- Kategori
- Güncel
Göğsünün sol yanında özgürlük çarpan kadınlar

Kadın dünyanın en güzel varlıklarından biridir...
“Kadın” deyince aklıma hep en sevdiğim şairin şu bilindik dizeleri gelir;
“…Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız…”
Böyledir işte Nazım Hikmet’e göre bizim kadınlarımız… Bana sorarsanız önce kendim sonra tüm hemcinslerimdir… Bu dünyayı gizli bir elle yönetenlerdir. Ne de olsa kadın, doğurandır, büyütendir… Her başarılı erkeğin arkasında bir kadının eli vardır. Anne, oğlunun zihin yapısını ana hatlarıyla şekillendiren, sevgili, yoğuran, eş ise ona ortak olandır. Kadın, bu evrende istediği her şey olabilendir. Tanrı, onu yaratırken erkekten farklı olarak, fazlaca ayrıntılı bir düşünce yapısı vermiştir. Kadın, olayları her yönünden sorgulayabilme gücüyle fıkralara konu olacak kadar detaycı, erkekleri çıldırtabilecek kadar da üreticidir. Tabi ki bu işin espritüel yanı ama etrafta dolaşan kadın erkek fıkralarının üstünden düşünecek olursak bu yargının doğruluğunu da görebiliriz. Tüm bunların yanında bir gerçek daha vardır ki Tanrı fiziksel gücün fazlasını erkeğe vermiştir. Doğurganlık gücünün ise kadına verilmiş olması, cinsel özgürlüğün otomatikman erkeğin elinde olmasına olanak sağlar. Ne de olsa erkeğin tabir-i caizse şayet, yatağında olanlar orada saklı kalabilir ama kadının yatağının ayyuka çıkması çok daha olasıdır (Bekâret ve gebelik gibi sebeplerle). Dolayısıyla kadın, asırlardır gelenek ve göreneklerin, toplumsal yargıların… Vb. altında güçsüz kalmış ve ezilmiştir. Toplumlar, “gücü” seçmiş erkeği yüceltmiş ve pek çok özgürlüğü kadından önce erkeğe tanımışlardır.
Peki ya bizim toplumumuz? Şöyle bir bakalım; Hala ülkemizde pek çok yörede anne ve babadan kalan miras ya tamamıyla erkek evlada verilir ya da büyük bir kısmından kız çocuklar mahrum edilir. Erkek; “At, avrat, silah” terimleriyle hala övünür ve cinselliği paylaştığı kadınları elinin kiri olarak görür. Modernleştiği varsayılan ülkede genç adam pek çok kızla cinsel anlamda beraberlik yaşar oysaki iş evlenmeye gelince tabir-i caizse köyünden “ellenmemiş dillenmemiş kız” alır. Ben boğazda oturuyorum. Tüm yaz boyu gördüğüm manzara hep aynı; sahil boyunda piknik yapan aileler tüm boğazı kaplıyorlar. Size şöyle bir resmedeyim; sıcak güneşin altında mangal yapan kadınlar, etrafta oynayan çocuklar ve serinleme hakkı sadece kendilerine aitmiş gibi davranıp denize dalan eşler ve erkek çocuklar… Erkeklerimizin yüzüp de kadınlarımızın yüzemediği sahillerimiz var bizim. Bir işte bir kadın başarılıysa şayet ilk sorgulanan patronuyla bir ilişki içinde olup olmadığı, bir erkek başarılıysa şayet ilk düşünülen; Ne kadar da akıllı olduğu… Elbette ki bir takım etik durumları suistimal eden pek çok kadın ve erkek var tüm dünyada ama bizim sözümüz onları tenzih ederek tüm kadın ve erkeklere…
Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nün yaptığı araştırmanın çarpıcı sonuçları şöyle: Aile içi şiddetin yüzde 87'si, kadınlara karşı işleniyor. Şiddetin yüzde 34'ü fiziksel, yüzde 53'ü sözlü olarak gerçekleşiyor. Bu oran gecekondu semtlerinde yüzde 97'lere çıkıyor. Kadınların yüzde 20'si okur-yazar değil. Lise ve daha üstü eğitimli 15-24 yaş grubunda bulunan kadınların yüzde 39, 6’sı işsiz. Kadınların yüzde 40'ı görücü usulüyle evleniyor, yüzde 20'si ise nikâhsız yaşıyor. Kadınların yüzde 55'i doğum kontrolü uygularken, yüzde 64'ü hamilelik döneminde doktora gitmiyor. Yılda 2 bin 500 kadın anne olmak isterken yaşamını yitiriyor. Eğitim gören 100 kadından sadece 2 tanesi yüksek öğrenim görüyor. Kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 27'lerde bulunuyor. Türkiye'de 850 kaymakamın sadece 17'sini kadınlar oluşturuyor. Hâkim ve cumhuriyet savcısı sayısı içindeki kadın oranı ise yüzde 18. Meclis'teki 550 milletvekilinin 24'ü kadın. Belediye başkanlarının ise sadece binde 5'i kadınlardan oluşuyor. Türkiye’de kadınların yüzde 35, 6’sı bazen, yüzde 16, 3’ü sık sık aile içi tecavüze uğruyor. Yine aynı verilere göre dünyada da tablo değişim göstermiyor; Kadınların yaklaşık yüzde 47'si ilk cinsel ilişkilerini zor kullanılarak yaşıyor. Mültecilerin yüzde 80'i kadınlar ve çocuklardan oluşuyor. Dünya HIV/AIDS hasta nüfusunun yüzde 51'i kadınlardan oluşuyor. Halen en az 54 ülkede kadınlara yönelik ayrımcı yasalar bulunuyor, Her üç kadından biri dayak yiyor, zorla seks yapmaya zorlanıyor ya da tacize uğruyor. Kadın cinayet kurbanlarının yüzde 70'i erkek partnerleri tarafından öldürülüyor.
