Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Nisan '09

 
Kategori
İnançlar
 

Gök-Tanrı’dan Aleviliğe yolculuk

Aleviliğin İslam içerisinde yer alıp almamsı konusuna bakmak için öncelikle Türkmen boylarının Ortaasya’dan Anadolu’ya kadar süren dinsel aktivitelerine göz atmak gerekir. Türkmen boyları Ortaasyadan Horasana ve Anadolu’ya süren yolculuk boyunca inançlarının içerisine Zerdüştilik, Budizm, Manikeizm gibi din ve inançlardan alıntılar eklenmiştir. Fakat bütünü ile bu inançların ve dinlerin içine girdiklerine ve akabinde İslam’a geçtikleri yönünde bir bulguya rastlanmamaktadır. İslam ile tanışmaları öncesinde hali hazırda Şamanizm’in Gök-Tanrı inancında oldukları çoğu kaynaklarda belirtilmektedir.

Zerdüştilik, Budizm ve Manikeizm kurucuları ve kitapları bulunan dinlerdir. Şamanizm veya Gök-Tanrı ise bunlardan farklı olarak her hangi bir kurucusu veya kutsal kitabı olmayan insanlığın ilk dönemlerinde din ve tanrı olgusunun ortaya çıkması ile doğup şekillenen bir inançtır. Köken olarak Ortaasya’ya dayanmakta bir nevi Türk-Türkmen boylarının inanışı ve dinidir.

Türk-Türkmen boylarının Anadolu’ya göçleri sırasında Horasan bölgesinde İslam ile karşılaştıkları bütün kaynaklarca belirtilmektedir. Bu karşılaşma öncesinde dinleri konusunda net bir bulguya rastlanmasa da genel bilgi hala Şamanizm’in Gök-Tanrı inancında olduklarıdır. İslam ile karşılaşma bölgesi olan Horasan, İslam’ın Şii inanışının ağırlıkta olduğu bir bölge olmakla kalmayıp aynı zaman da birçok inanışında yaşandığı bölgedir. Her ne kadar İslam’ı kabul ediş kimi yerlerde kılıç zoru ile kimi yerlerde ikna ile olsa da bu yeni inanış Türkler arasında yayılmıştır. Bu yayılma sırasında kimi toplumlar en azından ritüeller açısından geçmiş inanışlarına bağlı kalmak, kopmamak, devam ettirmek yolunu seçmiştir ki bu durum en fazla göçebe boylar arasında olmuştur. Yerleşik düzenden kopuk dolayısı ile Arap-İslam’ının baskısından olabildiğince uzak bu topluluk geçmiş inancını ile yeni inancı kaynaştırmak yolunu seçmiştir. Bu nokta da dervişlerin göçebe Türkmen boyları üzerindeki etkisini de unutmamak gerekir. İslam dininin Arap kavmi egemenliğine karşı çıkan, dinin asıl amacı doğrultusunda çaba harcayan dervişlerce İslam Arap geleneklerinden ve geçmişinden arındırılıp yeni baştan bu sefer Türkmen boylarının geleneklerine ve geçmişine göre yorumlanmıştır. Amaç İslam’a yeni bir şekil vermek değil İslam dinini Türkmen boylarına uygun, geçmiş ritüelleri taşıyan, gelenekleri ile uyuşan bir şekle sokmaktır. Bu nedenle Kuran’ın zahiri anlamı yerine Batıni anlamına yönelinmiş ve bir anlamda İslam ile Gök Tanrı inancı örtüştürülmüştür. Bu örtüştürme genel anlamda ritüellerde ve kimi temel noktalarda olmuştur.

