- Kategori
- Basın Yayın / Medya
Gazetecilere neler oluyor?
Başlıktaki soruyu sormamın son nedeni Sabah gazetesinin 12 Ağustos tarihli pazar ekinde okudum bir söyleşi. Gazeteci Şirin Sever, Bodrum Kaymakamı Abdullah Kalkan ile “Bodrum’u ve Bodrum’un sorunlarını konuşmak” amacıyla bir söyleşi yapmış ama anlaşılan kaymakam beyin performansından pek memnun kalmamış. Bunu nereden mi anlıyoruz? Öyle, satır aralarını filan okumaya gerek yok, Sever yazının girişinde bunu açıkça belirtiyor: “Türkiye'nin en hızlı yaşayan, en gözde, en kalabalık, en eğlenceli tatil beldesinin kaymakamı Abdullah Kalkan. Onun da yaşadığı şehir kadar canlı, hızlı, iddialı, belki eğlenceli olması gerekiyordu bana göre. Ama değildi! Şart mıydı? Orası tartışılır ama deniz, kum, eğlence şehrinde bu kadar ciddiyet bence fazla! Amaç Bodrum'u ve sorunlarını konuşmaktı ama biz ne yaptık? Önce Mozelyum'da, sonra Bodrum Kalesi'nde uzun bir tarih dersi aldık! Ardından laptop'unu önüne koydu, ekranı açtı, araştırmalarını dizdi karşısına, uzun uzun, düşüne düşüne cevap verdi. Her şey mevzuata uygun yani! Kesinlikle sınırlarının dışına çıkmıyor, heyecanlanmıyor, asla o kaymakam gömleğini çıkarıp içini dökmüyor. Bu röportaj 4.5 saatlik uzun bir konuşmanın ardından ortaya çıktı; konferans notlarının dışına taşanları ilginize ve bilginize sunuyorum...” Bazı söyleşiler vardır, gazetenize verilen reklâm karşılığında gidip bir firmanın yetkilisiyle konuşmanız gerekir. Bunların, gazeteciler için pek de heyecan verici söyleşiler olduğu söylenemez. Karşınızdaki bol bol firmasını övecektir, sizin de reklâma haber süsü vermek için araya bildik birkaç soru sıkıştırmanız gerekiyordur. Böyle bir durumda, Şirin Sever’in yaptığı gibi söyleşinin başına, “Gittim konuştum ama nasıl da sıkıcı bir adamdı” yazısı da yazamazsınız üstelik. Burada ise, gazeteci tarafından istenen bir söyleşi söz konusu anladığımız kadarıyla. Ama Sever, öyle bir yazmış ki, sanırsınız birileri ona “Bodrum kaymakamı inanılmaz renkli biri, Türkbükü plajlarından çıkmıyor, eşi de aynı Paris Hilton, bir git konuş, muhteşem bir söyleşiyle dönersin valla” demiş ama kaymakam o gün havasında değilmiş. Bir memnuniyetsizlik ki sormayın gitsin. Hâlbuki yazının başında belirtilen amaç ne? “Bodrum’u ve Bodrum’un sorunlarını konuşmak”. Eh, kaymakam bey ne yapmış, Bodrum’un sadece eğlence yönüyle tanınmasından rahatsızlık duyduğunu, çok zengin bir tarihe de sahip olduğunu, plansız yapılaşma nedeniyle kanalizasyon, elektrik, vs. gibi altyapı yatırımlarının yetersiz kaldığını, vs. söylemiş. Yani tam da Bodrum’un sorunlarından bahsetmiş! Şimdi gelelim “Kesinlikle sınırlarının dışına çıkmıyor, heyecanlanmıyor, asla o kaymakam gömleğini çıkarıp içini dökmüyor” kısmına. Canım, herkes karşısında bir gazeteci görünce, hele de Türkiye’nin üç büyük gazetesinden birinden geliyorsa, maymunluk yapmak zorunda mı? Kendisiyle “Bodrum Kaymakamı” kimliğiyle ilgili olarak söyleşi yapmaya gelen bir gazeteciye oturup özel hayatını mı anlatsaydı? Söyleşinin bütününde de Sever’in aldığı cevaplardan bir türlü memnun olmadığını görüyoruz. Bazen, gazetecinin karşısındaki kişi soruya kaçamak cevaplar vermeye çalışır, konuya bağlı olarak gazetecinin görevi de karşısındakine çanak tutmak değil doğru cevaba ulaşmaya çalışmaktır ama işin tuhafı, burada kaçmaya çalışan biri yok! Sever soruyor : “Maki Otel'de silahlar konuştu geçtiğimiz haftalarda. Bodrum ve Türkbükü mafya beldesi mi oluyor? Cevap : “ Bugüne kadar olmadı, bundan sonra da olmayacak, bunu çok net söylüyorum. Bodrum'un yaz nüfusu kışa göre bire beş, bire sekiz, bire on artıyor ama Bodrum'un suç oranı, nüfusun artışı paralelinde artmıyor. ” Soru : “ Bu sorumun cevabı değil ki! ” Pardon, soru neydi bir kez daha hatırlayalım : “ Bodrum ve Türkbükü mafya beldesi mi oluyor ? ” Peki cevap ne : “ Bugüne kadar olmadı, bundan sonra da olmayacak, bunu çok net söylüyorum ” Bunun üstüne ayrıca suç oranının artışıyla ilgili bilgi de var. Eh daha nasıl bir cevap bekleniyordu acaba ? Sever’in söyleşi yaptığı kişiye karşı takındığı saygısız tutum, bu kadarla