Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ocak '13

 
Kategori
Tarih
 

Gaziantep Yahudileri

Gaziantep Yahudileri
 

Gaziantep- Havra


 

Giriş:
 Türk boylarının Gaziantep çevresine yerleşmelerinden önce burada yaşayan halklardan birisi de Yahudi-Musevi  cemaati idi. 1904 Yılında yapılan sayımda yalnız Gaziantep içinde  759 Yahudi yurttaşın yaşadığı bilinmektedir. Yahudiler Türkler  egemenliği sağladıktan sonra da onlarla çok iyi geçinmişler,Osmanlı devletinin sadık bendeleri olarak uzun yıllar burada yaşamışlardır. Askerlik yapmamaları; sadece ticaret ve çeşitli sanatlarla uğraşmaları sonucunda bir çok Gaziantep’li Yahudinin oldukça varsıl aileler oldukları düşünülebilir. Fakat bunlar özellikle  “Antep Savaşı”ndan sonra artık yavaş yavaş İstanbul’a ve İsrail’e göç etmişlerdir. Bugün artık Gaziantep’te Yahudi ailesi kalmamıştır.
Biraz Yahudi Tarihi:
 Yahudi büyüklerinin, krallarının ve peygamberlerinin adları kutsal kitapları olan Tevrat'ta yer aldığı gibi ilk kez Halep'in 60 km. kadar yakınlarında 1975 yıllarında bulunan 4500 yıl önce kurulmuş EBLA Krallığı harabelerinde ve bulunan tabletlerde de yer aldığı görülmüştür.
 Güzelbey  (1992,31), bu tabletlerde bulunan peygamber adlarını sayarken AB RA MU (İbrahim Peygamber) ve Tevrat'tan başka adı geçmeyen Davud Peygamberin adlarının bulunduğu da görüldü.  EBLA Krallığının İ.Ö.2300 yıllarında yaşamış  "Ebrium" adlı bir kralları vardı. Bu adın Tevrat'ta yer alan ve Yahudilerin atası  sayılan İbrahim Peygamberin adına çok benzediğidir. Üç büyük dinin: Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet'in tarihi kökenini İbrahim Peygambere bağlarlar. Tevrat'ta İbrahim Peygamberin yurdunun Güney Mezopotamya'da "Ur" kentinde olduğunu yazar. Bazı yazarlar İbrahim Peygamberin İ.Ö.1800 yıllarında buradan göç ederek, Suriye'den geçerek  Filistin'e yerleştiğini kabul ederler
 .Diğer yandan bir zamanlar Gaziantep'in ilçesi olan Kilis'in güneyinde kalan (Korus (Kurus) Kalesi Yahudi mitolojisi açısından önemli bir yerdir. Korus’un adı Peygamberler Tarihi’ne karışır. Şimdi Suriye sınırları içinde kalan Korus, ile Süngütepe köyünün güneydoğusundaki kalenin bulunduğu tepe ve bunun güney batısındaki dağ da Korus'dan benzetilerek  halk tarafından "Horoz" dağı diyerek anılmaktadır.
 Kale içinde ve çevresinde Bizanslılarla yapılan savaşlarda ölen dört sahabe ile Orya Nebi diye anılan kişinin türbesiyle, üç bin kişi alabilen Aspendos tipinde bir açık hava tiyatrosu  ile ,mermer  sütunlar, çok iri taşlar ve sütun başlıkları görülmektedir (Güzelbey, 1992,31).
 Bu çevre halkı Orya’yı “Horo” diye anmakta ve büyük saygı göstermektedir. Mezarı ziyaret edilir, çocuklarına “Horo” adını verirlermiş. Korus ve çevresi Hazret-i Ömer zamanında Ebu Ubeyde tarafından fethedilmiştir(Belazuri,C.I,ss.238-240).
 Davud Peygamber Hazret-i İsa’dan önce 1086 Beyt-i Lahm’da doğmuştur.Süleyman Peygamber’in babasıdır. Oriya onun komutanı idi. O öldürüldükten sonra Davud Oriya’nın dul karısı ile evlenmişti. Bu duruma göre Korus kenti 3000 yıl önce vardı ve bayındır bir kent idi.  Orya Nebi’nin türbesinin bulunduğu yerin Beni İsrail Peygamberlerinden Şemail (İsmail) Peygamber zamanına kadar çıkan çok eski bir tarihi vardır. Rivayete göre Hazret-i İsmail İ.Ö.1899 yılında 137 yaşında ölmüştür.
Davud ve Orya Nebi’nin Öyküsü:
  Hannan oğlu Oriya  Nebi, İsrail Peygamberlerinden Hazret-i Davud’un döneminin komutanlarındandı.  Hazret-i davut İsa’nın doğumundan önce 1086 yıllarında Beyt-il-lahim’de doğmuştur. 15 yaşlarında babası İsa’nın koyunlarını otlatırken Şemail (İsmail) Peygamber tarafından Talut’ a halef tayin edilmiş, İsrail’oğullarına baskı yapan Calud’u öldürmek koşuluyla Talut’un kızına namzet olmuştu.