Yarı/tam göçebeler ile yerleşik düzende ki Türkmenler arasında inançsal olarak bu ayrılığa yol açan durumun nedenlerinin başında yaşayış biçimleri gelmektedir. Göçmen topluluk dinsel dış etkenlerden daha korunaklı, daha sıkı bağlarla birbirine bağlı bir yapıdadır. Bir arada bulunmanın dinamizmi içerisinde geçmiş bağlarına bağlı, gelenek ve göreneklerinde tutucu bir yapı sergilemektedir. Bu durum İslam’ı Türkmen inanışı doğrultusunda yorumlayan dergahlar açısından önemlidir. Dergahlar için yorumlarını anlatmak ve taraftar bulmak açısından göçebe Türkmen boyları önem teşkil etmektedir. Aynı doğrultuda düşünen dergahlar ve göçebe Türkmen boyları ortak bir nokta da buluşmuştur. Her iki kesimde İslam’ın Arap geleneklerine ve inançlarına karşı çıkmaktadır. Bu göçebe Türkmenler açısından anlaşılır, geçmişle örtüşmüş, geleneklerine uygun bir İslam’dır. Bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki söz konusu derviş ve sufiler kendilerinden yani Türkmen boylarındandır.

Bu oluşumlar sırasında bulunulan çevre etkisi ile Şii inancının temel motifleri ve şekilsel olmasa da inançsal ve söylemleri kabul edilmiştir. Hz. Ali ve Ehl-i beyt sevgisi ve bağlılığı, oniki imam inancı, muharrem orucu buna örnek gösterilebilir. Ancak bunların yanı sıra Gök-Tanrı dan gelen bazı inanç ritüellerini ve söylemleri de dışlanmamıştır. Dede, Kam’ın (Türkmen-Türkler Şaman yerine Kam kelimesini kullanmaktadır) bir benzeridir, Kam olmak için belli başlı bir Kam’ın neslinden olmak gerekir, Dede olmak içinde seyit soyundan olmak gereklidir. Alevilikte tavşan yenmez, Gök Tanrı inanışında davulda ki tavşan resmi Kam’ın aletlerinin koruyucusunu simgelemektedir. Atalar kültün de bir insan kendini baba, dede ve atalarının devamı olarak görür ki bu da Alevilikte ki “Alevi olunmaz, Alevi doğulur” söylemi ile benzerlik içermektedir. Gök Tanrı inancında adaklar kutsal yere götürülüp törenle, şölenle gereği yapılmaktadır, bu gelenek Alevi inancında yer aldığı kadar Anadolu da ki Sünni-İslam kesimdekilerce de hala hazırda uygulanmaktadır.Bu örnekleri artırmak mümkündür.

Gök-Tanrı inancı ile İslam dini örtüşmüş müdür? Bazı temel noktalarda örtüşme olmuştur. İslam’da ki dünyanın sonu olayının benzeri Gök-Tanrı inancında da bulunmaktadır. Gök-Tanrı da Tanrı eşi ve benzeri olmayan, insanlara yol gösteren, onların varoluşuna hükmeden, cezalandıran ve ödüllendiren bir ulu varlıktır. Gök-Tanrı inanışında öbür dünyada ikinci bir hayatın varlığına ve ruhların sonsuza kadar yaşadıklarına inanılmaktadır. Orta Asya Türklerinin yaradılış efsanesine göre, tanrıların en yükseği, insanoğlunun atası olan Tengere Kayra Han (ya da Bay Ülgen), “kişi”yi, onun aracılığı ile de yeryüzünü, dağları, vadileri yaratmış; “kişi”nin kendisine baş kaldırması üzerine, ona “Erlik” adını vererek ışık evreninden yeraltı atmıştır, bir anlamda İslam da yer alan ve Kuran da anlatılan Allah’ın Şeytan’ı huzurundan kovmasıdır. Put olayı bütünü ile Gök Tanrı inanışında yer almamaktadır.

İslam dininin bu temelleri göçebe Türkmen boylarına çok yabancı gelmemiştir. Dergahlar da Kuran’ın Batıni yönünde yapılan çalışmalar ile anlamı çözmeye ve kendi öz inançları ile yorumlama yoluna gitmişlerdir. İslam dinin temelde Gök-Tanrı inanışı ile uyuşması bu çalışmaları kolaylaştırmakla kalmamış aynı zaman da İslam dinine getirilen bu yorumun göçebe Türkmen boyları tarafından kabul edilmesi yönünde de etki etmiştir. İslam’ı Arap gelenek ve inanışından sıyırıp Türkmen gelenek ve inanışı ile çevreleyen bu bu yaklaşım dervişler, sufiler aracılığı ile göçebe Türkmen boyları arasında hızla yayılmış ve taraftar bulmuştur. Bir nevi göçebe Türkmen boyları, İslamiyet’i kabul eden ancak bunun yanı sıra İslamiyet’e Türkmen gelenek, inanç ve motiflerini işleyen ve de kendilerinden olan derviş ve sufiler kanalı ile İslamiyet ile buluşmuşlardır.

