- Kategori
- Deneme
Gökkuşağı
Şafak Yıldızı ve iki arkadaşının ölümü üstünden bir hafta geçmişti. Kızıl Kayalıklarda, ölen arkadaşları anısına bir haftalık yas ilan edilmişti. Yasa tüm hayvanlar, kartallar-şahinler katılmışlardı. Yöre hayvanları gelip, Kızıl-Şafak ailesine üzüntülerini bildirip başsağlığında bulunmuşlardı. Leş kargaları ve çakal ailesi gelmemişti. O iki ailenin gelmemesini, diğer hayvanlar çokta yadırgamamıştı. Bu duruma, sadece Keskin Işık ve genç arkadaşları içerlemişti. Keskin Işık, iki hayvan türünün gelmemesini babası Kızıl Yeleliye sordu. O da, “Belki önemli işleri çıkmıştır. Üstünde durmaya değmez, gençler.” Deyip geçiştirmeye çalışmıştı. Kesin Işık ve arkadaşları Kızıl Yeleni’nin açıklamasından sonra, onların gelememelerini fazla da, dert etmediler. Gençlerin Kızıl Yeleli ’ye güvenleri tamdı.
O bir hafta boyunca, tüm hayvan dostları, arkadaşları ve yakınları Kızıl-Şafak ailesini yalnız bırakmamışlar ve acılarını paylaşmışlardı. Kar Beyaz Ana’ ın torunu, hep Keskin Işık’ın yanındaydı. O olmasaydı, Keskin Işık annesinin yokluğunu zor atlatırdı. Atsız dişi, Keskin Işığa güç vermiş, onun acısını paylaşmıştı. Keskin Işık, sevgilisine şöyle diyordu; “İyi ki sen varsın. Sen sadece sevgilim değilsin, güvenilecek bir dostum ve yoldaşımsın. Sen olmasaydın, annemin yokluğuna zor alışırdım. Öyle anlar oluyordu ki, gidip tüm askeri üsleri ve silah depolarını tek başıma basmayı bile düşünüyordum. Bana güç verdin ve sağduyulu davranmayı öğrettin.” Diyerek, kompleks kapılmadan sevgilisini onurlandırmıştı.
Aradan geçen bir haftada, Keskin Işık biraz sakinleşmişti. O artık duygularını yönetiyor, aklını kullanarak soğukkanlı davranıyordu. Keskin Işık’ın bundan olan katkısını, her seferinde de dile getiriyordu. Atsız dişinin ve diğer arkadaşlarının yardımıyla Keskin Işık annesinin yokluğunu kabullenmiş ve alışmıştı. “Yaşam böyle, acıda olsa dayanmak ve güçlü olmaktan başka çıkışta yok.” diyordu. Keskin Işık, ailesine son derece bağlıydı. Büyük acıya rağmen, kendisini çabucak toparladı.
Dişi atsız, birçok gece Keskin Işık’ın yanında kalıyordu. Oldukça yoğun ve yorucu bir hafta geçirmişlerdi. Bir yandan taziyelerin kabul edilmesi, diğer yandan dişi atsıza isim verme töreni için davetiyeler gönderiliyor ve diğer hazırlıklar yapılıyordu. Bir gün sonra, Kar Beyaz Ananın dişi torunu ilk uçuşunu yapacaktı. Törende, ona bir ad verilecekti.