 Talut (Şaul) Beni İsrail’in ilk hükümdarıdır. İsrailoğulları Hazret-i İsmail’den kendilerine bir Melik istemişlerdi. O’da, bu çok fakir olan Talut’u seçmişti. Talut uzun boylu, yakışıklı bir adam idi. Filistinlilerle, Amuni’lerle ve Amelika ile bir çok savaşlarda bulundu;tümünü yendi. Filistin’lilerin askerleri arasında pek uzun boylu ve çok cesur Calut (Goliat) adlı birisi vardı. Kimse kendisine karşı çıkamıyordu. Davud 18 yaşında olduğu halde karşısına çıkarak bir sapan taşıyla kendisini öldürmüş ise de Talut Çalut’a karşı çıkana kızını vereceğini vadettiği halde bu sözünde durmamış ve Hz.İsmail’in öğütlerine de kulak asmamaya başlamış idi.. Hz.İsmail buna çok üzülüyordu. Hz.Davud’u Talut’un yerine melikliğe uygun görmüştü. M.Ö.1040 yılında  40 yıllık hükümdarlıktan sonra Talut Filistinliler tarafından öldürülmüş, Davud onun yerine geçmişti(Kaamus-ül-alam).
 Talut öldürüldükten sonra Davud yedi yıl onun oğluyla uğraştı. Suriye ve El-cezire bir bölünü fethetti,topraklarını genişletti.Davud bundan sonra Oriya’nın dul kalan  karısı Sabiğ ile evlenmiş,ondan da Hazret-i Süleyman doğmuştu (Ebu İshak,144; Tarih-i Eb-il fida,25, Konyalı,497).
 Eb-il fida Hz.Davud’un bir çok savaştan sonra Filistin topraklarından Şam’ı aldığı gibi Amman,Mab,halep,Nusaybin ve Ermenistan kentlerini de kendi sınırları içine kattığını yazar.  Konyalı’ya  (1968,49)göre Orya  Nebi Hazret-i Davud’un  komutanlarındandır. Tarihçi İbn-i Şıhne’nin belirttiğine göre Davud Peygamber  eski Gaziantep olan Delük (yada Düluk) (şimdi Gaziantep’e bağlı bir köy) kentinde asker hazırlayarak Korus’a hücum etmiş ve Hannan’ın oğlu olan Orya (Oriya) burada ölmüştür. Bu bilgiye göre Dülük (Eski Gaziantep) de Davud’un devletinin sınırları içinde idi.
 Eb-il Fida,Talut’ut Musa’nın vefatından 495 yıl sonra,Hazret-i Davud’un da  535 yıl sonra öldüklerini yazar.
Gaziantep çevresinde Museviliğin bu tarihlerde yayılmaya başladığı söylenebilir.
Davud, Beyt-ül mukaddes’in temelini atmış, tamamlanmasını oğlu Süleyman’a vasiyet etmiştir.
 Şemseddin Sami, Hz.Davud’un 70 yaşlarında İ.Ö.1016 yılında öldüğünü söyler.
 Vaka-i Meşhure’ye göre Davud Peygamber bu çevrede hükümdarlık yapmış ve Dülük'teki Yahudi Kalesi'nde bir süre istirahat etmiştir. Karataş'taki Yahudi Kalesi'nde dahi oturduğu söylenmektedir (Göğüş,1997,50).
Eski dönemlere ilişkin tarih ve rivayetler hep birbirine karışmıştır. Bir rivayete göre Filistin Yahudi kralı olan Hazreti Süleyman'ın krallığının sınırları Antep'e kadar uzanıyordu. İ.Ö.868 yıllarında Antep'e geldiği, şimdiki spor alanının yerinde bulunan  "Göv Meydan"da birkaç gün konakladığı belirtilmiştir (Halep Salnamesi, Vaka-i Meşhure).
Keyhüsrev’in Yahudileri Kollaması:
 İran hükümdarı Kurus (Keyhüsrev) Midya'yı M.Ö.550 yılında zaptettikten sonra sınırlarını Ege Denizine kadar genişletmiş, Babil, Asur, Finike'yi baştanbaşa istila etmişti. Kurus ,Mısırlılara karşı Yahudileri (Beni İsrail)'i  koruması altına almıştı. Amacı, bu bölgeleri  Mısır'ın  tecavüzünden korumaktı. Bunun için bu bölgede bir tampon devlet bulunması gerekiyordu. Babil'liler Kudüs'ü işgal ettikleri gibi mukaddes mabedi yıkmışlar, hazineleri de Babil'e götürmüşlerdi. Beni İsrail'i tutsak yaparak Babil topraklarına sürerek getirmişlerdi. Bunların sayısı 40 bini aşkındı. Kurus Babil'e girince burada bulunan bütün Yahudilerin Filistin'e dönmelerine müsaade etti. Babil hazinelerini açarak Asur hükümdarı Sargon'un Kudüs mabedinden getirdiği bütün altın, gümüş vazoları ve kıymetli eşyayı onlara verdi. Yahudiler Kudüs'e döndüler. Mabedlerini ve evlerini yeniden yaptılar. Kurus onların Lübnan'dan yapı için kereste getirmelerine bile yardım etti (Tarih-i Surya, Beyrud 1881,s.109). Yahudiler Kurus'a  Babil'in işgalinde yardım etmişlerdi. Kurus da onların egemenliğini ve özgürlüğünü tanımak suretiyle karşılık vermişti.

Doğu Roma İmpatarluğunda Yahudiler:
 Bizans İmparatorluğu döneminde, özellikle Heraklius (610-641) zamanında Anadolu ve özellikle Antakya, Gaziantep çevresindeki Hıristiyan mezhepleri olan Yakubiler, Nasturiler ve Hayliyyon fırkası arasındaki çekişmeler ve düşmanlık çok ileri düzeye ulaşmıştı. Bu çekişmeler Hıristiyan ve Yahudi halk arasındaki çekişmelere de yol açmış; Antakya'daki Yahudiler isyan etmişler, Patriği öldürmüşlerdi. Bunun üzerine Heraklius Antakya'ya asker göndermiş, Yahudilerin bir çoğunu öldürtmüştü. Yine bu yüzden Yahudiler Sur valisini öldürdükten sonra, geceleyin kente girerek Hıristiyanları öldürmek için Finike ve Filistin Yahudileriyle gizli bir anlaşma yapmışlardı. Sur metropolidi bunu daha önce öğrendiği için  bu plan önlenmişti. Fakat Yahudiler  kiliseleri ve manastırları yıkmışlar, içinde bulunan kıymetli eşyayı yağmalamışlardı. Rum Hükümeti şiddetli önlemler aldı. Sur'daki bütün Yahudiler öldürtüldü ve Kaysariyye 'de de böyle olaylar olmuştu. İmparator kardeşini göndererek buradaki Yahudilerin tümünü kırdırmıştı. İşte bu gibi olaylar ülkenin her yanında Musevilerin hükümetleri aleyhinde kin ve husumetlerini son dereceye vardırdı (Medeniyeti İslamiye Tarihi,C.1, Dersaadet, 1328, s.40.). Yahudiler o dönemde Rumlardan öç almak için Acemlerden 80 bin Hırıstiyan esirini satın alarak hepsini katletmişlerdir(İ.Hakkı Konyalı, Kilis Tarihi,İstanbul,Fatih Matbaası,1968,s.47).
 Gaziantep ve civarında çok az Yahudi olduğu için onlar bu tecavüzlerden uzak kalmışlardı.
 Kudüs ve çevresinde bulunan Yahudiler Romalılardan böylesine zulüm görmeye başlayınca ve özellikle Beyt-ül-mukaddes" (Kudüs)'ün tahribinden sonra  bir çok Yahudi Hicaz'a ve çevre eyaletlere hicret etmişlerdi.  Yıldızlara tapan "Nebat" kavminin de buralara hicret ettikleri  bilinmektedir.
İslam Arabistan'da doğduğu zaman bu topraklar Bizans Devleti'nin hakimiyeti altında idi. Halkın çoğunluğu putperest idi. İkinci derecede hakim din ise Yahudilik idi. Buralarda hem Bizans'ın hem de İran'ın madeni paraları geçerdi."Dirhem" denilen gümüş paralar tartı ile alınır verilirdi. Bunun nedeni de halkın paraları kenarlarından makasla keserek tartılarını azaltmış olmaları idi.
 Hazret-i Muhammed 632 yılında öldüğü zaman henüz İslamın sınırları Gaziantep çevresine kadar yayılmış değildi fakat Hazreti Ömer zamanında Hz.Ömer'in komutanlarından Ebu Ubeyde zamanında Gaziantep 636 yılında Araplar tarafından alınmıştır (Fütuh-u Şam,C.2, Mısır, 1302, s.5).