İslam da ki bu Türkmen yaklaşımına en büyük emek harcayanlardan birisi de Türkmen olan Hoca Ahmet Yesevi’dir. Yesevi dergâhında yetişen dervişler ve sufiler aracılığı ile yaklaşım göçebe Türkmenler arasında yayılmakla kalmamış, taraftar ve talipler kazanmıştır. Göçebe Türkmen boyları tarafından yaklaşımın böylesine kabul görmesinde yerleşik düzenden uzak olmaları olduğu kadar geçmişlerinden kopmamaları da yatmaktadır. Ritüelsel olarak çok fazla değişiklik olmayan ancak buna karşın iş yapısı, söylemleri ve inanç sistemi farklı olan İslam dininin Türkmen yorumu bir özlerine ve geleneklerine uygundur. Dönemi içerisinde özellikle yerleşik düzende önemli etkisi olan Nakşibendilerce her ne kadar uygulamaları, yaklaşımları hoş karşılanmasa da Yesevi dergahı bir anlamda tasavvufun başlangıcında ve gelişiminde önemlidir.

Hoca Ahmet Yesevi, inançlarında başta Gök-Tanrı olmakla birlikte Zerdüştilik, Budizm, Manikeizm gibi din ve inançlardan alıntılar bulunan göçebe Türkmen boylarını İslam’a getirdiği Türkmenler için uygun olduğu kadar ortak bir payda olabilecek Türkmen-İslam anlayışı ile buluşturmuştur. Islama davet yöntemini, din-dünya görüşü ve bu kavimlerin yaşama biçimlerinin ortak paydasında büyük bir maharetle birleştirerek, bunun üzerine inşa etmiştir. Aşırı ibadet, zühd ve sabırla öbür dünyayı ve gerçeği arayan diyebileceğimiz şeriat yolu gibi, Türk kavimlerinin tabiat ve karakterine ters düşecek inanışlar yerine, onlara daha uygun gelecek aşk ve cezbeye dayalı, bir nevi Şamanizm-Gök Tanrı ağırlıklı ve diğer inanışları da kapsayan bir yöntemi seçti. Ona göre, bu yolda asıl olan öz söz birliği, sevgi-hoşgörü ve aşk ile cezbeydi. Bunu da dini kolaylaştırma yönündeki kimi ayet ve hadislere bağladı.

Alevilik ve Bektaşilik içinde yer alan 4 kapı 40 makam, “eline beline diline hakim ol” ilkesi Hoca Ahmet Yesevi tarafından şekillendirilmiş ve Türkmen-İslam’ına dahil edilmiştir. Hoca Ahmet Yesevi tarafından şekillendirilen bu ilkeler Yesevi dergâhında yetişen dervişler ve sufiler tarafından göçebe Türkmen boylarına yayılmakla kalmamış Anadolu’ya taşınmıştır. İsimleri şeriat, tarikat, marifet ve hakikat olan 4 kapının isimsel olarak benzerleri Yesevilik ve Bektaşilik dışında İslam içerisinde yer alan çeşitli yol, ve tarikatlarda mevcuttur. Bir örnek vermek gerekirse son dönemlerde gündemde olan, anne tarafından İmam Ali Rıza’ya bağlı olan Abdülkadir Geylani tarafından kurulmuş olan Kadirilik tarikatında da aynı isimlerle 4 kapı bulunmaktadır. Burada bir anekdot vermek gerekirse Abdülkadir Geylani Horasan bölgesine yakın Hazar denizinin güneyinde yer alan Geylani kasabasında dünyaya gelmiştir. Bir anlamda Horasan ve yakın çevresi Şii inancı içerisinde bulunan tarikat ve inançların doğuşunda önemli bir rol üstlenmiştir. Bu tarikat ve inanışların kurucularının nerede ise hepsi soy olarak Ehl-i beyte bağlanmaktadır. Tasavvufun doğuş ve şekilleniş de yine Horasan-Bağdat arasında ki bölge içerisinde olmuştur demek pek yanlış olmaz.