O gün havanın güzel olacağı, şafağın sökmesiyle belli olmuştu. Ufukta, altın sarısı duru bir aydınlık hâkimdi. Gökyüzü derin mavilikten, bulutsuz açık bir maviliğe dönüşüyordu. Yıldızlar giderek, görünmez oluyordu. Güzel günün coşkusunu, tüm hayvanlar yaşıyordu. Daha güneş doğmadan, kartallar ve şahinler kalkmış, heyecanla günün hazırlıklarına çoktan başlamışlardı bile. Törene katılacak hayvanlara ev sahipliği yapacaklardı. Kartal ve Şahinlere yaraşacak bir tören olsun diye, herkes elinden geleni esirgemiyordu. Güneş, dağların doruğundan yükselmeye başladığında, tüm kuşlar Güneşten yana dönmüşlerdi. Dişi atsızın başarılı olması için dua etmiş, Büyük Ateşe ve Doğaya şükranlarını sunmuşlardı. Kartallar ailesi için Güneş ve Doğa kutsal varlıklardı. Kendilerini de o gücün bir parçası olarak sayarlardı. Hayvanlar o gün havanın güzel olacağı, sezmişlerdi. Sezgilerinden de yanılmamışlardı. Güneşli bir gün oldu. Serince üfleyen seher yeli, kartalların tüylerini okşar gibi tarıyordu. Tüm yöre hayvanları, önderlerinin torunun uçuş törenine katılmak için en güzel giysilerini giymişlerdi. O uçuş töreninde, dişi gence bir ad verilecekti. Tören anı yaklaştıkça, heyecan ve telaşta artıyordu. Dişi atsız ve sevgilisi Keskin Işık içlerinde en heyecanlı olanlarıydı. Kar Beyazı Ana ve Kızıl Yeleli de oldukça coşkuluydular. Uçuş töreninde, dişi atsızın başarılı çıkması için dua edip, Güneş’e saygılarını sunuyorlardı. Kar Beyazı Anne’ in işi, daha da zordu. İsmi, o verecekti. Onun içinde, hayvanlar arasında var olan güvenin sarsılmadan sürmesi için de adil davranacaktı. Adaletin sağlanması, uyum ve doğal dengenin korunması, hayvanlar içinde son derece dikkat edilen bir kurallardı. Var olan uyumun ve dengenin korunmasını yüz yıllardan beri sürdürüyorlardı. Buna bağlı olarak; kuşku, endişe doğal ve sosyal yaşamı olumsuz etkileyen olumsuz bir durumun yaratılmasına, kesinlikle izin verilmiyordu. Kartalların ve diğer tüm hayvanların aklına takılacak, en ufak bir soru işareti ve kuşkuya asla yer bırakılmayacaktı. Başta Kar Beyazı Ana ve diğer hayvanlar töre ve geleneklere son derece dikkat ediyorlardı. Beyaz Ana her zaman ki gibi, kılı kırk yarıp, adaleti tam sağlamalıydı. Liyakat, temel ilkesiydi. Herkes hak ettiğini alması için çok yoğun çaba sarf ediyordu. Başkalarının ad töreninde, o kadar tedirgin olmuyordu. Söz konusu torunu olduğunda, işi daha da zordu. “Keşke, bir başkası gelip yerime görevi üstlense.” Diyordu içinde.
Başta kartallar ve diğer tüm hayvanlar Kar Beyazı’ ın adaletinden en ufak bir kuşkuları yoktu. O yine de, tedirgindi. Yüz elli yıldan beri, on binlerce hayvana isim Analığı yapmıştı. O gün, Beyaz Ana da, diğer hayvanlar gibi en güzel tören giysisini giymişti. İpek atlas bir giysi, yüce dağlar başındaki kar kadar apaktı, ışık vurdukça elmas kristalleri gibi rengârenk parlıyordu. O gün, sıra dışı bir gündü. Kartallar ve diğer tüm hayvanlar tüylerini parlatmak için, yoğun bir çaba harcamışlardı. Durmadan temizlik yapıp, tüylerini seher yeliyle tarıyorlardı. Birçokları, daha şafak sökerken gidip, göle girip banyo yapmışlardı. Üç-dört kez suya dalıp, silkinmişlerdi. Sonra da, rüzgârla saçlarını ve tüylerini taramışlardı. Herkes, törene kusursuz katılmak istiyordu. Adeta birbiriyle yarışıyorlardı.
O gün, Keskin Işık ve dişi atsız en erken kalkanlardandı. Onlar çoğu geceleri birlikte, Keskin Işığın yuvasında kalıyorlardı. Tören günü, şafak sökerken ikisi göle gidip yıkanmış, temizlenmişlerdi. Keskin Işık, dişi atsızla tam dört kez suya dalıp, çıkmışlardı. Şafağın açık turuncu ışıkları içinde, ikisi birlikte gölde yüzmüş, o büyüleyici anı suda izlemişlerdi. Göl, sanki atın bir tüle bürünmüştü. Suya dalıp, çıktıklarında binlerce altın damlası üzerlerinden süzülüp dökülüyordu. Keskin Işık ve dişi atsız, gölde yüzdükten sonra birbirinin tüylerini taramışlardı. Sabahın en güzel öpücüklerini ve sevgisini birbirine sunmuşlardı.
Keskin Işık, sevgilisine şöyle diyordu:
“Bugün, çok daha güzel görünüyorsun gönlümün sahibi. Şu an duyduğum coşkuyu, bizim kartallar diliyle anlatmak olanaksız. Aşkın tanımı yok diyorlar... Bu olsa gerek. Tanımlanması olanaksız bir duygu yaşıyorum. Her konuda, uyum ve güven var aramızda.”
Deli kanlı onu, suda birkaç kez de öpmüştü. Gözlerini kapatıp, birbirine sarılmış olarak dakikalarca suyun üstünde sessizce yüzmüşlerdi. Kızıl-Şafak Ailesine yaraşan, denk bir çift olmuşlardı.
Dişi atsız şöyle tanımlıyordu:
“Biliyorsun, öyle kolayca her olayda heyecanlanmam. Herkesi de beğenmem. Beğendiğim sensin. Beni heyecanlandıran bir olay gibisin.” Diyordu.
“Keskin Işık! Bu farklı bir durum. Alışılmış iki karşı cinsin uyumunun da ötesinden bir duygu. Bütünleşmek, tekleşmek gibi bir şey...tinsel, bedensel olarak iç içe geçmek diyorum... Sana bir kötülük eden olursa, başlarına dünyayı dar ederim. Bir bütünün iki parçası gibi, bir şeyiz...” diyordu dişi Adsız.
Sabah erken, ikisi de duyguların en yücesini birlikte, doğan güneşin ilk ışıkları altında geçirilmesinden inanılmaz bir haz almışlardı. Sadece, kendileri uçmuyordu. Duyguları, düşünceleri, ruhları da coşmuş uçuyordu. Keskin Işık ve Dişi atsız için o gün bambaşka bir gündü. Gölde yüzmeleri bittikten sonra da, birde balık alıp, Keskin Işığın yuvasına doğru uçmuşlardı.
Gölün etrafı gür ormanlarla kaplıydı. Onlarca tür ağaç, birlikte doğal zenginliğin güzelliğine ayrı bir hoşluk katıyorlardı. Ağaçlar, her zamankinden daha fazla oksijen üretiyorlardı. Yapraklar, havadaki karbon dioksiti durmadan emip havayı temizlemek için bütün var gücüyle çalışıyorlardı. Diğer yandan aldıkları karbon dioksiti meyve veya çiçek üretiminde kullanıyorlardı. Ağaçlar ve bitkiler o gün daha çok çalışıyorlardı. İzinleri kaldırmışlardı. Her canlı, yoğun bir çabanın içindeydi. Bitkiler ve ağaçlar aldıkları karbon dioksitin önemli bir kısmını saf oksijen olarak havaya salıyorlardı. Ağaçlar farklı güzellikte, çiçekler rengârenkti. Yüzlerce tür çiçek etrafı süslemişti. Göz alıcı çiçekler, etrafa en güzel kokularını yayıyorlardı. Onlarca türde, binlerce kuş şarkılar söylüyordu. Onların etkileyici nağmeleri, uzayın derinliklerinden dalgalanarak, yayılıyordu. Binlerce değişik böcek, sabah sporlarını yapıyordu. Onlarca tür kelebek, kristal çiğ damlalarıyla yıkanıyorlardı. Narin endamlı, göz kamaştıran kelebekler en güzel giysilerini giymişlerdi. Kurbağaların derileri, güneşi yedi renkte yansıtıyordu. Tarla sıçanları, tüylerini ceviz ve fındıkla parlatmışlardı. Kertenkelelerin neşesine diyecek yoktu. Kaplumbağaların kabukları sanki yeni yumurtadan çıkmış gibiydi. Yılanlar derilerini yeni değiştirmişti. Onların yeni derileri, görülmemiş parlaklıktaydı. Beyaz, gri, pembe, mavi tavşanlar oraya ayrı bir güzellik katmışlardı. Tilkilerin kuyruk süslemeleri, göz kamaştırıyordu. Geyiklerin boynuzları kehribar rengine boyanmıştı. Ceylanlar ince endamlarıyla, etrafa haklı olarak çalım atıyorlardı. Yaban keçileri heybetli ve gururluydular. Ayılar, gece boyunca tüylerini parlatmaya çalışmış, sanki ipek kadifelere bürünmüşlerdi. Kurtlar gözlerine sürme çekmişlerdi. Ateş böcekleri, ışık damlası gibiydiler. Çekirgelerin üstünde; mor, mavi, sarı, gri, beyaz, yeşil, lacivert ve pembe renk giysiler vardı. Uğur böcekleri, yakut kırmızı kabukları üstüne elmastan siyah noktalar...görenleri büyülüyordu. Tüm hayvanlar, o gün bir başka güzeldiler. Herkes süslenmiş, sabırsızlıkla töreni bekliyordu. Hayvanlar, o günü Göklerin Bekçisinin torununa adamışlardı. Kar Beyazı Ana’ ya, saygı ve sevgide kusur etmeyeceklerdi. Doğa da, uyum ve coşku tamdı. Zaman yazdı. Mekân Kızıl Kayalıklardı. Tören için, binlerce varlığın kalbi aynı coşkuyla atıyordu. “Uçuş töreni başarılı geçsin.” Dileğinde bulunuluyorlardı. Güneş, en güzel ışıklarını gönderiyordu. Hava sakin, gökyüzü açık mavilikte yüzüyordu. Hazırlıklar tamamdı. Kahvaltıdan sonra, herkes tören yerinde toplanacaktı.
