Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Nisan '09

 
Kategori
Öykü
 

Gizem'li bir hikaye

Gizem'li bir hikaye
 

İn.Alıntıdır.Bir Kadının öncelikli görevi analıktır.


21 yaşındaydı, herkes gibi o da hayatı farklı yaşayabilirdi. Ama seçim hakkı yoktu ki! Hangimizin anne-babasını, dünyaya geleceği coğrafyayı seçme hakkı var ki? Bu bir yazgı… 


Hayattaki 17.ayını bitirdiğinde babasını kaybetmişti, onu hiç tanımadan, hatırlamadan yaşamayı öğrendi. Tek başına annesiz, babasız, kardeşsiz, çaresiz ve yitik dul bir kadın; Ankara gibi kocaman bir şehirde….Yutulmadan, yitirilmeden, dimdik ayakta kalan, erkek gibi bir anne tarafından büyütüldü. 


Beklenen gün geldi ve 1.80 boyunda, sarışın, sakin, çekingen, kısık gözleri sevgi dolu olan delikanlı evlenmek istedi. Buz mavisi kotu üzerine siyah-kırmızı renk kazağıyla uzaklardan gelmişti. Ona gösterilen, pencere önündeki kanepenin ucuna oturduğunda sırtını kanepeye değil, yan bir şekilde duvara dayayarak kaderinin içeri girmesini bekledi. 

Kıştı, Ankara’da uzun yıllar yaşanmamış bir kar ve buz etrafı kaplamıştı, o ise güneşte yanmış gibi kızarmıştı ve içeri uzun boylu, matemdeymiş gibi siyah elbise giymiş, tek rengi boynunda mavi eşarp bağı olan gelin adayı girdi. 


Kaderleri yazılmıştı, diller bağlandı hiçbir sebep kalmadı ve söz-nişan derken yuva kuruldu. 


Görücü usulü başlayan ve aşktan öte derin bir sevgiye doğru yol alan evliliklerinin 2.ayında gelin hastalandı , gurbetteydi, bakanı, yol gösteren bir büyüğü yoktu. Gittiği doktorlar sadece muayene ediyorlar ve bir şey yok diyorlardı. Git gide artan karın ağrısı ve bir ay içinde verilen 5 kilodan sonra üzülmesini istemese de anneye durumunu söyledi. Ertesi sabah saat altıda beklenmeyen bir zil çaldı, anne yüreği merak etme denilse de dayanamamıştı. Aşırı kilo verme, geçmeyen bulantı ve ağrılar için… Aynı gün doktorlara tekrar gidildi. Bu sefer tıp fakültesinde tüm tahliller yapıldı ve sonuç için doktorla konuşma sırası geldiğinde, anne 


-Kızım sen telaşlanırsın, ben gireyim, sen dışarıda hava al, biraz dolaş, dedi. 


Elinde kağıtlarla öksüzünün yanına geldiğinde ise 


-Korkma sakın, artık annelik sırası sende, dedi. 

 


Hepimizin hayatında ölene kadar unutamayacağı bir ilk vardır. Benim ilk’imde gözbebeğim, bazen minicik çocuğum, bazen arkadaşım, bazen büyükannem, bazen öğretmenim… her şeyim kızım, onu kızdırmak amacıyla söylediğim şekliyle Zozişimdir. 


Annemin müjdelediği ilk dakikadan itibaren, bana bu korkuları yaşatan minicik bir canlıyı anlayamamış , onu hissedememiş olmanın acısını hissettim. Tüm anneler bilirler onu taşıdığınızı hissettiğiniz an annelik duygusu başlar. 


Hamilelik süresince kilo verdim, 5.ay bebeği besleyemez oldum ve izin ve raporlarla, sürekli kontrollerle 7.aya geldim. Bebek hareket etmiyor dediler, günlerce hastanede yattım, ilaç tedavileriyle toplam 6, 5 kilo aldım. Onu kaybetme korkusunu hep içimde yaşadım… 


Ekim ayının ilk Çarşamba'sı, saat 19.00 da onunla tanıştım. Sürekli doktorlara benim kızım mı? Diye soruyordum. Karışmasına imkan yok, bu saate kadar doğan ilk kız bebek, dediler. Doğduğu an da ilk farkındalığını yapmıştı. Her anne babanın özeli gibi o da bizim özelimizdi. 


Onu korkuyla kucağıma aldım, babası ve anneannesiyle tanıştırdım. İlk beni görmesine rağmen; her zaman babası ve anneannesi onun için ayrı bir değer oldu ve onlardan koparamadım. 


Hayatının ilk 3-4 saat sonrası dahi üzerine doğru eğilenleri, konuşanları gözlerinin ucuyla yan yan takip ederdi. 


Kundaklamaya korktuğum kızıma 42 gün bakabildim. Yeni memurdum, iznim rapor hakkım kalmamıştı. Bakıcı bulamıyordum ve Adana’da sadece iki kreş vardı, bebek küçük diye onlarda kabul etmediler. Gündüz akrabalar bakarız deseler de gece nöbetçi olduğum anlar bakmıyorlardı. 