Dünya var olduğundan beri kadın ve erkek arasında ki bu farklar hep vardı. Orta Çağ Avrupa’sında kadınlar “Cadı” diye yakıldı. Müslümanlık öncesi Arap Yarımadası’nda kız çocukları diri diri gömüldü. Babil’de kadın evcil hayvan değerindeydi. Çin’de kadınlara isim verilmez numaralandırılırlardı. Hindistan’da kadın kocası öldükten sonra ölmek zorundaydı. İran’da Mecusiler devrinde erkekler kız kardeşleriyle evlenirlerdi. Roma’da kadınlar vatandaş değildi. Babanın çocuğu kabul edip etmeme hakkı vardı. Şayet kabul edilmeyen erkekse; isteyen onu alıp götürürdü fakat kız ise; açlıktan ölürdü. Rusya’da fuhuş ve zina yapan kadının cinsel organı oyularak çıkarılır fakat erkeğe bu muamele yapılmazdı. Yunanlılarda kadın bir eşya gibiydi alınıp satılabilirdi. Medeni hakkı, hürriyeti, miras hakkı yoktu. Kısacası Dünya var olduğundan beri kadınlar hep bir takım haklar için mücadele etmek zorunda kaldılar. Rahmetli Duygu Asena’nın da dediği gibi “Kadının Adı Yok” tu ve kadın, adı için çok savaşlar verdi. Hala da vermeye devam ediyor.
Günümüzde de dünya üzerinde kadının durumu çok iç açıcı değildir. Kadınlara karşı şiddet dünyada en yaygın, ancak en az cezalandırılan suçtur. Tahminlere göre 113 ile 200 milyon arasında kadın demografik olarak “kayıp”(yok) görünmektedir. Ya doğar doğmaz öldürülmüşler (erkek çocuğun kız çocuğa tercih edilmesi) ya da erkek kardeşleri ve babalarıyla eşit derecede gıda ve tıbbi olanaklara ulaşamamışlardır. Fuhuşa zorlanan ya da bunun için satılan kadınların sayısı yılda 700.000 ila 4.000.000 arasındadır. Cinsel kölelik düzeninden elde edilen kazançlar yılda tahminen on iki milyon dolardır. Küresel olarak, daha büyük oranda on beş ile kırk beş yaş arası kadınlar erkek şiddetinin sonucu ya da kanser, sıtma, trafik kazaları veya savaşa bağlı olarak sakat kalmakta ya da hayatını kaybetmektedir. En az üç kadından biri dövülmüş, cinsel ilişkiye zorlanmış ya da hayatı boyunca başka türlü suistimal edilmiştir (tecavüz, kötü davranış). Genellikle, suistimal eden kişi aileden bir üye ya da kadının tanıdığı bir kimsedir. Ev içi şiddet, bölge, kültür, etnik köken, eğitim, sınıf ve din ne olursa olsun kadınlara karşı en yaygın suistimal şeklidir. Dinsel, kültürel vb. nedenlerle yılda iki milyondan fazla kız çocuğunun genital organlarına hasar verilmektedir (kadın sünneti). Bu oran, 15 saniyede bir kız çocuğudur. Sistematik tecavüz dünyadaki birçok çatışmalarda bir terör silahı olarak kullanılmaktadır. Ruanda’daki 1994 soykırımı esnasında 250.000 ila 500.000 kadının tecavüze uğradığı tahmin edilmektedir. Araştırmalar, kadına karşı şiddet ile HIV virüsü arasında yükselen bağlantıyı göstermekte ve HIV bulaşmış kadınların daha fazla şiddete maruz kaldıklarını, şiddet kurbanlarının da HIV bulaşma risklerinin daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.