Az sayıda ki ulus, toplum ve ırk yüzlerce veya binlerce yıl öncesinde ki inançlarını hala devam ettirmektedir. Genel olarak insanlık tarihi boyunca ortaya çıkan din ve inanışlardan hala hazırda yaşayanı çok fazla değildir. İnsanlık tarihinde yer alan ancak bugün için var olan dinler –vahy dinleri dışında- genelde bir ırkın egemenliğinde yer alan ve çoğunluklada kurucusu ve kutsal kitabı bulunan veya temas açısından ücra bölge de yer alan toplumların dinleridir. Fakat insanlık tarihi boyunca ortaya çıkmış dinlerden ve inançlardan izleri hali hazırda yaşayan dinlerde ve inançlarda bulmak mümkündür. Arap-İslam’ı, Arap kavminin İslam öncesinde ki motifleri, ritüellerini ve geleneklerini taşımaktadır. Bir örnek vermek gerekirse hac ve oruç İslam öncesinde de Arap kavmi inancında yer almaktadır. Bunun yanı sıra aynı din içerisinde bulunan farklı ırk ve kültürlerde geçmişten izlerin taşındığını görebiliriz. Anadolu da Sünni kesimce de devam ettirilen adak Gök-Tanrı inanışının devamı olup bir gelenek olarak sürdürülmektedir.


Geçmişten taşınan gelenek ve ritüelleri taşımak yeni bir inanca veya dine girmeye engel olmamaktadır. Sonuçta temel söylemlerin ve inanışın uğradığı değişiklik yeni bir inanca girmektir.

Göçebe Türkmen boylarının eski inançlarında tek Tanrı olsa bile peygamber ve kutsal kitap yoktur. Kam olmak için Kam neslinden olmak gerekmektedir ki bu İslam sonrasında da dede, mürşit, pir gibi makam sahibi olmak Hz.Ali-Hz.Fatma soyuna bağlı olmak ile devam ettirilmiştir. Kuran da yer alan secde, rüku gibi ibadetin şekilleri Mansur darı, Nesibi darı, Fazlı darı, Fatıma darı isimleri ile Cem ayinlerine taşınmıştır. Şunu da belirtmek gerekir ki secde olayı insanlık tarihindeki nerede ise bütün dinlerin ibadet şekillerinin arasındadır. Geçmişin kopuzlu toplu ibadet şekline Cem ayini içerisinde devam edilmiştir. Göçebe toplumlarca uygulanan ibadet şekli genel olarak bireysel değil toplu ibadettir ki Cem ayini de toplu bir ayin olup birlik, toplanmak anlamına gelmektedir. Kurban ve adak olayları ise olduğu gibi korunmaya çalışılmış Cem’ler de kurban tığlanmıştır.

Göçmen Türkmen boylarının Gök-Tanrı inancındaki söylem, inanç ve ritüellerin şeklindeki kimi değişimlerden önemlisi en büyük değişim peygamber ve kutsal kitap inancının yerleşmesidir. Bu yerleşimin izlerini Hoca Ahmet Yesevi ve onun tarafından kurulan Yesevilik ile birlikte Aleviliğin temel uygulama kaynağı olarak değerlendirilebilecek olan İmam Cafer-i Sadık Buyruğu’nda görmek mümkündür. Buyruk da bir nevi dedelerin başucu kitabıdır. Uygulamalar, inanç sistemi, dereceler gibi bir çok konu hakkında bilgi vermekte Aleviliği yönlendirmektedir. Buyruk da bunların yanı sıra cem, ikrar, musahiplik olayları anlatılmakta, uygulama şekilleri verilmekte, okunacak duaz, gülbenk ve Kuran’dan okunacak ayetler aktarılmıştır. Her ne kadar günümüzde kimi çevrelerce bu duruma karşı çıkılıp yok sayılsa da yüzyıllardan beri Alevilerin ve dedelerin baş ucu kitabı bu yöndedir. Hali hazır da bazı kesimlerce Cem ayinlerinde “Allah’u Ekber” , Kelime-i Şahadet ve Kelime-i Tevhit söylemleri kaldırılmaya çalışılmaktadır.