Kahvaltılar yapılmış; kuşlar, böcekler ve diğer hayvanlar Kızıl Kayalıklarda toplanıyordu. Kuşlar ve böcekler ağaçlara konmuşlardı. Sürüngenlere ve farelere en ön sıralar ayrılmıştı. Diğer hayvanlar da boy sırasına göre, en büyükleri geride yer alıyorlardı. Heyecan doruklarda geziyordu. Kalp atışlarından sevgi ve güven sesi duyuluyordu. Milyonlarca göz, tören sahnesine kilitlemişti. Tören komitesinde; kaplumbağa, yılan, tarla faresi, ceylan ve ayı görev almıştı. Önce tören komitesi üyeleri sahneye çıkıp, el elle tutarak hayvanları selamlayıp, saygılarını sundular. Sonra tören komitesi adına, ayı kürsüye çıktığında bir alkış ve sevgi tufanı koptu. Boz Ayı oldukça duygulanmış, gözlerinden sevinç yaşları dökülüyordu.
“Sevginize beni yaraşır bulduğunuza, sonsuz mutluluk duydum. Sağ olun, dostlarım! Biliyorsunuz, bugün farklı bir gün. Biraz heyecanlıyım. Bir yanlışlık yaparsam, beni bağışlamanızı diliyorum. Öncelikle katılmak isteyip te, gelmeyen hayvanların mesaj ve görüntülerini sizlerle paylaşmak istiyorum
Afrika dan;
“Değerli hayvan dostlar. Saygıdeğer Kar Beyazı Ailesi, aranızda olmayı çık isterdik. Zamanın uygun olmadığını, üzülerek iletmeme izin verin. Burada büyük bir çevre katliamı yaşanıyor. Birçok hayvan Afrika’yı terk ediyor. Salgın hastalıklar başladı. Çoklarımız telef oldu. Bu mutlu gününüzde, aranızda olmayı canla başla istiyorduk. Lütfen bizi anlamaya çalışın. Gerçekten zor durumdayız. Sizde bilirsiniz ki, bu durumda hayvanları tek başına, bırakıp gelmek olmaz. İnsanların yaratmış olduğu bu kötülükleri, en az bir zararla nasıl atlatırız diye çabalıyoruz. Dişi Adsıza, layık bir isim vereceğinizden en ufak bir kuşkum yok. Sevgi ve saygılarımızı kabul edin. Filler, gergedanlar, leoparlar, siyah panterler, antiloplar, bufalolar ve kaplanlar adına Aslan Ailesi. Yaşasın özgür hayvanlar alemi!”
Orada bulunan hayvanlar hep birden ayağa kalkıp, sahnede üç boyutlu olarak görüntülenen Afrika hayvanlarını ve Aslan’ı ayakta alkışlayıp sevgi ve saygılarını gönderiler.
Avustralya dan;
Hayvanlar adına, Kanguru Ailesi. Mesajı okunup, üç boyutlu görüntüsü ayakta ve sevgiyle alkışlandı.
Amerika hayvanları adına, Bizon Ailesi yine aynı coşkuyla alkışladı.
Boz Kaya; (Ayı)
“Şimdi izninizle, töreni bazı sürpriz gösterilerle başlatmak istiyoruz hepiniz, Kar Beyazı Ana nın torunun uçuş törenine hoş geldiniz! Birbirimize saygılı, hayvanlar âleminin onuruna yakışan davranışta bulunacağınıza, asla kuşkum yok. Bize yakışanda budur. Doğal-Denge ve düzene saygılı olmaktır. Ne yazık ki, insanlar buna saygı göstermiyorlar. Kötü insanların yaptığı saygısızlığın bedelini, öncelikle biz hayvanlar ödüyoruz. Bu bağlamda, dünya politikası bizi dolaysız ilgilendiriyor. Soluduğumuz hava, içtiğimiz su, yediğimiz yiyecekler gelip politikaya dayanıyor. Bundandır ki, Doğal-Sosyal dengelere saygılı bir politikadan yana olmak, geleceğimizden yana olmaktır. Savaş politikası, çevreyi kirleten politikalar bizimde düşmanımızdır. Onları bir kez daha lanetliyoruz. Bizler savaşlara karşı, çevre dostuyuz. Bu hep böyle oldu. Bundan sonra da, şaşmadan sürüp gidecek. Çevre dostu olmak, bizim geleceğimizdir.”
Büyük bir alkış ve sevgi gösterisinden sonra, önce binlerce değişik renkte kelebekler sahneyi doldurdu. Renk sırasına göre dizilip, uçarak dansa başladılar. Kelebekler, izleyen hayvanları büyüleyen bir dans gösterisi sundular. Alkışlar ve sevgi gösterisi arasında kelebekler sahneden çekilip, yerlerine kondular. Arkadan, uğur böcekleri dansı başladı. Onlar da, parmak ısırtan yeteneklerini sergilemekten geri kalmadılar. Tüm havyanlar, ilk kez bu tür bir gösteriye tanık olduklarında birleşiyorlardı. Uğur böceklerin dansından sonra, çekirgeler jimnastik oyunlarına başladılar. Yüzlerce çekirge üst üste düzülerek, aniden kanat açıp sanki göğe doğru alevler yükseliyordu. Bazıları yıldırım gibi çakıyordu...
