- Kategori
- Günübirlik Turlar
Gizli kalmış hazineleri ile Kurtuluş’tan Tarlabaşı’na

Heyula Apartmanı - Kurtuluş
İstanbul’un öyle semtleri vardır ki, durup baktığınızda bir zamanlar şehrin önemli bir parçası olduğunu anlayamazsınız. Zamanla ışıltısını ve dinamiğini kaybetmiş, bir köşede öylece dururlar. Sanki hiç panayırlara ve şenliklere kucak açmamış, her türden dini ve insanı kaynaştırmamışçasına… Kabahat işlemiş ve kuytu bir köşeye saklanmış bir çocuk gibi sessizce…
Oysa dikkatle baktığınızda göreceksiniz ki; aynı dinin farklı mezhepleri ve farklı ülkelerin insanları bu sokaklara sahip çıkmış. Öyle ki, bir zamanlar sahip olduğu insan çeşitliliği ve zenginliğini tekrar kazanmış. Bu çeşitliliğin zaman zaman ortaya çıkardığı çeşitli sorunlara rağmen yeniden yapılanma projelerine ev sahipliği yapacak kadar değerli ve özel… Sizde buyurun In İstanbul sayfalarına, bu semtlerin özel tarihine hep birlikte tanıklık edelim.
Bir yanmış Tatavla, bir kurulmuş Kurtuluş
Kanuni Sultan Süleyman döneminde Sakız Adası’ndan getirilen göçmenlerin yerleştirilmesi ile yerleşim bölgesi haline gelmeye başlayan Kurtuluş semti, eskilerde “Tatavla” adı ile anılırmış. Tatavla ismi Rumca “ahır” anlamına gelen “Ta Tavla”dan türeyerek konulmuş. Bunun nedeni ise eskiden sarayın ahırlarının ve otlaklarının bu bölgede bulunması. 1929 yılında çıkan büyük yangından sonra ise Kurtuluş adını almış.
Kurtuluş tarihi kayıtlarda 19. yüzyıl ortalarına kadar çok fakir bir Rum mahallesi olarak geçiyor. Bu tarihten 20. yüzyıl ortalarına kadarsa en kalabalık ve en zengin Rum grupları burada yaşamış. Günümüzde bu zenginliğin izleri belli belirsiz olmasına rağmen “cami yıkıldı ama mihrap hala yerinde” der gibi bir havası var.
Orhan Türker’in “Osmanlı İstanbul’undan Bir Köşe: Tatavla” kitabında anlattığına göre; 1930’larda Türkler ve diğer azınlıkların da yerleşmeye başlamasına rağmen 1950’lilere kadar Rumlar’ın hakimiyeti devam etmiş. 6-7 Eylül olaylarından nasibini alan Kurtuluş Rumları’nın çoğu, 1964’de çıkarılan kanunla sınırdışı edilmiş. 70, 80 ve 90’lı yıllarda ise hızlı bir sosyal ve etnik değişim yaşanmış. Tatavla’nın eski binaları ise el değiştirip, yerlerine kalitesiz binalar yapılmış.
Tatavla’nın geçmişinin unutulmaz öğelerinden biri ise; “Baklahorani”. Baklahorani, İstanbul Rumları’nın büyük perhizden önceki son pazartesi günü düzenledikleri eğlence günüymüş. Tüm Rumlar bir araya gelerek eğlenceler ve şenlikler düzenler ve hep birlikte büyük perhize hazırlanırlarmış. 1945’lere kadar süren bu eğlenceler Rum nüfusun azalmasıyla, maalesef günümüzde devam etmiyor.
Kurtuluş’un gizli kalmış yönü: kiliseleri
Kurtuluş’un en önemli özelliklerinden bir diğeri ise Hristiyanlık dininin tüm mezheplerini barındıran bir semt olması. Küçük bir semte farklı dinlerin ve farklı mezheplerin yerleşmesi ile oluşan çok renklilik günümüzde bile etkisini sürdürüyor. Rumların büyük çoğunluğunun Hristiyan Ortodoks olması nedeniyle, Kurtuluş’ta en çok Rum Ortodoks mezhebine ait kiliseler bulunuyor.
St Esprit Kilisesi ise önemli bir istisna… 1845 yılında, Papa’nın İstanbul temsilcisi olarak görev yapan Monsenyör Hillereau tarafından ünlü mimar Gaspard Fossati’ye yaptırılmış. Bir diğer önemli özelliği ise rahibeler ve St. Esprit inananları için yapılmış bir yer altı mezarlığına sahip olması. Sarayın meşhur müzisyeni Giuseppe Donizetti’nin de mezarının bulunduğu mezarlığa 1927’den sonra hiç defin yapılmamış.
Kurtuluş’un bir diğer önemli kilisesi ise Rum Ortodokslar’a ait olan Aya Dimitrios Kilisesi. Kilise bugünkü Kurtuluş Meydanı’nda bulunuyor. İstanbul’un bitmek bilmeyen efsanelerinden birinde bu kilise ile ilgili de bir söylence bulunuyor. Anlatılanlara göre: İstanbul’un fethinden sonra, Kasımpaşa semtinde bulunan Aya Dimitrios adlı küçük bir kilise camiye çevrilince, orada bulunan Aya Dimitrios ikonası tepedeki Aya Athanasios kilisesine taşınmış ve kilise artık bu adla anılmaya başlanmış.