Göçebe Türkmen boylarının geçmiş ibadet şekillerini, ritüellerini ve gelenekleri içeren bu yeni oluşumun yeri veya konumu hakkında son zamanlarda çeşitli ortamlarda tartışmalar yapılmaktadır. Bu tartışmaların çıkma nedenlerini düşündüğümüzde bunda Cumhuriyet sonrası tekke ve zaviyelerin kapatılması ile ibadet yerlerinden mahrum kalmanın, devlet içerisinde oluşturulan kurumun tek yanlı yaklaşımı, toplumun kimi çevrelerinin yorum ve yaklaşımları, görülen ve bilinen Arap-İslam’ın tek İslam şekli olarak kabul edilmesi, Arap-İslam’ın gerici, bağnaz ve yobaz tutum ve eylemleri nedenlerden bir kaçıdır. Ayrıca Arap-İslam’ına bağlı kesimlerin dış asimilasyonuna ilave olarak toplumun çeşitli nedenlerle ibadetini yapamaması, öğretilerini devam ettirememesi, genç nesillere aktarmaması, yazılı kaynakların az sayıda olması, iç-dış göçler ile birlikteliğin parçalanması, dünyada ki sosyal ve kültürel değişimlerden etkilenilmesi gibi çeşitli olumsuzluklarda bu asimilasyonun diğer tarafıdır. Bir yandan Arap-İslamcı kesimin dış asimilasyon çabaları diğer yandan kendi içinde oluşan ancak tam olarak fark edilemeyen iç asimilasyon sonucu bugün Alevilik bu soru ile birlikte gelecek de yer alacağı durumu da belirlemeye çalışmaktadır.

Bugün Anadolu da Alevilik olarak isimlendirilen inanç göçmen Türkmen boylarının İslam dini kabul edişleri ile şekillenmiştir. Yukarıda anlatılmaya çalışılan evreler sonucunda Gök-Tanrı inancından içinde İslam’ın bulunduğu şu an için Alevilik olarak isimlendirilen inanç ortaya çıkmıştır. Burada önemli olan İslam’ın Aleviliğin içerisinde ne derece de bulunduğudur. İslam, Manikeizm <ı>“eline, diline, beline sahip ol” ilkesinin Alevilikte bulunduğu kadar mı yoksa daha fazla mı bulunmaktadır? Bunu bugünün durumu açısından bakıp değerlendirmek doğru olmayacaktır. Bu sorunun cevabı ancak dış ve iç asimilasyon dönemi öncesine göre değerlendirilebilir.

Gerek İmam Cafer-i Sadık Buyruğu gerek söylemlere ve gerekse uygulamaya göre Alevi inancının dinsel önderleri olan dedeler seyit yani Ehl-i Beyt soyundan olmak zorundadır. Ehl-i beyt soyunun başlangıcı Hz.Ali-Hz.Fatıma’ya dolayısı ile İslam dinin peygamberi Hz.Muhammed’ e dayanmaktadır. Talip ve yola girenler, Cem ayininde bulunanlar soyu İslam dininin peygamberine dayanan kişiyi takip etmek zorundadır. Kısaca din önderi İslam dinindendir.

İnancın bütün söylemlerinde, duazlarda ve gülbenklerde Hz.Muhammed’in, Hz.Ali’nin, Ehl-i beytin, oniki imamların ve İslam dinindeki kişilerin isimleri geçmekte, anılmaktadır. Geçmişten taşınan veya İslam dışında yer alan hiç isimden bahsedilmemektedir. “ya Allah, ya Muhammed, ya Ali” söylemi ile tanrı Gök-Tanrı inancındaki gibi tek Allah olarak benimsenmiş, peygamber Hz.Muhammed, pir-veli ise Hz.Ali kabul edilip söylenmiştir.

İslam dinin Kelime-i Şahadet’ine “Ali'yyün veliyullah" eklenerek "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resulühü, Ali'yyün veliyullah" şeklinde söylenmiş, Kelime-i Tevhit olarak da "La ilahe illallah Muhammedün resulullah, Ali'yyün veliyullah" söylenmektedir.

