Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '08

 
Kategori
Siyaset
 

Göçmenler: Bulgaristan Göçmenleri...

Göçmenler: Bulgaristan Göçmenleri...
 

Fatih Sultan Mehmet zamanında İzmit'ten Bulgaristan'a devlet tarafından gönderilen ve 21 Mart 1951 yılında da göç ederek Anavatan'ı Türkiye'ye gelen Bulgaristan Göçmeni Soydaş'ımızın hikayesini okuyacaksınız... Bu hikaye Sabriye İzmir'in hikayesi... Yüz binlerce hikayeden sadece birisi... Göçmen hikayeleri acı yüklüdür; ama bir o kadar da ders doludur...

Sabriye İzmir (Hamzaova) anlatıyor:

"Bulgaristan'ın Şumnu şehrinin Yeniköy Kasabası'nda 1926 yılında doğdum. Ama dedelerim Fatih zamanında İzmit'ten Bulgaristan'a devlet tarafından gönderilmiş. Babam, Şumnu'da okumuştu. Kasabada öğretmenlik yapıyordu. Ayrıca hayvan beslerdik, çiftçilik yapardık.

Bulgaristan'da o zamanlar İlkokul dört yıldı. Ben de İlkokulu bitirdim. Kasabamızda Türklerin nüfusu Bulgarlardan daha fazlaydı. Çok iyi komşuluk ilişkilerimiz vardı. Birbirimizin evine gider gelirdik. Çocuklar sokakta beraber oynardı. Bu böyle yıllarca devam etti. Ben, genç kız oldum; babamın bir talebesiyle evlendim. Bir de oğlum oldu.

Birgün kasabamızda Belediye Başkanlığı seçimi yapıldı. Seçimlerden sonra Türklere karşı izlenen politikalar sonucu sıkıntılar yaşadık. Kültürümüzü, inançlarımızı korumak amacıyla Türkiye'ye göç etmeye karar verdik.

Evimizi satmak istedik, kimse almadı. Evimizi, hayvanlarımızı, bahçemizi öylece bıraktık. 21 Mart 1951'de Şumnu'dan trene bindik. Yanımıza bir yorgandan ve üzerimizdeki elbiselerden başka hiçbir şey alamadık. Trendeki makinist, beyimin sırtındaki paltoyu beğenerek çıkarttı. El çantama, yeni aldığım ekmek tepsisini koymuştum, onu bile sınırda aldılar.

Kapıkule sınırından Türkiye'ye girdik. Kendi toprağımızdan ayrılmak bize çok zor gelmişti. Vatan toprağına ayak basınca; hepimiz, toprağa kapandık; dualar ettik. Kapıkule sınırında giriş işlemlerimiz yapıldı, nüfus cüzdanı verildi. Babam, İzmir'e yerleşmek istediğini, orada amcaoğullarının olduğunu söyledi. Görevliler: "İzmir dolu amca, sizi Alanya'ya vereceğiz; ama isterseniz soyadınızı İzmir yazalım." dediler. Biz de kabul ettik.

Edirne'den tekrar trene bindik, Tekirdağ'da indik. Tekirdağ'da Dumlupınar Gemisi'ne bindik, sekiz gün geceli gündüzlü deniz yolculuğu yaparak Antalya'nın Alanya İlçesi'ne geldik.

Alanya'da Belediye Başkanı'nın evine geçici olarak yerleştirildik. Bulgaristan çok soğuk; Antalya çok sıcaktı, hepimiz hasta olduk. Ömrümüzde ilk defa zeytini, portakalı burada gördük; hatta portakalı kabuğuyla yedik. Devlet bize çok sahip çıktı. Toprak verdi, işe yerleştirdi. Biz de çok çalıştık. Hiçbir zaman "Neden geldik?" demedik. Geldiğimize hiç pişman olmadık.

Çocuklarım, torunlarım okudular. Hepsini de memleketlerine hizmet eden, vatan toprağının kıymetini bilen insanlar olarak yetiştirdik. Şimdi kalabalık bir aileyiz; Ankara'da yaşıyoruz. Bulgaristan'da kimsemiz kalmadı; artık Bulgaristan, bizim için sadece komşu bir devlet."

Bu göç hikayesini, 2008-2009 eğitim-öğretim yılında İlköğretim Okulları'mızda okutulan yedinci sınıf Sosyal Bilgiler ders kitabından aldım. Kitabın yazarları şunlardır: Mecit Mümin Polat, Niyazi Kaya, Miyase Koyuncu ve Adem Özcan'dır.