Yahudilerin Kudüs'e Yerleştirilmeleri:
 Göğüş, (1997,345) kitabında bu olayı şu şekilde anlatmaktadır:
 Kanuni Sultan Süleyman'ın hanımı Hurrem Sultan'ın sarayda hüküm sürdüğü günlerde Rüstem Paşa sayesinde Osmanlı topraklarına akın akın Yahudi göçü başlamıştı. Bu göç Sultan Abdulhamit zamanına kadar sürdü. Sultan Abdulhamit zamanında ise daha çok serbest yaşamaya ve açık ticaret işlerine başlamışlardı. Hatta Abdülhamit Yahudilerin havralarına bile yardım yapmıştır.
 Osmanlı demiryollarından büyük bir servet edinen Barun Hirş Yahudi idi. Ölürken (1895) Yahudilere bir yurt kurulması için iki buçuk milyon altın vasiyet etmişti. O dönemde Doğu Avrupa'da, özellikle de Rusya'da Yahudilere çok eziyet edilmekteydi. Barun Hirş bunları kurtarmak için ve bir araya toplamak için düşündüğü yeri bile bulmuştu. Bu yurt Arjantin idi.
 Ama o zaman buraya binlerce göçmen yönlendirilmişken, bu ülkenin yöneticileri Arjantin'de Yahudilere parayla bile toprak vermekten kaçındılar. Hele Theodor Herzel adında bir Macar Yahudisi işe karışınca Arjantin'e göçten tümüyle vazgeçildi. Kısa bir süre sonra yalnız doğu Yahudilerini değil dünyadaki bütün Yahudileri  bir araya toplamak üzere Filistin vatan olarak seçildi. Fakat  A.B.D.lerinden New-York Başhahamı bu karara katılmamış, "Yahudilerin yeni Kudüs'ü Washington kentidir; bizi tekrar Filistin'e götüremezsiniz" diyerek itiraz etmişti.
 1997 yılında İsviçre'nin Baal kentinde 204 temsilcinin katılmasıyla toplanan Dünya Yahudileri kongresi Filistin'de bir  "Yahudi Yurdu" kurulmasına karar verdi ve bu kararın uygulanmasına Herzel memur edildi.. Bu kongrede Yahudi masonlar büyük rol oynamışlardır.
 Bir yıl sonra Almanya İmparatoru II.Wilhelm Abdülhamit'iti ziyaret ettikten sonra Kudüs'e uğradı. Bu yolculuğun nedeni daha sonra anlaşılmıştır. O zaman niyetinin Alman papazlarına bir manastır yaptırmak için arsa aramak niyetinde olduğu açıklanmıştı. Oysa gerçek amacı Yahudi Yurdu davasına yardımcı olmak istediğini Kudüs'te ilan etmekmiş. Herzel bir heyetle Kudüs'te II.Wilhelm'i ziyaret etmişti. Wilhelm Başvekili Prens Bülov yanında olduğu halde Herzel'in sözlerini dinlemiş sonra şu yanıtı vermiştir:
 "Büyük mütefikkim Sultan Abdülhamid Han'ın Filistin üzerindeki hükümranlık hakkına saygı göstermeniz şartiyle benim yardımlarıma güvenebilirsiniz."
 Fakat Abdülhamit Han, II.Wilhelm'in oyununa gelmemiştir. Kudüs'ten dönüşünde İstanbul'a uğrayan Herzel, doğru Yıldız'a gitmiş ve Almanya sefiri iltimas ettiği için huzura çıkabilmiştir. Dünyanın her yanından gelecek göçmenler için Filistin'de bir "İdari Muhtariyet" aradığını açıkladığında Abdülhamit sadece gülmüştür. Herzel bir hafta sonra da bu sefer de İtalyan elçesinin aracılığıyla huzura kabul edilmiştir. Abdülhamit Herzel'i dinlemiş ve üçüncü rütbeden bir mecidiye nişanı verip uğurlamıştır. Ama ondan sonra da Başkatip Tahsin Paşa'ya: "Görceksin, beni bu adam devirecek Eğer o devirmezse kimse beni deviremez" demişti(Göğüş,1997,346).
 Yahudi heyetinin II.Wilhelm tarafından da desteklenen yurt isteğini kibarca reddetmesi,yani Herzel'i atlatması gerçekten Abdülhamit'in de bizzat sezdiği gibi  "Yıldız" karşıtlarını çok güçlendirdi. Çünkü Yahudiler çok sistemli çalışmayı bilen insanlardı ve böyle bir çalışmayı başarabilecek bir çok güçlere sahiptiler. Para onlarda idi, uluslar arası ticaret ilişkilerinin en önemlileri denetimleri altında idi. Avrupa basınını kontrol edebiliyorlar, dünya kamuoyunda diledikleri zaman diledikleri fırtınayı koparabiliyorlardı. Dünyada doğan yeni nedenler yüzünden beliren yeni ittifaklar,  kombinezonlar ve anlaşmalarla devletlerarası ilişkilerde  Avrupa dengesinin kökünden sarsılmak üzere olduğu bir dönem başlıyordu. Yıllardan beri oynadığı dış politika alanında Abdülhamid'i yaya bırakmak bir çok bakımdan artık mümkün olabilirdi. Önce dünya basını harekete geçirdiler (Göğüş,1997,346).