Çekirgelerin gösterisinden sonra, arılar sahneye geldi. Başta Kraliçe arı, tüm arılar hummalı, disiplinli bir çalışmanın içine girdiler. Kimi petekleri çiziyor, bazıları çizilen projeleri gerçekleştiriyordu. Bazıları balmumu üretiyordu. Kimileri petekleri örüyordu. Diğer binlercesi de gidip, en kaliteli çiçeklerden bal toplayıp, yeni peteklere dolduruyordu. Kolektif ve planlı çalışmanın en güzel örneklerini sergiliyorlardı. On on-beş dakika içinde, Dişi Adsızın petekten ve içi balla dolu bir heykelini yaptılar. Bütün hayvanlar ayağa kalkıp, dakikalarca arıları alkışlayıp, sevgi gösterisinde bulundular.
Boz Kaya (ayı) tekrar kürsüye çıktı.
“Dostlarım, bu gösteriler sadece törenin başlaması içindi. Asıl büyük gösteriler, uçuştan ve ad verildikten sonra başlayacak. Dişi adsızı ve Keskin Işık ı fazla heyecanda bırakmayalım. Şimdi huzurlarınıza Göklerin Anası, Kar Beyazı uçuşu başlatmak için davet ediyorum. Biliyorsunuz eşimin, çocuklarımın ve benimde isim anamdır. O güzel Beyaz Kuşa saygılarımı ve sevgilerimi sunuyorum. Kar Beyaz Ana, seni seviyorum! Bu beni ayrıca mutlu ediyor. Heyecanlıyım. Lütfen beni de anlayın. Buyurun, Kar Beyazı Ana!” dedi Ayı.
Bu ismi duyan hayvanların coşkusu yükseldi. Sanki yer yerinden onuyordu. Büyük bir sevgi gösterisi eşliğinde, Beyaz Ana kürsüye çıktı. Beyaz Ana, önce Boz Kaya ile öpüştü.
Kar Beyazı;
“ Ağır Taş, (Beyaz Ana ona bu şekilde hitap ediyordu.) bugün oldukça şıksın. Eşini de kutluyorum. Şanslı bir ayısın.” Dedi.
Birbirini izleyen gülmeler, espriler ve şakalar gökyüzüne doğru, dalgalanarak yayılıyordu. Ayılar içinde oturan Ağır Taş’ ın eşi ayağa kalkıp, “Beyaz Ana onun kulağını biraz çekin ki, bundan sonra sabahları erken kalksın.” Diyerek, yeniden tüm hayvanları güldürdü. Beyaz Ana da “olur” anlamında başını salladı.
Beyaz Ana;
“Değerli dostlarım. Bu büyük günümüzde, bizi yalnız bırakmadığınız için, saygı ve sevgilerimi kabul edin. Ayrıca; Afrika, Avustralya ve Amerika’dan gelmek isteyip de, aramızda olmayan dostlarımıza buradan sevgi ve dostluk selamlarımızı sizler adına iletmek istiyorum. Kalbimiz, tüm özgür hayvanlarla birlikte atıyor. Bizler, onların temiz çevre ve doğal denge savaşımını, olanaklarımızla destekleyeceğimizi bir kez daha ilan ediyoruz. Bu âlemde, var olduğumuz sürece onların da yanındayız. Dostlarımızı çok seviyoruz.”
Anın da, orada bir dayanışma mesajı yazıp, ışıktan üç güvercinle; birini Afrika’ya, birini Amerika ya ve birini de Avustralya ya yolladılar.
Beyaz Ana konuşmasına devamla;
“ Beni bağışlayın, oldukça coşkulu ve hüzünlüyüm. Dostlarımızın aramızda olmaması üzücü. Yine hepimizi yasa boğan, bir hafta önce Şafak Yıldızı ve arkadaşlarının kaybı bizleri sarstı. Hayat böyle, acı ve tatlı olaylar birlikte var. Bunlarla birlikte, torunumun ilk uçuşu, ona isim vereceğim. Buda bana coşku veriyor. Bu onurlu ve bir o kadar da zor bir görev. On binlerce törene katıldım. Bugün gerçekten heyecanlıyım. Beni anlamaya çalışın ve güvenin. Torunum neyi hak ediyorsa, onu alacak. Ne fazla, ne de eksik. Her şey, sizlerin huzurunda gerçekleşecek. Dileğim, Dişi atsızın hak edeceği ad, Keskin Işığa layık bir ad olur. Onların ikisini de seviyorum.” Dediğinde büyük bir gürültüyle san yer sarsıldı. Sevgi gösterisi göğe yayılarak evrene açılıyordu. Dişi Adsız ve Keskin Işık duygulanıp sevinç göz yaşlarını döktüler.
