Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '16

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Genetik duygular...

Israrla ve özenle üzerinde durduğum tek bir konu var: Değişim... Daha mutlu ve huzurlu olabilmek, hayatın gündelik ve sıradan yıkıcılığından kendimizi kurtarıp, hayallerimizdeki gibi bir yaşam sürebilmek için, kendimiz olma alışkanlığını bırakmamız gerekiyor. Bunu yapmanın tek yolu ise bedenin ve ruhun ezberlediği, her gün yinelenen duygu, düşünce ve davranışları değiştirmek...

Kendimiz olma alışkanlığını kırmanın, yani değişmenin bir diğer adımı ise fiziksel sağlığımızla ilişkilidir. Kesinlikle, birçoğumuzun en çok değiştirmek istediği şeyler listesinde sağlık en üst sıralarda yer alıyor. "Şu şekerimi bir dengeleyebilsem, şu tansiyonumu bir düşürebilsem, kalp çarpıntılarım çok fazla, insülin direncim yüzünden zayıflayamıyorum...." Bu ve bunun gibi pek çok şikayetlerle sıkça karşılaşıyoruz. Hatta, "annemde şeker hastalığı vardı, bende de çıkması çok yüksek ihtimal; babam kalp krizinden vefat etti, benimde kalbimde problemler olması çok normal" gibi düşüncelerle ve öngörülerle de sıkça karşılaşıyoruz. Bu çok dogmatik bir düşüncedir. Kolektif bilincin bize bir dayatmasıdır. Kurban rolünün bir yansımasıdır. Teslimiyet ve kolaya kaçmadır aslında. Genlerin hastalıkları yarattığı düşüncesi artık efsane oluyor... Genetik belirleyicilik ise sadece bir yanılgı olarak kabul edilmeye başlandı...

Şimdi size; hepimiz için yeni sayılabilecek (konuyla ilgilenenler için aslında çok eski olan) bilimsel bir anlayıştan kısacık bahsetmek istiyorum: "Epigenetik". Kabaca tanımını yapacak olursak epigenetik; genlerin hücrenin dışından kontrolü ya da başka bir deyişle DNA diziliminde herhangi bir değişiklik olmaksızın meydana gelen değişikliklerin incelenmesidir.*

Bilim adamları yıllarca bize hastalıklarımızın çoğunun genetik mirasımızdan kaynaklandığını söylediler. Sonra, bilim dünyası bir hata yaptıklarını; çevrenin belirli genleri aktive edip belirli genleri de kapatarak hastalığın ortaya çıkmasında etkili olduğunu kabul ettiler... Şimdi; günümüzde var olan tüm hastalıkların %5'inden daha azının tek-gen hastalığından kaynaklandığını, (örneğin Tay-sachs hastalığı ve Huntington hastalığı gibi) diğer %95'inin ise yaşam biçimi tercihleri, kronik stres ve çevredeki toksik faktörlerle ilişkili olduğunu biliyoruz.**

Peki; şimdi size birkaç beyin yakıcı soru sormak istiyorum: İki insanın yıllarca aynı çevresel koşullara maruz kalıp, birinin hastalanıp diğerinin hastalanmamasını nasıl açıklarsınız? Neden çoğu sağlık hizmeti çalışanı her gün patojenlerle temas halindeyken, hepsi değil de bazıları hastalanıyor? Ya aynı genleri taşıyan ikizlere ne demeli? Örneğin ailelerinde belirli bir hastalık olan ikizlerin neden birinde o hastalık ortaya çıkarken diğerinde çıkmayabiliyor? ...

Genlerimiz, değişime en az beyinlerimiz kadar müsait. Genetik alanında yapılan son zamanlardaki araştırmalar, farklı zamanlarda farklı genlerin aktive olduklarını gösteriyor. Günümüzde en aktif araştırma alanlarından epigenetik, (ya da genetik üstü) DNA'nın tüm yaşamı kontrol ettiğini ve tüm gen ifadelerinin hücre içinde gerçekleştiğini savunan geleneksel gen inanışına meydan okuyor. Buna göre; yalnızca duygularımızı, inanç kalıplarımızı, önyargılarımızı, davranışsal ve duygusal tepkilerimizi değiştirerek hücrelerimize yeni sinyaller gönderiyoruz ve onlar genetik taslağı değiştirmeden yani DNA kodlamamızı aynı bırakarak  yeni proteinler üretiyorlar. Dolayısıyla bir hücre yeni bir bilgiyle yepyeni bir şekilde çalışmaya başlıyor ve genlerimize geleceğimizi yeniden yazma mesajını veriyor...*** Ne kadar heyecan verici değil mi? Geleceğimizi biz yazabiliyoruz. Ailemizdeki hastalıklar aslında genetik mirasımız değil! Daha sağlıklı daha kaliteli bir yaşam sürebiliriz!

Aynı toksik öfke, aynı melankolik depresyon, aynı tedirginlik, kaygı ve endişe durumu, hatta aynı düşük değersizlik duygusunda kaldığımız sürece, hücrelerin ürettiği ve genlere gönderdiği kimyasal sinyaller aynı genetik tuşları harekete geçirmeye devam edecekler. Tıpkı bir piyanonun tuşları gibi... Ve sonunda da annenizle veya babanızla aynı duygu durumuna girip, aynı hastalıkları taşıma yoluna gireceksiniz. Onlarla aynı sesleri çıkaracak, aynı eseri icra edeceksiniz... 

Ailemizden sadece duygusal ve davranışsal tepkilerimizi miras olarak alırız. Çünkü en yakın gözlemlediğimiz ve en kolay taklit ettiğimiz kişiler onlardır. Annesi devamlı kızgın ve öfkeli olan bir çocuğun bu duygu durumundan etkilenmemesi ve o duygu durumuna bir şekilde tepki vermemesi mümkün değildir. Bir süre sonra annesi gibi olmaya başlar. Bedeni de annesi gibi yaşamaya ve hatta hastalanmaya başlar. Çok katı kuralları olan, asla düşüncelerinden ödün vermeyen bir babası olan çocuk, hayatı boyunca bu duygunun izlerini taşıyabilir. Bedeni ve zihni dengede olabilmek adına, aynı şekilde hareket etmeye başlar ve baba gibi düşünüp, baba gibi hareket edip, baba gibi hastalanırlar.

Siz, sizsiniz. Bu, sizin bedeniniz. Bu, sizin hayatınız. Kimsenin geçmişini devralmayın. Eskiden olduğunuz kişiyi bırakın. Alışkanlıklarınızdan kurtulun. Bedeninizi aşın. Değişime direnç göstermeyin. Sağlıklı ve mutlu bir gelecek sizin ellerinizde...

 

* Church, Dawson. "The Genie in Your Genes: Epigenetic Medicine and the New Biology of Intention", Santa Rosa, CA: Elite Books, 2007.

** Lipton, Dr. Bruce. "The Biology of Belief", Carlsbad:CA: Hay House, 2009.

*** Dispenza, Dr.Joe. "Breaking the Habit of Being Yourself: How to Lose Your Mind and Create a New One", Carlsbad:CA, Hay House, 2012.

 

 
Toplam blog
: 12
: 385
Kayıt tarihi
: 03.02.16
 
 

19 yıllık akademisyen. Biyoenerjist. Thetahealing Uygulayıcısı ve Eğitmeni. Aile Dizimi Moderatör..