Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ekim '07

 
Kategori
Blog
 

Geldim işte...

Geldim işte...
 

Valizin üzerine oturmuş, kapatmaya çalışıyorum... Direniyor bana... Hem de ne direnme.

Bir şeyler çıkartmaya hiç niyetim yok içinden... Ya kapanacak, ya kapanacak.

Saate bakıyorum 15:45. Kapanması için 15 dakikası var. Yaptığım son "valiz üzerinde zıplama" ona son uyarımdır.

Uçağa yetişmek için, havaalanına erken gitmem lazım. Gümrük işlemleri uzun sürebilir(miş)...

Neden bu kadar erken? Çünküüüü; Bir daire çizin şehirin çevresine, ortasına da çap... İşte o çapın bir ucu havaalanı, diğer ucu ev.

Uçağım saat 18:30'da...

Havaalanına gitmek için ne yapacaksınız?.. Evden saat 16:00 da çıkacaksınız.

Kan ter içinde kalıyorum, ama valizle savaşın galibiyim. Kapandı kapanmasına da, bu defa da tartmak lazım. 20 kilo sınırını aşmamak için. Tartıyorum, tam 20 kilo... Yaşasın.

Bir saat süren havaalanı yolunun sonunda... Veda var. Vedaları hiç sevmem. Sevmeyişim, dayanamadığımdan.

Gümrük işlemleri de tamam. Son kontrol "ayakkabı, kemer, cep telefonu, çakmak, anahtar, hatta bazı erkeklerin gömleklerinin çıkartılışı" şeklinde. Oysa buraya gelirken ayakkabılarımızı çıkarttırmamışlardı. Seviniyorum ülkemin güvenliği adına. Ama bir şişe suyu -şüphelenip de- içirdikleri o kadının yerinde olmak istemezdim doğrusu.

Bu arada biletlerimizde çıkış kapı numarası olmadığını... Kontrol için panoya baktığımızda da uçağın 20:35'de -rötarlı- kalkacağını görüyoruz. Kapı numarası, uçuş saatinin yanında yazıyor.

Havaalanı küçük... Minik bar masalarında çoğunluk içki içiyor. Değil yemek yenecek, çay-kahve içilecek bir yer bile yok, sigara içmek yasak. Birden farkına varıyorum ki, yemek yemeyi yine unutmuşum... Ve açım. Free-shopdan aldıklarımızı ise açamıyoruz, yasak...

Türkler yine bir araya gelmişler. Uzak bir köşede, birbirlerinin önüne set olmuş sigara içiyorlar. Beni de çağırıyorlar. İnanılmaz eğlenceli bir sohbet geçiyor aramızda. Beni önce Rus sanmışlar... Türk olduğumu öğrendiklerinde -nedense- çok seviniyorlar. Birbirimize çektiğimiz resimleri gösteriyoruz.

Neyse rötarlı da olsa uçağa biniyoruz ve İstanbul'a doğru yola çıkıyoruz... Çıkamıyoruz, alanda turluyoruz. Pilotun anonsuna göre "bekliyoruz, biz altıncı sıradayız". Ne demekse. Sanıyorum, beş uçak kalkacak, sonra biz.

Bu arada uçağın girişinde uzun zamandır hasret kaldığım "Türk gazetelerini" görünce, inanılmaz duygulandığımdan, elim-kolum gazete dolu. Çünkü St. Petersburg'da hiç Türk gazetesi yok. Moscova'da satılıyor. Aldığım gazeteleri... Neredeyse hasretle, koklayarak okuyorum.

İstanbul'dan Ankaraya uçağım 23:30'da. Yetişmem(iz) mümkün değil. Bu arada transit yolcu olduğumdan, valizlerimi Ankara'dan alacağım. Panik panik önüme gelen her görevliye söylemişim durumu, ama içim halâ rahat değil. Kendimi, kaybolmuş valizlerimin peşinde, perişan düşünemiyorum... "Valizin intikamı" olabilir mi. Valiz o kadar işkenceye dayanamayıp, kaybolmak isteyebilir mi? Öf! Düşünmemeliyim.

İstanbul'a 01:30'da iniyoruz. Bizi ellerinde pankartlarla karşılıyorlar. Transit yolcular şu numaralı, diğerleri bu numaralı kapıya diye.

