Mutlulukla dolu bir gün geçirdim Çaydef Fotoğraf Kulübüyle herkesin de benzer hisleri yaşadığını düşünerek. Bizler yolumuza devam edeceğiz ve sizlere de çevremizi, duygularımızı fotoğraflarla aktarmaya çalışacağız. Bizlerle olan herkese teşekkür ediyor ve bizlerle olmak isteyen herkesi aramızda görmek istiyoruz. Sizlerin katılımıyla her gezimiz çok daha güzel olacaktır.

 
Toplam blog
: 69
: 718
Kayıt tarihi
: 29.01.09
 
 

Kelimeleri ardı sıra ekleyerek ve içine yüreğimden gelen sesi katarak yazdıklarım anlatır beni size..