Bu konuşmadan sonra, dişi adsızı Boz Kaya kürsüye getirdi. Zavallı genç heyecandan titriyordu. Onu sakinleştirmesi için, Keskin Işığı da kürsüye çağırdılar. Keskin Işık koşarak geldi. Adsız dişiyi okşadı. Sakin olması için, oda Beyaz Ana ya ve Ağır Taş a yardım ediyordu. Kaplumbağa, bir balkabağı kabuğu dolusu su getirdi. Ona içirdiler. Su, dişi adsızı sakinleştirdi. Artık uçmaya hazır olduğunu söylüyordu.
Beyaz Ana :
“Gel yanıma, yavrum! Hazır olduğuna emin misin?” diye sordu.
Dişi atsız;
“Eminim, Beyaz Ana! Başlatabilirsin.” Dedi.
Beyaz Ana;
“Söyleyeceklerimi iyi dinle. Önce ileri uçacaksın, sonra hünerlerini göstereceksin. Yükselip, alçalacaksın. Tekrar yükseleceksin. Yapabildiğince yüksel, hızlı ol. Ne tür yeteneğin varsa, onları göster ki, alacağın isim ona göre olsun. O isim, becerine layık olsun. Hiç heyecanlanma. Normal bir uçuştaymışsın gibi düşün. Anladın mı?” diye sordu.
Dişi adsız;
“Anladım, Beyaz Ana. Artık başlatabilirsin.” Dedi.
Beyaz Ana:
“Kapa gözlerini, bekle!” emrini verdi.
Herkes nefesini tutmuş, heyecanla onun uçmasını bekliyordu. Dişi adsızın dönüp, gelmesine dek, hiçbir ses çıkmayacaktı. Tüm gözler, onun uçuşuna ve yapacağı hünerlere kilitlenecekti ki. Oradakiler, dişi atsızın alacağı ismi hak edip etmediğine tanıklık yapacaklardı. Tüm törene katılanların, eşit oy hakkı vardı. Oylar sevgi ve alkışla veriliyordu. Sevgi göstermeyen ve alkışlamayan biri olursa, yeniden uçuş yaptırılırdı. O adil gelenek, yüzlerce yıldan beri sürüp geliyordu. Artık her şey tamamdı. Dişi adsız, gözlerini kapamış “uç!” emrini bekliyordu. Keskin Işıkta, en az sevgilisi kadar heyecanlıydı. Onun, başarması için dualar ediyordu. Ona şans diliyordu.
Beyaz Ana kalabalığa baktı. Tamam, anlamında kafasını salladı. Dişi adsıza dönüp,
“Yolun açık olsun. Uç!” Emrini verdi.
Kuş, kendini Kızıl Kayalıklardan aşağıya doğru bıraktı. Öyle bir çıkış yaptı ki, çoğu kimse bir yıldırımın çaktığını sanmıştı. Dişi adsız, bir nefeste vadiyi geçmişti. Ovadaki yemyeşil meyve bahçeleri üstünde uçuyordu. Oradan bir yay gibi yükseldi. Büyük bir çember çizdi. Çizdiği çemberin izinde, bir gökkuşağı belirdi. Gökkuşağından bir kurdele yapıp, yayı bozmadan inerek onu nehre bağladı. Nehirden yine yay gibi çıkıp, dağa doğru yayı genişletti. Kayalıklardan iki dağ boyu yükseldi. Öbür dağın tepesine, gökkuşağı çemberinden bir taç yapıp, koydu. Dağı, gökkuşağıyla taçlandırdı. Oradan tekrar getirip, gökkuşağı yayını Kızıl Kayalıklara bağladı. Yayın bir ucunu da, getirip tören kürsüsünde duran Ağır Taşa verdi. Kendisi de, Beyaz Ana’ ın yanına dimdik durdu.
Hayvanların, kesilen nefesler açıldı. Bir sevgi tuhafını koptu. Sevgi ve alkışlar yeri göğü inletiyordu. En çokta, sevinen Keskin Işık tı. O yerinden duramıyordu. Ağır Taş, farklı bir sevgi gösteriyordu. O, hopladıkça yer yerinde oynuyordu. Kocaman cüsseyi, nasıl kaldırdığına herkes hayret ediyordu. Beyaz Ana, dişi adsızın kanadından tutarak, kürsüye çıkardı. Şöyle bir etrafa baktı, hayvanlarda ki sevgi heyecana gördüğünde gözlerinden sevinç yaşları dökülüyordu. Bir kalabalığa baktı, bir torununa... Torun, sevinçten kendinden geçmiş gibiydi. Beyaz Ana, kalabalığa bakıp, yüksek bir sesle.
