- Kategori
- Şiir
Girdap

Sadece aşkımız vardı, çözümsüz aşkımız
kendimize öfkeliydik, hayata öfkeliydik,
herkese ve her şeye öfkeliydik
bu yüzden sevişlerimiz öldüresiye hırçındı
geceler boyu çatlayasıya durmaksızdık
ve yer altında gizli nehirler gibi bedensiz
kurtarmak istiyorduk ruhumuzu kafesinden
evet kurtulmak istiyordu birimiz diğerinden
bu yüzden gözümüzü sakınmadık budaklarımızdan
arı kovanına sokulan çomak misali ellerimiz
yansın istiyorduk dudaklarımızdan tutkuyla etlerimiz
hayatın acısını, ne de güzel çıkarırdık tenlerimizden
boyunlarımızdan, karnımızdan, kollarımızdan
kırbaçladık ruhumuzu hınca hınç sabahlara dek
oysa biliyorduk birbirimizden ve herkesten önce,
kendimizi çözmemiz gerekliliğini
bir durabilseydik, aşk bir izin verseydi soluklanmamıza
Bir sevişip, bir sarhoş oluyorduk, oysa biteceğini biliyorduk
bir yarayı sardıkça bin yara açıyorduk
konuşarak çözülecek türden değildi aşkımız fiziksel
yıkıldığımız bir direniş ki, her seferinde derinden
biz aşkın girdabındaki o çaresizliği sevdik
hayır sevmekte değil, biz o nefrete aittik
konuşarak çözülecek bir denklem değildi bu
tenimizi dudaklarımızla eritmeyi istedik
ihtiras zincirleri boynumuzu kırsın, kırsın istiyorduk
ancak o zaman özgür olabileceğimizi biliyorduk
bu yüzden kopamıyorduk işte bu yüzden
öldürmek istiyorduk tam da o en güzel anda bir birimizi
çünkü kurtarmak istiyorduk ruhlarımızı ellerimizden
bizi kimse bulmasın istiyorduk karanlık ve derin,
mahzenlerinde kederli benliğimizin
şehvetin kısrağıyla dört nala kaçıyorduk,
kendimizden, sevdiklerimizden ve hayattan.
kendimizden ve hayattan nefret ettiğimiz için
yine birbirimizle ve tenlerimizle avunuyorduk
ve seviyorduk ruhumuza verdiğimiz bu işkenceyi
yaralarımızı okşardı arzuyla tenlerimiz,
biz her defasında yine birbirimize dönüyorduk
her gün iskelede bir kez ayrılıp,
her gün her yerde, her şekilde ve bin kere birleşiyorduk
birleşiyorduk, birleşiyorduk, birleşiyorduk
fırtınada bir gemi misali memnun sürüklenerek
yokluğumuzu yaşatıp, varlığımızı gömüyorduk
her şeyi unutmak ve hep ağlamak istiyorduk
bu yüzden sadece aşktan söz ediyorduk aşktan
tükendik, yaralandık ve eksildik, öykünürken kuşlara
biliyorduk oysa aşk; sadece bir tekerlekli sandalyedir
çocukluğundaki yarayla kötürüm kalanlara.
kendimize öfkeliydik, hayata öfkeliydik,
herkese ve her şeye öfkeliydik
bu yüzden sevişlerimiz öldüresiye hırçındı
geceler boyu çatlayasıya durmaksızdık
ve yer altında gizli nehirler gibi bedensiz
kurtarmak istiyorduk ruhumuzu kafesinden
evet kurtulmak istiyordu birimiz diğerinden
bu yüzden gözümüzü sakınmadık budaklarımızdan
arı kovanına sokulan çomak misali ellerimiz
yansın istiyorduk dudaklarımızdan tutkuyla etlerimiz
hayatın acısını, ne de güzel çıkarırdık tenlerimizden
boyunlarımızdan, karnımızdan, kollarımızdan
kırbaçladık ruhumuzu hınca hınç sabahlara dek
oysa biliyorduk birbirimizden ve herkesten önce,
kendimizi çözmemiz gerekliliğini
bir durabilseydik, aşk bir izin verseydi soluklanmamıza
Bir sevişip, bir sarhoş oluyorduk, oysa biteceğini biliyorduk
bir yarayı sardıkça bin yara açıyorduk
konuşarak çözülecek türden değildi aşkımız fiziksel
yıkıldığımız bir direniş ki, her seferinde derinden
biz aşkın girdabındaki o çaresizliği sevdik
hayır sevmekte değil, biz o nefrete aittik
konuşarak çözülecek bir denklem değildi bu
tenimizi dudaklarımızla eritmeyi istedik
ihtiras zincirleri boynumuzu kırsın, kırsın istiyorduk
ancak o zaman özgür olabileceğimizi biliyorduk
bu yüzden kopamıyorduk işte bu yüzden
öldürmek istiyorduk tam da o en güzel anda bir birimizi
çünkü kurtarmak istiyorduk ruhlarımızı ellerimizden
bizi kimse bulmasın istiyorduk karanlık ve derin,
mahzenlerinde kederli benliğimizin
şehvetin kısrağıyla dört nala kaçıyorduk,
kendimizden, sevdiklerimizden ve hayattan.
kendimizden ve hayattan nefret ettiğimiz için
yine birbirimizle ve tenlerimizle avunuyorduk
ve seviyorduk ruhumuza verdiğimiz bu işkenceyi
yaralarımızı okşardı arzuyla tenlerimiz,
biz her defasında yine birbirimize dönüyorduk
her gün iskelede bir kez ayrılıp,
her gün her yerde, her şekilde ve bin kere birleşiyorduk
birleşiyorduk, birleşiyorduk, birleşiyorduk
fırtınada bir gemi misali memnun sürüklenerek
yokluğumuzu yaşatıp, varlığımızı gömüyorduk
her şeyi unutmak ve hep ağlamak istiyorduk
bu yüzden sadece aşktan söz ediyorduk aşktan
tükendik, yaralandık ve eksildik, öykünürken kuşlara
biliyorduk oysa aşk; sadece bir tekerlekli sandalyedir
çocukluğundaki yarayla kötürüm kalanlara.