Türkiye'de  Yahudilik:
 Yahudiler Abdülhamit aleyhine varolan bütün koşulları birleştirme yoluna girdiler. O zamana kadar tümüyle  kendi halinde bir hareket olan "Meşrutiyetçilik" birdenbire disiplinli bir saldırı halini almaya başladı. 1902'de Paris'te toplanan kongrede ikinci reislerden biri Ermeni "Sisyan",öteki de Rum "Sasaz"dı. Temsilciler de Türk,Arap, Rum, Kürt, Arnavut, Ermeni, Çerkez ve Yahudilerden oluşuyordu. Abdulhamit'i tahtından indirmek amacında olanları hedefe doğru yürütmek güç olmadı. Osmanlı devletine en yakın olan mason karargahı olan İtalya "Maşrik-i Azami" bu birleştirme ve kaynaştırmayı görevini üzerine aldı. Paris ve Cenevre'de dolaşan hürriyetçiler Fransız "Maşrik-i Azamı" tarafından desteklendiler. Bunlar Osmanlı Devleti içindeki kendilerine yakın gördükleri kişilerle ilişkiye girdiler.
 Sonuçta , Abdülhamit tahtından indirilirken, onu tahtından indiren heyet içinde Yahudi temsilcisi olarak Herzel de bulunuyordu. Abdülhamit Başkatibi Tahsin Paşa'ya dönerek:"Ben sana demedim mi, beni tahtımdan kimse oynatamaz,fakat bu adam beni düşürebilir" demişti(Göğüş,1997,348)..
 Bu tarihten sonra Yahudilerin Filistine göçleri sıklaşmıs ve sonuçta oraya yerleşmişlerdi.

Eski Yahudi Gelenekleri:
 Gaziantep'te  bulunan Yahudilerin kendilerine özgü gelenekleri görenekleri vardı. Göğüş'ün anlattıklarına göre, Yahudiler Cumartesi günü ateşi karıştırmazlar ve ellerini değdirmezlerdi. Kışın en şiddetli zamanlarında bile ateş mangallarını karıştırmak için mahallelerden veya konu komşudan ufak çocukları çağırırlar ve onların karıştırmalarını isterlerdi.
 Lambalarını yakmak için kibrit çakmazlar,o çocuklara lambalarını yaktırırlardı. Göğüş, kendi Yahudi kiracıları olan Altın'la kocası Acem'in kendisini bu iş için bir çok kez çağırdıklarını,söylemektedir. Sonradan Acem'in oğlunun Kürkçü Hanı'na yerleştiğini ve orada çalışmaya başladığını yazmaktadır.
 Yahudiler Türk kasaplarının kestikleri etleri yemezlerdi.  Haham koyunu veya keçiyi keser, sonra üzerine bir damga vururdu. Mutlaka kendi hahamlarının gözetiminde kesilmiş etten alırlardı. Yahudiler et çarşısına girdikleri zaman o mührü görürse o etten alırdı,göremezse et almadan dönerdi. Yahudiler ayrıca alacakları tavukları dahi hahamların muayenesinden geçirmeden kesip yemezlerdi.
 Yahudiler , her topluluğun ibadetinden önce ibadet ederlerdi. Örneğin,Ermeniler çağrı için çan çalarlar; müslümanlar ezan okurlar. Oysa Yahudilerin ham vekilleri (veya adayları) Ermenilerin çanından bir saat önce her Yahudinin dış kapısına elindeki bir değnek ile "tak,tak,tak" diye çalar ve onları havraya davet ederdi.
 Yahudiler, Cumartesi günleri havraya giderler ve havradan sonra mutlaka hep birlikte bir su başına gidilir ve suya bakılırdı. Saatlerce bu su  başlarında erkekler, kadınlar çocuklar gezinirlerdi. Bir rivayete göre Deccal Cumartesi günü sudan çıkarmış; Deccalin yüzünü görenler ise cennetlik olurmuş (Göğüş,349,349).

