Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ocak '21

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Gerçekler!

Pandemi sürecinde insanların iç dünyasına yönelmesiyle beraber, mistik konulara olan ilgisi de zirveye ulaştı. Bu süreçte evden çıkamadığımız için çoğu işi internet üzerinden yürütmeye başladık. İnsanların yoğunlukla dijital ortamı kullanması da bu konulara ulaşılabilirliği kolaylaştırdı. Neredeyse her akşam her kesimden insan canlı yayınlar yapıyor.

Peki bunlara neden teşebbüs ediliyor? Ya da bu konuda ne kadar ilerledik veya çalışmalar yaparak gelişebilir miyiz?

Paylaş, yaz, çiz ve sil. İnanç ve şüphe. Cevaplar ve sorular.

Hem bilgiyi önemse hem de bildiklerini sorgula. Asla bir şeyle kayıtlanma. Varlığın mekânın değil sadece ayak izlerin olsun bu dünyada…

Ne demişti İbni Arabi? "Bizimkisi aşk kervanı; o kervan ne yöne giderse biz de peşinden". Yerleşme, kök salma, oldum ya da buldum sanma. Kimliğe, cemaate, cemiyete, aşirete ait olma. Hepsi yanıltır, şaşırtır. Sen yalnız ol. Tek başına. Mühim olan sadece yolda olmaktır... Yolda olmak tasavvufun mihenk taşıdır. Peki bu yolda yükselmek söz konusu mudur?

Tasavvufi anlamda ‘İnzal’ söz konusudur ancak ‘Uruç’ değil. Arz-ı (bedeni) döşek (araç), "Semâyı (şuuru) yaşanılan mekân olarak oluşturdu ve semâdan bir su (ilim) inzâl etti (boyutsal açığa çıkış).” İnzal olan ilmin hakikatidir. Ancak ve ancak olaylara sebep-sonuç ve sistem yönlü baktığımız zaman, tetikleme söz konusu oluyor.

Nitekim yaşadığımız evrenin de bir ruhu var.

Evliyalar dünyanın ruhu ile konuşabiliyor.

Bugün de bilimsel gerçekler ile dünyanın bir manyetik alan, bir frekans yapı olduğunu ve mhz dalgalarıyla ölçülebileceğini biliyoruz. 2021 Ocak ayında yapılan tespitlerde bu frekans yapısında bir yükselme olduğunu görüyoruz. Dünyada bilimsel gerçekler arttıkça daha da güçlenecektir.

Kainat’taki üç boyutlu olan her yapının birbirini tetiklediğini ancak asıl önemli olanın maddeden başlayarak içe-derinliğe doğru bir geçiş olduğunu vurgulamalıyız.

Yoksa artılar artı olarak, eksiler eksi olarak tetiklendiğinde bunun hiçbir anlamı olmazdı. Fakat derinleşme noktasına ulaştığımızda kuantsal alanda ne artı ne de eksi diye bir şey söz konusudur.

Kur’an; Dünya’yı frekans bir yapı ve ruh, ayrıca içinde var olan her şeyi canlı, diri ve şuurlu olarak tarif ediyor. Dolayısıyla manyetik rezonans dediğimiz şey o yapılarda da bir canlılığı oluşturuyor. Ölüden canlıyı yaratım: daim, diri “bilgi” anlamında kullanılır. Bilim ilerledikçe tasavvufun mecazi ve metafor yönlü yaklaşımları da bir şekilde açığa kavuşuyor. Yeter ki bunlara kulak verebilelim. Özellikle zahirde olan biteni yani sünnetullah sistemiyle herkesin kendi elleriyle yapmış olduğunun veya hareketlerinin neticesiyle karşılaşacağı şeklinde bir yaklaşımla anlamlandırmayalım.

Bizler yokluk denen olguyu kabul ettiğimizde yani beden-bilinç boyutundan çıkan arazları, koşulları ve engelleri ortadan kaldırmak için bunu prensip olarak içselleştirdiğimizde; insanın kendini bir anda hiçlik noktasında bulması gerekir. Her maddenin, moleküler yapının, fotonun frekans boyutuna inebilmek mümkündür, buradan ise daha da derine inerek mana noktasına ulaşabiliriz.

Peki bütün kâinat, varlık, madde, hologram da dahil olmak üzere yok mudur? Gördüğümüz, işittiğimiz ve dokunduğumuz şeyler; bugünün bilimsel gelişmeleri ve bilimin dayandığı nokta Rahman denen ismin yansıması değil midir?

Rahmandaki üretim, bildiğimiz manada değildir! Rahman değiştirir, dönüştürür ve çözer. Allah'ın ilmi ile ilmini seyretmesi; mânâların dekode edilmesi anlamına gelse de bu kavram bizim kafamızdaki sözcük karşılığıyla eşleşmez! Allah etiketini beşeriyete yapıştırıp, şekavet ehlini mukaddes yapılar olarak kabul etseydik; Hintlilerin yaptığı gibi bir şeylere tapınmak ve onları ilah olarak kabul etmek durumunda kalırdık. Ancak hakikat yaşamında kesinlikle böyle bir ortam, şart ve koşul yoktur.