Hz.Ali, oniki imam, Ehl-i beyt sevgi, inanç ve bağlılığı gerek İslam ile tanışma yeri olan Horasan bölgesinde egemen olan Şii inancından kaynaklanmıştır. Ancak ne kadar Şii’iğin etkisinde kalınıp kabul edilmiş olsa da Arap-İslam uygulamalarının bazıları bütünü ile benimsenmemiştir.

Şii uygulamasın da yer alan Muharrem orucu kabul edilmekle birlikte Şii inancında da yeri olan Ramazan ayı orucu Arap-İslam ibadeti olması nedeni ile bütünü ile yer edinememiştir. Kimi bölgelerde Ramazan orucu bütünü ile kimi bölgelerde 3 gün tutulmakta kimi bölgelerde ise hiç tutulmamaktadır. Ramazan orucunun Kuran da yer almasına rağmen tutulmamasındaki ana nedenlerden birisi bu ibadetin İslam öncesi Arap inanışında yer almasıdır.

Benzer durum hac içinde açıklanabilir. Mekke de bulunan ve Arap kavmince İslam öncesi de kutsal yerlerden sayılan Kâbe’yi ziyaret etmek yerine çeşitli yerlerde oluşturulan ziyaretlere gidilmesi benimsenmiştir. Bu durumun nedenlerinden birisi Arap-İslam inancına karşı çıkmak olduğu kadar ekonomik boyutu da göz ardı edilmemelidir. Göçmen Türkmenler için Kâbe yerine kendi ziyaret, dergah veya ocakları ziyaret etmek hem daha mantıklı hem daha ekonomiktir.

Göçmen Türkmen boylarına bu inanç sistemini kazandıran ve dolayısı ile onları İslam ile kaynaştıran gerek Hoca Ahmet Yesevi, gerek Hacı Bektaş-ı Veli ve de gerekse diğer söylemsel kişilerin İslam içinde olmadıklarını İslam dinini benimsemediklerini söylemek yanlış olur. İslam dini benimsemekle kalmamış bu dinin içerisine sokulan Arap motiflerini sıyırarak Türkmenlere özgün motiflerle donatmış ve ortaya İslam’ın içerisinde yer alan bir inanç sistemi çıkarmışlardır. Tasavvufi ve tarikat yaklaşımı açısından Yesevilik ve Bektaşilikle birlikte nerede ise diğer Sünni-Şii tarikat ve tasavvuflar şekilsel veya içerik olarak ayrımlar içerselerde özde ve yaklaşımda büyük benzerlikleri bulunmaktadır. Her birisi çıktığı toplumun inanışına uygun, devam ettirici yol izlemiştir.

Alevilik diğer din ve inançlardan etkilendiği kadar İslam’dan etkilenmiştir, bu nedenle ne kadar İslam’ın içinde ve dışında ise diğer inançlarında o derece içinde ve dışındadır söylemini matematikte yer alan kümeler konusu ile açıklamak uygulamalar, söylemler, önderler ve geçmiş ile uyuşmamaktadır. Her inanç seki inançlardan izler taşır, bunun nedeni de toplumların geçmişini unutmayıp geleceğe taşımasıdır. Şu anda Alevilik tarihinin başlangıcı olarak bütün kaynaklarda anlatılan Hz.Muhammed’in veda haccı sırasında kendisinden sonrası için Hz. Ali’yi göstermesi ile başlayıp Hz.Ali’nin halifeliğine engel olunması, öldürülmesi, Kerbela olayı ile devam eden olaylar zinciridir. Bu anlatım Alevilik İslam’ın içindedir ve dışındadır söyleminde bulunanların nerede ise hepsi tarafından tekrarlanmaktadır.

Hz.Muhammed, Hz.Ali, Ehl-i beyt, oniki imam ve Hz.Ali ile bağlantılı isimler bütünü ile Alevilik inancının içerisinde yer almaktadır. Ondört masum, önyedi kemerbest tıpkı Hz.Muhammed, Hz.Ali, Ehl-i beyt ve oniki imam gibi İslam dininin içinde yer alan kişilerdir.