Çaresiz annemle Ankara’ya gönderdim. Gece akan sütümü ona vereceğime lavabolara döküyordum. Her gün onu özlüyorduk, maaşlarımızı ise telefon faturasına ve otobüs biletlerine harcıyorduk. 


Annemin durumu daha içler acısıydı. Sabahlara kadar o uykusuz kaldı, maması, meyve suyu, bezi, çamaşırı derken onu da tükettim. 


Kızımızın ilk dişini, yürümesini, söylediği ilk sözcüğü duyamadık. En önemlisi bize ihtiyacı varken hastalıklarında, aşı zamanlarında baş ucunda hiç bekleyemedik. 


Doğal olarak bana 3 yaşına gelene kadar abla dedi. 


Değdi mi tüm bunlara? Bilmiyorum. 


Kızıma bu soruyu sorduğum da “Değdi anne, o zamanki şartlara göre mecburdunuz. Ayrıca üzülme, ben anneannemle hep mutluydum.” diyecek kadar olgun davrandı. 


Bu olgunluğundaki tek pay annemin. O büyüyene kadar mutfak dolaplarında, sehpalarda, ayakkabılığın aynasında, masa üstünde, duvarda yani; evin her köşesinde bizim resimlerimiz vardı. Bütün gün “Annenle baban seni görüyor, onlarla konuş” diyerek büyüttü. Aynı şeyi ablamla bana yapardı. Biz ölmüş babamın resimleriyle konuşurduk. 


Annem onu arkadaşıymış gibi konuşarak, her şeyi izah ederek yetiştirdi. 


5 yaşına geldiğinde kardeşi de 1 yaşını bitirmişti. Artık bir arada büyümeliydiler. Yine çaresiz anneanne de Adana’ya taşındı. O kardeşini hiç kıskanmadı, ona annesi gibi davrandı. İlkokula başladığında ikinci kardeşiyle tanıştı. Bakıcı zorluğu nedeniyle özel okula gönderilmişti. 


Liseyi bitirene kadar her gün sabah okula gitti, hafta sonları erkenden basket antrenmanlarına katıldı. Hiç öğlene kadar uyuyup tembellik yapamadı. Bu duruma hep özenmiştir. Yaşının her döneminde arkadaşlarına göre daha olgun oldu. 


Üniversite sınavlarına gireceği zaman benim başka şehre tayinim çıktı, annemin yardımcı olmasıyla onları yalnız bırakmak zorunda kaldım. Kızıma en çok olmak üzere, çocuklarıma aşırı sorumluluk yükledim. Ben üvey anne, annem öz oldu. Annemin hakkını asla ödeyemem… 


Annem kızımla aramda köprüdür. Öyle çelik ayakları ve halatları olan, her türlü fırtınaya ve akıntıya dayanan bir köprü… 


Tüm zorluklara rağmen İstanbul’da fakülte kazandı ancak, kayıt yaptırmadı. “Anne, biz burada, sen oralardasın Bir de ben gidersem üçe bölünürüz. Gücünüz yetmez” dedi. 


Ona “Sen düşünme, ücretsiz izin alırım” dememe, tüm ailenin ısrarlarına rağmen gitmedi. Şimdi Antalya’da okuyor. Anlattığı kadarıyla hayatından memnun. Kendine Ece’siyle, Duygu’suyla ve Uğur gibi arkadaşlarıyla bir dünya kurdu. Yurt hayatına alıştı. 


İnce, uzun, badem gözlü kızım; tipik terazi burcu, yanındakileri memnun etmek için çabalar, üzülür, kendi mutluluğu hep ikinci sıradadır.Hayatı dengede tutmaya çalışır.Tüm sevdiklerini yanında ister. Biraz dediğim dediktir. Kafasındaki şeyler için sabreder ama, yaptırır. 

Göründüğü gibidir, saçları bir santim fazla kesilse ağlar. Yıllardır uzattığı o saçları ise kafasında topuz yaparak dolaşır. Konuşkan, hatta grubunda gevezedir.Aşırı duygusal olup, sulu gözlüdür. Ama, güçlü görünmeye çalışır, dışarıdan çevik gibi durur. Çok anaçtır. Arkadaşlarına evin annesi gibi davrandığından bazen ukala zannedilir. İlköğretimden beri devam eden sıkı dostlukları vardır.Saat kaç olursa olsun, ona ihtiyaç varsa koşar gider. 


Benimse arkadaşımdır. Aynı okulda okuyan, aynı yurtta kalan iki arkadaşız. 24 saat, istediği an beni arar. (Yani; tüm evlatlar gibi kontürü bitmesin diye ödemeli arar) 


Canım Kızım,  

Seni, senin için en doğrusu diye düşünerek aldığımız kararlar doğrultusunda hayata kazandırmaya çalıştık. Baban ve beni yanlışlıklarımızdan dolayı affedebilecek misin? 


(Not : Yapma kızım, gözyaşlarını sil artık) 

 

 
Toplam blog
: 103
: 1399
Kayıt tarihi
: 21.03.08
 
 

Hacettepe Ün. mezunuyum. Öğrencilik yıllarımda ve okulu bitirdikten sonra bir gazetenin muhasebe ..