Hz. İsa kendisinden sonra Ahmed isminde gelecek olan bir Resulün varlığına işaret etmesine rağmen neden kendi ümmetine alkolü haram kılmamıştır? Böyle bir düşünce birçok kişinin aklına zaman zaman gelmiyor değil. Onun yaşadığı ve görev aldığı süreçte gelişmeleri takip ederek bu konuda sanki duyarsız gibi davrandığını söyleyebiliriz. Yoksa Esma yönlü bir güç, kudret ve kuvvetin (zatî kudret değil) en güçlü şekilde açığa çıktığı noktalarda bir anda değişimler yaşanabilir ve gerçekler daha net anlaşılabilirdi.

Halife yaşamı, Darwin’in teorisi gibi evrimle alakalı bir yaşam düzeyi değil. Orada da bir farklılaşma var, familyalar türleri oluşturuyor. Onlar da bir gerçektir. O sistemlerle zaten insan kendini bir noktada buluyor.

Ancak halife olmanın farklı alanlarına değindiğimiz zaman bu değerler orada anlamını yitirir. İşte bu yüzden Schumann rezonansı bir yükselişe çıktığı zaman artılar ve eksiler kayboluyor. Artıyı ve eksiyi yaratanın sistemle alakalı bu sorunları ortaya koyması ve netleştirmesi büyük bir önem taşır.

Peki akla gelen soru şu; biz sistem dışında mı yaşıyoruz? Bir gerçek var ki Resul/Nebiler de dahil olmak üzere bütün insanlık aleminin hepsi bu sistemde yaşıyor. Ancak onlar sistemde yaşarken zaman zaman sistem kaydından çıkarak sisteme uymayan ters işler yapabiliyor. Örneğin Hz. İsa’nın şarap içmesi ya da Hz. Davut’un kader hükmü gereğince bir kadınla evlenmesi ve kadının kocasının ordunun ön saflarına alınarak öldürülmesine yol açmasıyla anlatabiliriz. Bu olay “Hz. Hızır’ın bir çocuğu sadece bir tokatla öldürdüğü gibi” de tarif edilebilir.

Tabii bu yaşananların hepsi kader hükmüyle olmuştur. Çünkü gerçekler sadece anlayan insanlar tarafından idrak edilebilir.

Dolayısıyla gerçeği bizler veya diğerleri değil, sadece hakikat değerlendirir. Bu hali yaşayabilmek ümidiyle; bilgi batağındaki hayatımızı ve anılarımızı, eski halimizi, bedenle beraber yok olacakları bir yere gömmeliyiz. Yaşantımızda yenilenme formatına geçerek her şeyi bilinçaltında değerlendirip, inşa etmeliyiz.

Yenilenen Allah’tır, sen değilsin!

Bu formata geçip de fırtınalı havada limanlara sığınan gemiler, yatlar, tekneler gibi olmayalım. Etraf durulunca senin apaçık halin ortaya dökülür. Bilgiçlik, ukalalık, bölücülük ve dedikodular tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilir.

“Bana hiçbir şey olmaz”, “Bu olaylar beni ıskalar”, veya “Ben affedildim” gibi düşünceler afakidir.

Resulullah veda hutbesinden sonra "Ben kime ne yaptıysam o da bana gelsin aynısını yapsın", demiştir. Bir genç de “Benim sırtıma vurdun ya Resulullah” deyince o da “Gel sen de benim sırtıma vur” diye cevaplamıştır. Genç “Sen benim sırtıma vururken benim sırtım açıktı” deyince Resulullah da sırtını açmıştır. O mübarek, gül kokan bedeni bütün çıplaklığıyla açığa çıkmıştır.

Şimdi önümüzde bizlere sistemi böyle güzel anlatan bir örnek varken “Kereviz ekeyim, gül biçeyim” gibi hallere girmemiz doğru olmaz. Kâinatta her zaman bumerang sisteminin hâkim olduğunu unutmamalıyız.

Bumerangı attığınız zaman onun size geri döndüğünü görürsünüz. Haksız yere yaptığınız bir olayda da haksızlığınızı kabul edeceksiniz. Allah bağışlayıcıdır. Diyorlar ki: Hz. Ali ve Hz. Ayşe arasındaki savaşta öldürmek amacında olmayan insanların durumu ne oldu? Eğer o savaşa girmişlerse ölmek için girecekler öldürmek için değil! Niyetin de böyle olması gerekir.

Niyet; insanın amelini, imanını, yaşamını ve hakikatini ortaya koyan en büyük etmendir.

İnsan olan insana yardım eder ve insansının ruhundan anlar.

 

Ahmed F. Yüksel

Bodrum-Milas 24 Ocak 2021

 

https://twitter.com/ahmedfyuksel

https://www.instagram.com/ahmedfyuksel

https://www.facebook.com/ahmedfyuksel

 

 

 
Toplam blog
: 636
: 9957
Kayıt tarihi
: 14.12.11
 
 

Araştırmacı Yazar.. ..