Oniki imam etkisi Cem ayini üzerinde o derece etkilidir ki ayindeki görevli sayısı 12 tanedir. Her görev, Hz.Ali ile bağlantısı olan, ona hizmeti olan kişilerin isimleri ile özdeşleştirilir. Cem ayininin çıkış noktası olarak Hz.Muhammed ile Hz.Ali ve yanındakilerin yaşadığı kırklar olayını diğer deyişle Hz.Muhammed’in miraç da yaşadığı olayı esas alınır. Cem ayinindeki semah ile diğer tarikat ve inançlarda ki sema (mesela Mevlevilik) benzerlikler taşımaktadır. Semah kelimesi Arapça kökenli bir kelime olup kişinin manevi bir müzik eşliğinde manevi bir alanda geziye çıkması olarak yorumlanabilir. Semah, sema veya zikir sonuç itibari ile aynı nokta da buluşmakta dünya üzerindeki çeşitli inançların içerisinde değişik motifler ile uygulanmaktadır. İslam içerisindeki uygulanma alanı genel anlamda tarikat ve dergahlardır.

Alevilik inancının bütün dinsel uygulamalarında ve ibadetlerinde Hz.Muhammed’i, Hz.Ali’yi, Ehl-i beyti, oniki imamlar yer almaktadır. Dolayısı ile İslam’ın ve Şii kolunun önemli isimleri ve önderleri ile kaplanmıştır. Hiçbir uygulama ve ibadetinde bu isimler dışında, İslam dini öncesinden ister Arap, İster Türkmen ismi anılmamaktadır. Benzer şekilde bütün deyişler İslam sonrası ve özellikle 14. yy. sonrasındaki ozanlara aittir. İslam öncesinden ve en azından 10. yy. öncesinden her hangi bir ozan veya dinsel bir isime rastlanmamaktadır. Ritüellerinde, ibadetlerinde ve inançlarında yer alan temel bütün isimler ve söylemler İslam sonrasına ve İslam ile alakalıdır.

Şekilsel olarak Arap-İslam’ından uzak olan bir anlamda Türkmen-İslam’ı diyebileceğimiz Alevi inanışı Hz.Muhammed’in peygamberliği ile ahlakını, Hz.Ali’nin bilgeliğini ve cesaretini, oniki imamların masumiyet ve ezilmişliğini, Kuran’ın batıni anlamını ve özünü almış geçmiş Gök-Tanrı inanışına ve geleneklerine uygun hale getirmiş ve ortaya çıkan Türkmen-İslam’ını benimsemiştir. Tarikatsal anlamda ve yaklaşımda Bektaşiliğin esas alındığı, genel anlamda İmam Cafer-i Sadık Buyruk’una bağlı kalınan Alevilik ne bir mezhep ne tarikat olup bir inançtır.

Aleviliği İslam dışında saymak için önce tarihinden başlayıp, ibadet, söylem ve ritüellerinde ki isimlerden devam edip bir çok olguyu çıkarmak gerekmektedir. Muhammed, imam Ali, imam Hasan, imam Hüseyin ve diğer imamların isimleri ile aynı doğrultuda ki isimleri, Kerbela olayını ve Muharrem orucunu, Kıklar olayını, Cemlerde ki bütün İslam, Şii inanışı ile bağlantılı isimleri, figürleri, duaları silmek, Ehl-i beyt soyuna bağlı olan dedeleri yok sayıp, dinsel önderler kabul etmemek gerekir. Bu silme yok etme işlemlerinden sonra Aleviliğin ibadet, söylem ve ritüellerinde İslam ile alakası olmayan yeni isim ve olgular yüklemek gerekir. Bunlar yapılmadan Aleviliği İslam dışı kabul etmek gerçekçi olmaktan uzaktır. Bu silme ve yeniden yapılandırma sonucunda ortaya çıkacak içeriği ve söylemleri yeni olan inanca Alevilik demek ne derece doğru olur o da başka konu.

 
Toplam blog
: 5
: 1459
Kayıt tarihi
: 16.04.09
 
 

Suskun toplumların paylaşamadıkları ve içlerinde biriktirdikleri görüşler nedeniyle aslında patla..