Gaziantep Savaşında Yahudiler:
 Fransızlar Antep'e geldikleri zaman Ermeniler Fransızlarla birlikte hareket ettikleri halde, Yahudiler Türklerle dostluklarını hiç bozmadılar.
 "Siz azınlıksınız, savaş yapamazsınız, niçin kaçmıyorsunuz," diye sordukları zaman  Onlar da: "Hiç olmazsa biz de sizin ölülerinizi taşırız, size yardım ederiz", diyorlardı. Bu düşüncelerinde samimi olduklarını gösterdiler. Savaş sırasında Türklere gerçekten büyük yardımlar yapmışlar, hatta cepheye gidenleri ve ölenleri de olmuştur.
 Savaş sırasında, Hayyum Esas, Yahudi Lord gibi zengin olan Yahudiler de maddi ve parasal olarak çok yardım etmişlerdir (Göğüş,1997,349).

Yahudi Havrası:
 Gaziantep'teki Yahudi havrası Fare mahallesinde imiş. Yeri Tuzcuların baba evinin arkasında ve Mehmet Nuri Paşa Camiinin karşısından girince sağ taraftan Kalealtı'na giden yolun hemen üstünde ve sol tarafta, Kalealtına' giden büklüm büklüm yolun üzerindeydi. Halen bu ev durmaktadır.

Nüfus:
 1871 yılı kayıtlarına göre Antep'in toplam nüfusu 57 976 idi. Bunun 47 599'u Türk-İslam, 9 833'ü Ermeni-Hristiyan,544'ü Musevi idi. 1906'ya gelindiğine toplam nüfusun 89 994 olduğu, bunun 69 920'sinin Türk-İslam,  19 378'inin Ermeni-Hıristiyan, 696'sının ise Musevi olduğu görülüyordu (Salname,1871;Salname,1906).


Tablo:Yıllara Göre Yahudilerin Sayısı
Yahudi     Erkek      Kadın    Toplam
1895       372           360       732
1899       360            370      730
1900       342            372      714
1904        376           383       759
1906        364           333       696
(Salname,1871;Salname,1906).
 Bir zamanlar Gaziantep kentinin ticaretini Yahudilerin elindeydi,sonradan ticareti Ermeniler ele geçirmişler, Ermeniler gittikten sonra ticaret işi Türklere kalmıştır. Yahudiler ticarete küçük çocuklarını alıştırmak için ellerine çorap, düğme, boya kutusu gibi ufak tefek eşyalar verip sattırırlardı. Amaçları onları küçük yaşta ticarete alıştırmaya özendirmekti.
 1980 yılları ortalarına kadar bazı Yahudi aileler Gaziantep içinde tutunmaya çalışmışlar;çocuklarını çevredeki  Türk ilkokullarına göndermişler,fakat 1980’den sonra çok yalnız kalan son aileler de İstanbul’a  göçetmişlerdir.