İşte Türkiye ve tüm Dünya’da bugün ve dün olarak kadının konumu böyledir. Tüm bunlara değindikten sonra 8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasının önemini daha çok anlamış olmalıyız. Dünya Kadınlar Günü’nün uluslararası düzeyde kabul gören bir hal alması 1970'lere rastlasa da, bu tarihe kaynaklık eden olay ve dünya kadınlarının ortak bir gün kutlama isteğinin gündeme gelişi 1800'lerin ortasını bulur. ABD'nin New York kentindeki Cotton tekstil fabrikasında çalışan işçi kadınlar, 1800'lü yılların ortalarından beri daha iyi çalışma koşulları, emeklerinin karşılığında hak ettikleri ücret ve daha iyi yaşam için mücadele vermektedir. Ama bunca yıllık mücadeleye karşın elde edebildikleri pek bir hak yoktur. En sonunda, 8 Mart 1908 günü, haklarını alabilmek için son çare olarak greve giderler. Ancak patronlar bu greve zalim bir şekilde müdahale ederler. Greve giden kadınlar fabrika binasına kilitlenirler. Patronlar bu yolla grevin başka fabrikalara sıçramasını engellemek isterler. Ancak beklenmedik bir şey olur ve fabrika yanmaya başlar. Ne yazık ki yangından fabrikada bulunan kadın işçilerden çok azı kaçarak kurtulmayı başarır Yanan fabrikadan kaçmayı ve fabrikanın çevresine kurulmuş olan barikatları aşmayı başaramayan 129 kadın işçi yanarak ölür. Aynı yıl diğer endüstri kollarındaki kadınlar da mücadeleye devam ederler. Kadınların yürüttükleri mücadelenin temelinde seçme ve seçilme hakkı, günlük çalışma saatlerinin, koşullarının ve ücretlendirmenin yeniden düzenlenmesi gibi konular bulunmaktadır. Dünya Kadınlar Gününde bugün de ilk başlarda yapıldığı gibi eşitlik için, bağımsızlık için, politik haksızlıkların ortadan kalkması için, daha iyi yaşama ve çalışma koşulları elde edebilmek için çalışılıyor. İlk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlayan 8 Mart, 1975 yılında daha yaygın olarak kutlandı ve sokağa taşındı."Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı" programında Türkiye de etkilenmiş, 1975 yılında "Türkiye 1975 Kadın Yılı" kongresi yapılmıştır. 1980 askeri darbesinden sonra dört yıl anılmadı 8 Mart. 1984'ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından Dünya Kadınlar Günü kutlanmaya başlandı. Kadınlar 80'li yıllarda 8 Mart'ı izinli yürüyüş ve şenliklerle kutlayamamışlarsa da, küçük gruplar mütevazı kutlamalarını sürdürdüler. 90'lı yıllarda kadın kuruluşlarının sayı ve çeşitliliğinin artması ile beraber 8 Mart daha geniş bir katılımla kutlanılır oldu.
Konu Dünya Kadınlar Günü olunca ne yazsan bitmiyor. Ama ben Türkiye’de ki son gelişmeleri de göz ardı etmek istemiyorum. Kadınlar Türkiye’de 2000’li yıllara geldiğimiz halde özgürlüklerini ellerine alamamış durumdadırlar. Ben ve benim gibilerin içinde yaşadığı topluluk tüm ülke nüfusunda milyonda bire bile denk gelmemektedir. Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hazırladığı Medeni Kanun, 17 Şubat 1926 Yılında kabul edilmiştir. Bu Atatürk tarafından Türk Kadınına kendisi istemeden verilen bir hediyedir. Belki de bu yüzden bizim kadınımız savaşmayı bilmez. Kazanmadığı şeyi kaybetmekten korkmaz. Bugün Televizyonda Cüneyt Zapsu’nun türban hakkındaki açıklamasını dinledim. “Türbanını çıkart demek donunu çıkart demekle denktir” diyordu. Meğer ben ve benim gibi tüm kadınlar yıllardır donsuz geziyormuşuz. İşte modern, düşünebilen… Kadına yapılan muamele çoğu zaman budur. Toplumlar aptal kadınları sever. Erkek egemenliğinin kabul edilmesi her zaman baş tacıdır. İki adım yolu yalnız başına yürüyemeyen kadın her zaman saygı görür. Çünkü o kadının erkeğin güçlü kollarına ihtiyacı vardır. Başörtüsünü de aynen böyle takmıştır zaten; babası, abisi ya da amcası onun için uygun olduğunu söylemiştir. Gönderdikleri Kuran kursundaki din öğretmeni takmazsa cehennemde yanacağını her gün dile getirmiştir. Kadın karşı çıkmamalıdır.
Kadınların konuşmaya korkmadığı, yaşamaya korkmadığı, cinsel tacizlere dur diyebildiği, şiddete karşı gelebildiği, toplumsal statüler edinebildiği… El altından değil açıkça özgürleşebildiği, üstün zekâsını dünyanın iyiliği, güzelliği ve yaşanılabilirliği için kullandığı yeni bir dünya diliyorum. Kadın ve erkeğin gerçekten eşit olduğu yaşanılabilir bir ülke diliyorum. Çağdaş, modern, laik ve demokrat fikri göğsünün sol yanında taşıyan tüm ülkemiz kadınlarının 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun.