- Kategori
- İlişkiler
Go oyunu
Goban adı verilen Japon go masası
Aynı sabaha uyanırken kim bilir
Aynı düşü görmüşüzdür
Olamaz mı? Olabilir…”
Huzurlu uykuma eşlik etmiş Bülent Ortaçgil. Bozcaada’da çekilmiş bir resmimde de eşlik etmişti bana (megalomanın tarifi böyle olur), şarap festivalindeki konseri sonrasında çekilen. Koltuğumda gerinirken, uyandığıma ve böylece kapatmayı unuttuğum radyomda çalan şarkıyı kaçırmadığıma seviniyorum.
“Onca yıl sen burada / onca yıl ben burada /
yollarımız hiç kesişmemiş / Bu eylül akşamı dışında”
Hayatta bu kesişme noktalarında yaşanıyor zaten. Tıpkı ‘Go oyunu’ gibi. Ya da aslında kökeni antikçağa, Taoizm’e, Zen’e dayanan, binyılların gizemli, mistik ve felsefi oyunu GO, hayata benziyor diyerek düzeltmek gerekir cümleyi. Bu oyunu ilk kez Hakan Savlı’nın “Go Dersleri” adlı şiir kitabında tanıdım. Şimdi temel meraklarımdan biri.
“… Sabit kalır tahtaya konulan taş oynatılamaz.
Yaşamda yapılan büyük yanlışlar gibi.
Tüm taşların değeri aynıdır doğadaki tüm varlıklar gibi
Go karelerin içinde değil kesişim noktaları üzerinde oynanır.”
Tahta üzerinde küçük bir yaşam provası!
Doğanın değiştirilemez çizgileri üzerinde bilgece yürüyüş…
Bedenin bilgeliğine ve doğanın efendiliğine boyun eğdiğimizde bu metropol yaşam kaosu da sona erecek. İnanıyorum buna. Çünkü her şey başladığında çok basitti. Jack London’ın “Ademden Önce” kitabında anlattığı gibi. Doğadan kopup kendimizi onun akıllı efendisi ilan ettiğimizde her şeyi karmakarışık hale getirmiştik.
“Her şey olabildiğince basit hale getirilmeli” demişti Albert Einstein “fakat olduğundan daha basit hale değil” diye de uyarmıştı insanlığı. İletişimi, yaşamı karmakarışık hale getirdiğimizde insan yanımızın basitleşmeye başladığını fark etmedik.
Masamıza içeceğimizi getiren garsona, sokağımızı süpüren çöpçüye teşekkür etmeyi unutacak kadar basitleştik. Gerçek ve ortak evimizin dünya olduğunu unutup, birkaç m2 mekanlara indirgediğimizde temizlik sorumluluğumuzu, basitleştik. Evimizin dışında binlerce çocuk sahipsizken, bencilce kendi çocuklarımızı yapmak için birleştiğimizde basitleştik.
Basitleşmeden basit bir yaşam istiyorum şimdi. Doğanın bana açtığı yolda yürümek ya da “Açken pilavını ye; yorgunken gözlerini kapa.” Diyen Lin Chi’ye uyarak. “Aptallar bana gülebilir ama bilge adamlar ne demek istediğimi anlayacaktır.” Diye eklemişti.
Yorgunum, gözlerimi kapatıyorum. Basit yolculuğum ben uyurken de sürüyor. Müziği kapatmıyorum. Rüya alemine geçmeden Anastacia’yı duyuyorum;
“…kılık değiştirdim
Şimdi maskeyi ardımda bırakıyorum
Pek de mavi olmayan resimler yapıyorum
Çevirdiğim sayfalar öğrendiğim derslerdir…”