Hikâyenin devamına göre ise: ikona yalnızca kiliseye adını vermekle kalmamış, çevresinde yeni oluşmaya başlayan yerleşim birimine de zaman zaman Aya Dimitrios veya Aya Dimitri denilmiş. Kilisenin ilk inşa tarihi kesin olarak bilinmiyor. Gezginlerin notlarında ve şehrin eski planlarında 16. yüzyıl ortalarına kadar izi sürülebiliyor. Bugün ibadete açık olan yapı 1726, 1782 ve 1798 yıllarında yapılan ekler ve onarımlarla korunmuş. Kilise içinde fotoğraf çekimi yapmak yasak. Ama eğer arzu ederseniz okunan ilahileri dinlemek ve tütsü kokusu ile ruhani bir yolculuk yapmak üzere ayinleri izlemeye gidebilirsiniz.
Kurtuluş’ta Rum Ortodokslar’a ait olan diğer bir kilise ise Evangelistra Kilisesi. Kitabesine göre 1893’de tamamlanan kilise ahşap bir yapının yerine 16 yılda inşa edilmiş. Kilisenin kuzeybatısında Panayia Teotokos Ayazması bulunuyor. Bu kilise Hazreti Meryem’e adanan tüm kiliseler gibi anne şefkatini ve vefasını anlatan ikonalar ve resimlerle dolu. İlginç yönü ise zaman zaman önündeki sokakta her şeyi bulabileceğiniz bir bit pazarı kurulması. Bu pazarda; yıpranmış ve solmuş yaprakları ile Fransızca bir kitaptan telleri kopmuş bir gitara, sırları dökülmüş bir aynadan kaç yıllık olduğunu anlayamadığınız abajurlara kadar envai çeşit ev eşyasına rastlayabilirsiniz.
İstanbul’un en eski apartmanlarından biri; Heyula Apartmanı
Apartman modası tüm dünyada yaygınlaşmaya başladığında Elmadağ’da da bir apartman yükselmiş. Köşk hayatından bunalan ve birazda çağın modasına uymaya çalışan dönemin zenginleri tarafından tercih edilmiş. Bugünlerde olduğu gibi manzara kaygısı olmadığı için çatı katında hizmetkârların odaları bulunurmuş. Adı gibi görkemli olan Heyula Apartmanı’na dışarıdan bakmak bile tuhaf bir imrenme duygusu yaşatıyor insana… Belki de bunun nedeni yapıldığı dönemin zarafetini ve şıklığını yansıtmasında…
Tarlabaşı’na yolunuz düşerse…
Eğer Tarlabaşı’na yolunuz düşerse biraz cesaret gösterip sokaklarına adım atın ve hırpani görünümüne karşılık, hangi gizlere gebe olduğunu keşfedin. Keşfettikleriniz sizi hem şaşırtacak hem de heyecanlandıracak. Mesela bugün sayıları çok azalmış olan Keldaniler’in ve Melkitler’in bu semtte birer kiliseleri olduğunu biliyor muydunuz?
Katolik Mezhebine ait Keldani ve Melkit (St. Panteleimon) Kiliseleri azalan cemaatlerine ve zamanla hırpalanmış görüntülerine karşılık ayakta kalma mücadelesi vermeye devam ediyor. Tarlabaşı’nın diğer mezheplere ait iki kilisesi ise; Rum Ortodoks “Ayios Konstantinos – Ayia Eleni Kilisesi” ve Protestan Ermeni “Aynalı Çeşme” Kiliseleri. Aynalı Çeşme Kilisesi’ni görmeye alışık olmadığımız şekilde kadın vaiz yönetiyor. Cemaati fazla kalabalık olmamakla beraber semtin önemli kabul edilen noktalarından biri.
Tarlabaşı semtinin geçmişini öğrenmemiz için 1535’li yıllara geri dönmemiz gerekiyor. Tarlabaşı, elçiliklerin bölgede bulunması nedeniyle üst düzey sefaretlerin, Beyoğlu’nda yaşayan Levantenlerin ve gayrimüslimlerin işyeri ve konutlarında çalışanların ikamet etmesi ile yerleşim bölgesi olmaya başlamış. Yakın tarihimize baktığımızda değişen sosyokültürel yapısı ile Tarlabaşı’nın pek rağbet görmediğini farkediyoruz. Bugünlerde ise “Kentsel Dönüşüm Projesi” kapsamında yenilenmeyi ve eskisi gibi estetik bir görünüm kazanmayı bekliyor.
İstanbul’da Polonyalı bir şair; Adam Mickiewicz
Adam Mickiewicz, 1855 yılında Kırım Savaşı’nda savaşacak Polonya birliklerini örgütlemesi görevi ile İstanbul’a gönderilmiş. Fakat görevini tamamlamaya fırsat bulamadan salgın bir hastalıkta yaşamı son bulmuş. Adam Mickiewicz’in İstanbul’da yaşadığı ev Kasımpaşa’ya oldukça yakın. Bir süre yaşadığı ve hayata veda ettiği ev seneler sonra, 1955 yılında müzeye dönüştürülmüş. Müzede şairin hayatı ve eserleri hakkında belgeler, fotoğrafları ve büstleri sergileniyor. Binanın bodrum katı ise aslında Krakow’da gömülü olan şairin sembolik mezarı olarak düzenlenmiş.