Yedinci sınıflarımızdan birinin ders öğretmenleri rahatsızlığı nedeniyle gelememişti. O sınıfa ben girdim. Sınıfın kapısını açıp içeri girdiğimde; bir erkek öğrencimizin başka bir erkek öğrenciyi sırtına alıp, sınıfın içinde hoptirik oynadığını ve diğerlerinin de güldüklerini gördüm. Pek kolay olmasa da hepsini susturdum; iki delikanlıyı da yerlerine oturttum. Hiçbir öğrencinin masasında kitap yoktu. Her öğrencinin istediği bir kitabı çıkarıp hemen sessizce okumasını istedim. Kitaplar çıkarıldı, okunmaya başlandı. Ben de bir öğrenciden Sosyal Bilgiler ders kitabını istedim. Sayfalarını karıştırıp konuları incelemeye çalışırken, Sabriye İzmir'in hikayesiyle karşılaştım. Okudum ve çok etkilendim.

Sınıfa da okudum. Sonra da sayfalarının fotokopilerini çektirip yanıma aldım.

Öğrencilere: Eğer okumazsak herkes bizi kandırır; doğru kararlar veremeyiz, tuzaklara düşeriz. Eğer çok çalışmazsak herkese muhtaç oluruz. Birbirimizi çok sevmezsek tarih boyunca karşılaştığımız zorlukları yeniden yaşarız; düşmanlara yeniliriz. Bunları söyleyip açıkladıktan sonra; "Gerçek öğrenci sınıfta öğretmen yokken de ders çalışan öğrencidir. Öğretmeninin gelmesini beklemeden derse başlayan öğrencidir. Anne ve babalar "çalış kızım", "çalış oğlum" demeden çalışan öğrencidir" dedim. O an için bir düzelme oldu, kalıcı olur mu bilemem!..

Sabriye İzmir'in hayatından çıkardığım dersleri anlattım. Devletimiz Sabriye İzmir'e toprak vermiş; O'nu ve ailesini yurttaş etmiş; Onlar da çok çalışmış. Evet; ben göçmenlerle dostluğu güçlü olan biriyim ve onları çok severim. Onların hiçbiri bu vatana ve kendilerine verilenlere kadirşinanssızlık etmedi...

1989 yılında 311.862 Bulgaristan Göçmeni soydaşımız Türkiye'ye geldi. Sultanbeyli İlçesi'ne birlikte gidip geldiğimiz ve o tarihte Türkiye'ye gelen bir meslektaşımla konuşurken şunları söyledi: "Bir tek tencere aldık, önce çorba pişirip yedik. Sonra da aynı tencereyle pilav pişirip yedik; ta ki bir ev alıncaya kadar... Şimdi evim de var herşeyim de var. Sana nasihatım olsun: Gelirin ne kadar olursa olsun mutlaka çok az bir miktar da olsa tasarruf yap!.."

Taşlıtarla Pazariçinde neredeyse ömrünün tamamını yaşayan Süleyman dedemin bütün komşuları göçmendi; dedem onları, onlar da dedemi çok sevdiler. Çünkü onlar da çok çalışkandı, dedem de; onlar da vatanına milletine ölümüne bağlıydı; dedem de...

Sonra Kartal'da göçmenlerle komşu olduk. Sevgimiz anlatılamaz düzeydedir; öylesine içten, öylesine candan!..

Bu yazıyı okuyanlardan bir dileğim var, eski yazılarımdan; "Bir Ramazan yazısı: Sarı Bakkal" ile "Kutsal İsyan"ın yazarı Hasan İzzettin Dinamonu'nun çocukluğu ve bugünler..." başlıklı olanları da okusunlar.

Şimdilerde de okumuyoruz ya da hep aynı gazeteleri okuyoruz; gene az çalışıyoruz ve neredeyse hepimiz bankalara borçluyuz; bu çok büyük bir tuzak. Kavga dönemindeyiz sanki yeniden; birbirimizi sevmemeyi marifet zannediyoruz. Ve dünya irili-ufaklı savaş içinde... Ekonomik kriz tüm ülkelerin korkusu olmuş.

Fotoğraftaki asker "Alo, savaş bitti mi?" diye soruyor. Dünyanın savaşı bitmez; bunu unutmayın!... Ancak tarih bilinci olan milletler, daha çok barış içinde yaşarlar; huzurlu olurlar ve kalkınırlar... Ve ey sevgili gençler hiç durmadan çalışın: Kendiniz, aileniz, vatanınız ve milletiniz için...

Türk Milleti için çalışanlara sevgilerimle...

fot.Yeniçağ Gazetesi

 
Toplam blog
: 323
: 2029
Kayıt tarihi
: 04.09.06
 
 

Yaşanan her hayat en iyi hayattır; yeter ki içinde kötülük olmasın!.. ..