Tam belirlenen kapıya gideceğim... "Hayır şu numaralı kapı" diyerek önümüze düşen adamın peşinde buluyorum kendimi. Tabii ki o kapı değil(miş). Söylüyorum kapı numarasını, ama beni dinleyen kim. Herkes bir yana gidiyor... Salkım saçım dağılıyorlar değişik yönlere. Hangi birini takip etmeli, kimin peşine düşmeli? En iyisi, bir THY görevlisine sormak. Anında duruma el koyuyor görevli, telsiz haberleşmesi sonrası... Bir anda top(ar)layıveriyor hepimizi.

Ankara'ya saat 02:00'ye uçak ayarlanmış bize. Deli bir koşuşturma sonrası... Otobüse doluşup, uçağa "eski Türk filmlerindeki gibi" merdivenden biniyoruz. Bir eksiklik, el sallayanımız yok. İnsan düşünür, görevlileri dizer... Dekor tamam olsun diye... El sallatır di mi? Bir bunu düşünememişler(!) işte.

Uçakta "kahramanlar gibi(!)" karşılanıyoruz. Sonradan öğrendiğime göre "rötar için hukuksal yola başvurulabilirmiş". Aklımın köşesinden bile geçmiyor böyle bir şey... Çünkü THY, gerek gidişte, gerekse dönerken çok iyi hizmet verdi. Alandaki görevliler olsun, hostesler olsun... Hepsi "nazik ve güleryüzlü"ydü. Yemekler ve servis de güzeldi. Bir yer hostesi hariç. O, başlı başına bir yazı konusu. Kamera şakası gibiydi. Aslında "anlatıl(a)maz, yaşanır" dediklerinden. Ama, daha sonra bir yazı ile anlatmaya çalışacağım onu.

Uçağa bindiğimizde, hepimiz perişan durumdayız... Acıkmış, susamış ve yorgun. Hostesler ellerinden geleni yapıyorlar. Su ve yemek koşuşturması arasında, istediğimiz yere oturabileceğimizi söyleyip... Başka isteğimiz olup olmadığını soruyorlar sürekli. En önemlisi gülümseme yüzlerinden hiç eksik olmuyor. Gülüşerek, şakalaşarak geçiyor yolculuk THY'nın bu küçük, eski... Ama inanılmaz nazik ve sevimli personeli olan uçağında.

Gecenin bir yarısı Ankara'dayız... Havaş'ın otobüsleri bizi bekliyor... AŞTİ'ye kadar bu otobüsle gidiyoruz, yolda inenler de oluyor tabii. Oradan taksi ile eve gideceğim. Eve... Evime. "Evim evim, şirin evim" şarkısını söylemek geliyor içimden.

Çok yorgunum, hatta bitkin. Yarı uyur yarı uyanık bindiğim taksi evimin önünde durduğunda... İçimde karmakarışık duygular.

Özlem... Kavuşma... Sevinç... Hüzün.

Bir duygu seline kapılmış halde... Girdiğim evimde... Her şey tanıdık, her şey bana ait...

Odaları dolaşıyorum birer birer...

Pencereleri açıyorum... Gökyüzüne bakıyorum. Lacivertin en koyusu...Ve yıldızlar.

Yağmur yağmış inceden... Havayı "yağmur sonrası toprak kokusu" sarmış. Hasretle içime çekiyorum o kokuyu.

Bilir misiniz St. Petersburg'da geceleri, gökyüzü hep koyu gridir... Hiç koyu lacivert olmaz. Ve yıldızları, (bu kadar çok) göremezsiniz.

Yağmur yağar yağmasına... Hem de çok yağar. Ama, yurdumdaki gibi "toprak kokmaz" yağmurdan sonralar.

Bu nedenlerle işte... Koyu lacivert bir gökyüzünde yıldızları görmeyi ve yağmur sonrası toprak kokusunu özlersiniz.

Hele de benim gibi vatanının her santimetrekaresine aşık biriyseniz... Özlemenin de ötesine geçersiniz.

Duygulanır... Yüreğinizin gözyaşlarını bırakırsınız akmaya... Silmezsiniz.








Not: Bu yazı "blog kategorisi" yazısı mıdır? Evet... Hem de kocaman bir "evet".
Uzun süre ayrı kaldıysanız yurdunuzdan... Gelişinizi herkes öğrensin... Sevenleriniz sevinsin(!) istersiniz. Di mi ama?

 
Toplam blog
: 139
: 1916
Kayıt tarihi
: 12.04.07
 
 

Bana biri kendini anlat dese, susar kalırım. Her konuda çılgın bir istekle konuşan ben, işte o anda ..