“Bunun adı Gökkuşağı olsun! Onaylıyor musunuz? Sizler tanık olun.”
Tüm hayvanlar oy birliğiyle, alkış ve sevgilerini sunuyorlardı.
“Beyaz Ana! Senin adaletin, hiç şaşmadı. Gökkuşağı ona layık!” Diye onay verdiler. Dişi Adsız ın ismi “Gökkuşağı!” oldu.
Sevgi gösterisi, evrene yayılıyordu. Beyaz Ana’ ın adaletine, yüz binlerce şaşmaz bakış tanık olmuştu. Hayvanlar yerinden dans ediyorlardı.
Gökkuşağı sevinç gözyaşları döküyordu. Onu ilk kutlayan, Beyaz Ana oldu. Arkadan Keskin Işık sevgilisine sarıldı. Çılgınca sevgilisini kucakladı. İkisi havalanıp, kalabalığın üstünde bir tur atıp, gelip sahneye kondular. Milyonlarca hayvan, onlara coşkulu sevgilerini sunuyordu. Keskin Işık; “Seni çok seviyorum Gökkuşağı” dedi . O da, Ağlıyordu. Arkadan Ağır Taş gelip kutladı. Ondan sonra, Kızıl Yeleli gelip Gökkuşağı gelinini kucaklayıp kutladı. Onun da, gözleri dolmuştu, Şafak Yıldızını anımsadı. Duygulanmıştı. Keskin Işığa da sarıldı.
“Keşke annen de sağ olsaydı da, bu mutlu günü o da, görseydi.”
Ayı onu teselli etti. O sevinçli günde, gençleri daha fazla üzmemsini diledi. Sırasıyla, tören komitesinde bulunan hayvanlar gelip, Gökkuşağı nı kutladılar.
Yeniden eğlence başladı. Kutlamanın ikinci bölümü, yılanların unutulmaz bir dans gösterisiyle başladı. Arkadan Kaplumbağalar, klasik dansları sundular. Kertenkeleler, seyirli gösterileri sundu. Onlardan sonra, ateş böcekleri dansları herkesi büyüledi. Kurbağa orkestrası, yaptıkları özel besteyle tüm hayvanları coşturdu. Ceylanların yüksek ve uzun atlayışlarını, seyredenlerin parmaklarını ısırttı. Güvercinlerin sema gösterileri, oradakileri başka âlemlere götürdü. Ağustos böceklerin verdikleri rok konserine, tüm hayvanlar eşlik etti. Her hayvan türü, kendi yeteneklerinin en güzelini sergilemekten büyük zevk aldı. Eğlence, yemek yemeler gece yarılarına dek sürdü. Tören komitesi, arıların baldan yapmış oldukları Gökkuşağının heykelini Ağır Taşa verdiler. “Bunu hak ettin. Ailenle afiyetle yiyin!” demişlerdi. Ağır Taş armağanı severek kabul etti. Beyaz Ana tüm hayvanları yeniden kutladı. Onlara sevgi, saygılarını sundu.
Dillere destan bir tören hazırlanmıştı. Beyaz Ana, tören hazırlama komitesine ayrıca teşekkür etti. Herkes eğlenmekten yorgun düşmüştü. Törene katılanlar, Gökkuşağı na başarı ve mutluluk dileklerini iletmişlerdi. Gece yarısından sonra, herkes dağılıp evine gitti. Gökkuşağı, Keskin Işık, Karayel, Göktaşı ve Şafağın Sesi en sona kaldılar. Beş genç, Ağır Taş’ın aracılığıyla Beyaz Ana’ dan ve Kızıl Yeleli den izin alıp, o gece uyumayacaklarını söylemişlerdi. Beş genç arkadaş, Keskin Işık ın evine gittiler. Şafağın Sesi, Karayel in sevgilisiydi. Göktaşı’nın hala bir sevgilisi yoktu. Arkadaşları ona takılmışlardı. “Kızım sen kimseyi beğenmezsen, evde kalacaksın.” Demişlerdi. Göktaşı halinden memnun olduğuna, bir kez daha tekrarladı. Göktaşı, oldukça güzel bir şahindi. Arkadaşlarına bağlı, dostluklara değer veren, gözü pek güven veren biriydi. Arkadaşları da ona son derece güvenirdi. Herkes Göktaşı nı seviyordu. Göktaşı, serüvenden hoşlanan bir şahindi. Gözünü daldan, budaktan esirgemezdi. Acayip fikirler üretiyordu. Oturmayı sevmiyordu. Hep birlikte olduklarında, arkadaşları ondan yeni eylemler bekliyordu. O, her zaman bir eylem yapılmasından yanaydı. O gecede, aklına bir fikir gelmişti.