kalmıyor, dozunu giderek arttırarak devam ediyor : “ Bir açıklamanızda 'Bodrum'da yanan yerler imara açılmayacak, ' demiştiniz. Amiyane bir tabirle sorabilir miyim, kim takar Bodrum kaymakamını? ” Böyle bir soruyu kim sorar sizce ? Nuriye Akman’ın sert bir üslubu vardır söyleşilerinde, karşısındakini köşeye kıstırmaya çalışır ; Neşe Düzel konuyu etraflıca derler toparlar ama herhangi bir soruyu sormaktan kaçınmaz ; Ayşe Arman daha başkadır, daha rahat, daha özgür bir tarzı vardır, söyleşileri genellikle çok renklidir ama bu üslup hiçbirine de yakışmaz sanki. “ Genç ” gazeteciler de Ayşe Arman tarzında işler yapmaya çalışırken, giderek kendilerini fazla mühimsemeye başladılar. Ayşe Arman olmaya çalışırken Savaş Ay’ın manken söyleşilerine çevirdiler işi. Başlıktaki soruyu sorma nedenim de bu zaten. Bir gazeteci, söyleşi yaptığı kişiye tepeden bakma hakkını kendinde nasıl bulur ? O kişiden çok daha bilgili, yetenekli, akıllı, vs. olabilirsiniz. Ancak her şeyde olduğu gibi bir söyleşi yaparken de önceden yanıtlanması gereken sorular vardır. Kimle ve neden konuştuğunuzu bilmeniz gerekir. Bodrum kaymakamıyla, Bodrum’un sorunlarını konuşmaya gittiyseniz alacağınız budur. Karşınızdaki hem kaymakam hem dansçı, hem şarkıcı, hem ressam, hem genetik alanında çalışmalar yapan bir bilim insanı çıkarsa aman ne mutlu, alın size “ renkli ” bir söyleşi. Bodrum kaymakamının “ kendisini kimin takacağı ” sorusuna verdiği cevap da yine son derece mantıklı olmuş : “ Kanunlar uygulanır, herkes de kanunlara uymak mecburiyetindedir ”. Gelelim kaymakamın gece hayatına... Soru : Gece hayatınız var mı, Bodrum gibi bir yerde yaşayıp kayıtsız kalmıyorsunuzdur herhalde eğlenceye? Cevap : Geceleri çıkarım, barlar sokağında yürürüm. Bodrum Kafe'de oturur, denizcilerle çay içerim ya da dondurma yerim. (Aman nasıl sıkıcısınız kaymakam bey, “ happy hour partilerini hiç kaçırmam, arkadaşların teknesiyle açılır, Bodrum’a gelen tüm ünlülere mutlaka evimde davet veririm ” desenize) Soru : Plaj kültürünüz var mıdır, jet ski yapar mısınız mesela? (Plaj kültüründen anladığınız bu mudur Sayın Sever ? Ben kaymakama kaymakam demem, jet-ski’den anlamıyorsa... Breh breh breh...) Cevap : Muğla valimiz ilk tanışmamızda gömleğimin kolunu çekti yukarı ve 'bak bunlar amele yanığıdır' dedi. (kısa gömlek kolunu kaldırıp beyaz yerleri gösteriyor) Sosyal hayat biraz sınırlı. Soru : Neden, kaymakamlar denize giremez mi? (Bakın yine sinirlendirdiniz Şirin Hanım’ı !!! Cık cık cık...) Cevap : Yok, hayır. İş yoğunluğu, koşuşturmaca fazla. Eşim ve çocuğum gider ama benim pek vaktim olmuyor. Gelelim biraz da toplumsal konulara, mesela Türkbükü’nün lağım kokması... Soru : Lağım mı götürecek Türkbükü'nü yani, sadece bakılacak mı? (B.k içinde yüzeceğiz yani diyorsunuz, ay inanamıyorum, nasıl heyecansız, nasıl duyarsız, nasıl renksizsiniz, pes yani !) Cevap : Bu sorunlar Bodrum belediyelerinin tek başına altından kalkabileceği nitelikte değil. (Oldu mu ama, yine böyle sıradan, resmi bir cevap verdiniz. Ne kavga çıkar bundan, ne de manşet, offff, offf !) Bu söyleşinin bende yarattığı sinirle biraz dağınık bir yazı oldu benimki de. Demem odur ki... gazetecinin bir tarzı olabilir, gazeteci cesur sorular sorabilir, gazeteci kimsenin dalkavuğu olmak zorunda değildir, bunlara eyvallah. Ama 12 Ağustos 2007 tarihinde Sabah gazetesinin Pazar ekinde Şirin Sever imzasıyla yayınlanan söyleşinin tarzı, ne gazetecinin soru sorma özgürlüğüyle ne de başka etik bir değerle açıklanabilir. Size istediğiniz “ malzemeyi ” vermedi diye, çünkü istenen “ bilgi ” alınmıştır ama “ malzeme ” eksiktir, söyleşi yapmaya gittiğiniz kişiyi okuyuculara bu şekilde yansıtmaya hakkınız yoktur. Ancak günümüzde gazeteciler kendilerini o kadar “ üstün ” görmeye başladılar ki, icra ettikleri mesleğin sınırları hakkında düşünmeye bile gerek duymuyorlar herhalde...
Not: Yazıda kullanılan resim Sabah gazetesinin 12 Ağustos tarihli pazar ekinde yayınlanan söyleşiden alınmıştır.
Not: Yazıda kullanılan resim Sabah gazetesinin 12 Ağustos tarihli pazar ekinde yayınlanan söyleşiden alınmıştır.