Yahudi Kalıtları:
 Antep şehrinde Kürttepe semtinde bir Yahudi Peygamberi olan Yuşa Peygamber'e ait bir türbe vardır (Salname, Ay Es,1316/1898, s.201).
 Bu yapı Boyacı Mahallesinde, Boyacı Camiinden Kavaflar Çarşısına doğru uzanan sokakta yer alır. Bu tek katlı yapıda üst üste yapılmış iki oda içinde iki türbe bulunmaktadır. Bunlardan üste bulunanın adı Pir Sefa, alttaki bir Yahudi  Peygamberi olan Yuşa  Peygambere ait olduğu söylenir.
 Yuşa türbesi kenarları kayadan oyma, üstü kap tonoz çatılıdır. Türbenin bulunduğu yere birkaç  basamak merdivenle inilir. Kapısında, duvarlarında, sandukasında yatanın hüviyetini aydınlatıcı hiçbir bilgi ve işaret yoktur.
 Hz.Yuşa İsrailoğullarından olup dayısı Hz. Musa'nın ölümünden  sonra,  onun cesedini bin bir zahmetle çölden çıkarır, üzerinde köprü, kıyısında kayık bulunmayan Şena nehrini mucize ile geçtikten sonra Briha kenti üzerine yürüyerek burasını alır. Böylece çölde dolaşan İsrailoğullarını  göçebelikten  kurtarır, Arz-ı Kenan'a yerleştirir. Hazret-i Musa tarafından  Mısır'dan alınıp Tıl Sahtap'na götürülen Hz.Yusuf'un tabutunu Nablus'a götürüp burada defneder. Bir ara Şam'ı da zapteden Hz.Yuşa, 28 yıl ulusunun başında kaldıktan sonra 110 yaşında ölür.
 Yuşa Nebi'nin özetlenen bu yaşam öyküsünden sözden yapıtlar aşağı yukarı aynı şeyleri söyler, ama gömülü olduğu yer konusunda ileriye sürülenler birbirinden çok farklıdır. Kaynaklar, Muarra, Nablıs, Halep'ten birinde gömülü olduğunu belirtirler.
 Gaziantepli Attar Cafer Özkara Yuşa türbesi ile ilgili olarak şu bilgiyi vermiş:"Bağdatta Behlüldana türbesi içinde Hz.Yuşa'ya ait olduğu söylenen bakımsız bir mezar vardır. Baş ucunda, üstünde İbrani yazıları bulunan 10 cm. genişliğinde 5 m. uzunluğunda bir kayış bulunmaktadır. Bu kayış Yahudilerce kutsaldır. Bundan dolayı Yahudiler kayış üzerine yemine çağrıldıkları zaman şayet and içecekleri konuda haksız iseler yeminden kaçınırlar. Aynı durum, tanık olan Yahudiler için de geçerlidir." (Güzelbey, 1990,12).
 İmam Cafer Özkara'nın sözlerinde geçen yemin işi Gaziantep Yahudileriyle yakın ilişkisi olan kişiler tarafından da doğrulanmaktadır.
 İstanbul,Beykoz'da da bir Yuşa türbesi ve bu adla anılır bir tepe olduğu bilinmektedir. Muammer Öniş adlı yazar, İstanbul Eminönü Halk Bilgisi Haberleri Dergisi'nde bu türbeden sözeden incelemesinde, Yuşa Nebi'nin İstanbul'a gelmediğini ve Beykoz'daki türbenin Yuşa'ya ait olmadığını,Yuşa Peygamber'in Nablıs yada Muarra'dan birinde gömülü olabileceğini yazmaktadır.
 1875'de Maarif Nezareti tarafından çıkarılan Peygamberler Tarihi'nde Yuşa'dan sözedilirken, "Kabri şerifi ceddi Efraim Bini Yusuf Aleyhisselam kabrine karip mahalde yahut Nablıs civarında, bir rivayete göre de  Halep kurbunda veya Muarrada'dır" denilmektedir. Bu tümcedeki Halep kurbunda sözü dikkat çekicidir. Halep'te Yuşa Türbesi diye bir yer bulunmadığına göre, bu sözlerle belki de Gaziantep'teki mezarı kastedilmiştir. Zira Halep ili salnameleri Yuşa Türbesinin Antep'te olduğunu kaydederler (Güzelbey, 1990,12).
 Tevratta şu satırlar okunmaktadır:" Yuşa bu sözleri Rabbın şeriat kitabında yazdı ve büyük bir taş alıp orada Rabbın makdesinde olan bir bunum ağacının altına dikti.; işbu olaydan sonra Rabbım kulu Yuşa Bini Nun 110 yaşında vefat etti. Ve anı kendi mirasının hududu dahilinde  Caas dağının Şimal tarafında vaki Efraim Dağında Temniyatı Seraç'ta defnettiler (Bab, 24, No:26;Bab:24:No:29-30).
 Tevrat’ta adı geçen dağların nerede olduğu bilinmemektedir. Ancak “Bunum”, yani fıstığın anası olan Sakız ağacının adı dikkat çekiyor. Gömülü olduğu  ileri sürülen yerler arasında sakız ağacının bulunduğu tek yer Gaziantep'dir.
 Güzelbey'in anlattığına göre Gaziantep'teki Yahudi yurttaşlarından birisi Yuşa türbesini inceledikten sonra, mezarın batıdan doğuya uzandığına bakarak kabrin Yahudi geleneğine göre kazılmamış olduğunu ileri sürmüştü. Gerçekten Yahudi mezarları kuzeyden güneye, müslüman kabirleri ise batıdan doğuya uzanırlar. Yahudi yurttaş bu bakımdan haklıdır. Ancak düşünmek gerekir ki Antep bin yıldan fazla bir zamandır Müslümanların  yönetimindedir. Bu süre içinde mezarın İslam geleneğine göre uydurulmuş  olması olanaklıdır
 Uzaktan ilgisi olsa bile dikkatimizi  Yuşa'nın Antep'te gömülü olması olasılığı üzerine tekrar çekmektedir. Gaziantep'te Hamut Hüseyin'in Kunduracı Çarşısı'ndaki hanı yaptırılırken yapım alanının arka bölümünde içlerinde elekten geçirilmiş ince topraklar dolu kuzeyden güneye uzanan Yahudi mezarlarının aynı olan mezarlar bulunmuştu. Yuşa Türbesi bu mezarların çok yakınındadır.  Bu duruma bakarak Han yapımında ortaya çıkan mezarların Yuşa Türbesi civarında oluşan bir Yahudi mezarlığı olduğunu tahmin etmek zor değildir . (Güzelbey, 1990,13).
 Fakat Göğüş'ün açıklamalarına göre: Gaziantep halkının bir Yahudi Peygamberi olan Yuşa'nın kabrinin Gaziantep olduğuna ilişkin kanı son yapılan araştırmalarla çürümüştür.
 Ahmet Mithat Efendi, Dinler Tarihi adlı kitabında şunları söylemektedir:
 "Yuşa, Filistinli Kenan oğullarındandır. Mısır ordusunda kumandan olarak bulunuyordu. O sıralarda Antep ve çevresi ise Bizans yönetimindeydi. Mısırlılar Antep ve çevresini tekrar Bizanslılardan kurtarmak için Yuşa'yı bir ordu ile buraya göndermişti. Yuşa Bizans ordusu ile çarpışa çarpışa Toroslara kadar gitmiş ve Bizanslıları püskürtmüştü. Fakat kendisi de  savaşta ölmüştü.
 Gömülü olan  komutan Yuşa'dır. Peygamber Yuşa Gaziantep dolaylarına gelmemiştir. Kudüs'teki İsrail din adamlarının açıklamalarına göre de Yuşa Peygamber Filistin'den  dışarı çıkmamıştır.

Sonuç:
 Bir zamanlar Gaziantep’in içinde ve civarında 1000’e yakın Yahudi vatandaşın yaşadığı bellidir. Bunlar  Osmanlı Devleti’nden önce ve sonra Gaziantep’in ekonomisinde, ticaretinde ve sanatlarında önemli rol oynamışlardır. Gaziantep Yahudileri Türkçe konuşmuşlar ve her zaman devletin sadık vatandaşları olmuşlardır.  Gaziantep’e ne zaman gelip yerleştikleri hususunda kesin bilgiler yoktur. Fakat bir zamanlar Yahudi dininden olan Filistin’de kurulmuş Yahudi devletlerinin sınırlarının buraya kadar uzandığı bellidir. Tarihin karanlık sayfalarında kalmış Gaziantep Yahudilerinin yaşamı, tarihi  daha derinden araştırılmaya incelenmeye değer bir konudur.

 

..................
Kaynaklar:
Belazuri, Futuhü’lbuldan, (Çev.Zakir Kadiri Okan), Mısır,1932,MEB,Şark Klasikleri Serisi.
Ebu İshak Ahmed İbn-i Muhammed İbn-i Sa’lebi, Ara-is-ül-mecalis.

Erdal Ceyhan. Gaziantep Tarihi. GTO Kültür Yayınları:99/2. Gaziantep.1999
Göğüş Oğuz. İlk İnsanlardan Bugüne Çeşitli Yönleriyle Gaziantep, Cihan Ofset,1997.
Güzelbey, Cemil  Cahit. Gaziantep Evliyaları,Gaziantep:İslami Hizmetler Vakfı Yay. No:1, 1990.
.......................... Gaziantep'ten Kesitler, Gaziantep, Ar Ajans, 1992.
İbn-i Şıhne, Ed-dürr-ül-müntehab fi tarih-i Memleket-i Haleb.
Konyalı İ.Hakkı, Kilis Tarihi, İstanbul,Fatih Matbaası,1968.
Salname-i Vilayet-i Halep, Ayıntab Kazası, 1288/1871,Haleb.
Salname-i Vilayet-i Halep, Ayıntab Kazası, 1324/11906,Haleb.
Tarih-i Eb-il-il fida,C.1,Matbaa-i Amire, 1286,s.25.

 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..