“Dostlarım, sizde farkında mıydınız? Leş kargaları ve çakallar gelmemişti. Tüm diğer yöre hayvanları gelmişti. Bence gidip, şöyle bir onlara görünelim. Diye düşünüyorum. Ne dersiniz?
Gökkuşağı:
“Artık, önerini tartışmaya gerek yok biliyorsun. Şimdiye dek, her önerini zevkle yaptık. Bunu da geri çevirmek olmaz. Değil mi arkadaşlar?” diye sordu.
Diğerleri de, Gökkuşağı gibi düşünmüştü. Göktaşı n önerisi, oybirliğiyle onaylandı. Sabahleyin erkenden kalkıp, gitmeyi kararlaştırdılar. Büyüklerine pikniğe gideceklerini söyleyeceklerdi. Yoksa gençlerin tek başına gitmesine razı olmazlardı.
Sabahleyin erken kalkıp, beşi birlikte şelaleye gitti. Yüksekten düşen suya atlamaktan, büyük bir coşku alıyorlardı. Beşi birden en yükseğe çıkıp, kendilerini suya bırakıyorlardı. Dört beş kez aynı hareketi tekrarladılar. Sonra tatlı sudan iki balık yakalayıp, orada bulunan kayalıklara çıktılar. Kayalıklarda, sabah kahvaltısını yapıp biraz dinlendiler. Kahvaltıdan sonra, herkes sabah uykusuna daldı. Ne kadar uyuduklarını bilmiyorlardı. Göktaşı, duyduğu bir sesle uyanmıştı. Etrafına baktı. Uzaklardan bir hareketlilik gördü. Beş tane leş kargası, beş çakal bir ceylan yavrusunu sıkıştırmış onu kayalardan atmak istiyorlardı. Yavrucağızın, yalvarması hiç işe yarmıyordu. Üstelik ceylan yavrusunun korkması onların hoşuna gidiyordu. Onun korkup, titremesinden çakallar ve leş kargaları gülmekten kırılıyorlardı. Yavrucağız, bir türlü ellerinden kurtulamıyordu. Durum oldukça ciddi ve yavru için tehlikeliydi.
Göktaşı acele ve telaşla arkadaşlarını kaldırdı.
“Yatılacak zaman değil. Kalkın! Bir ceylan yavrusu tehlikede. Acil yardım etmemiz gerekiyor.” Deyip, arkadaşlarını uyandırmaya çalışıyordu.
Uyuyanlar, önce inanmak istemediler. Sandılar ki, Göktaşı onlara şaka yapıyor. Göktaşı ısrar edince, işin şaka olmadığını anladılar. Hemen uyandılar. Göktaşı haklıydı. Zaman yitirmeye gelmiyordu. Ne yapıp, yapıp gidip, o yavruyu onların elinden kurtarmaları gerekirdi. Biraz daha gecikirlerse, yavruyu kayalıklardan atıp, öldürecekler. Sonra da, yiyeceklerdi. Niyetleri oldukça bozuktu.
Keskin Işık;
“Tamam, arkadaşlar yardım etmemiz gerekiyor. Önce bir plan yapalım. Aniden gidersek, yavruya zarar verirler. Onu, bize karşı rehin olarak kullanırlar. Çabucak, herkes ne yapacağını söylesin. Bu olağan üstü bir durum.” Dedi.
Karayel;
“Biz dördümüz, tepenin arkasından dolaşıp onları arakadan kuşatalım. İçimizden birisi, açıktan onların yanına gitsin. Sonra da, korkmuş gibi yapıp, şu arkadaki kayaya doğru koşsun. Biz de, hemen saklandığımız yerden çıkıp, onlara beklemedikleri bir karşılama yaparız. Bunun için, tek başına gidecek bir gönüllü lazım.” Dedi.
Göktaşı;
“Bu işi ben üstlenirim. Ben gider korkmuş gibi yapıp, onları sizin saklandığı kayanın yanına getiririm.”
Gökkuşağı;
“Sen olmazsın, Göktaşı. Senin ki belli olmaz, aniden tek başına saldırmaya kalkarsın. Ani bir çıkış senin ve Yavru içinde tehlikeli olur. Bunu göze alamayız.”
Şafağın Sesi;
“Bence, bu iş tam bana göre. Ben onları öyle bir oyalarım ki, beni kendileriyle işbirliği yaptığımı bile sanırlar.”
Herkes güldü. Onu çakal ve leş kargalarıyla “işbirliği” yapacağı düşüncesi inanılacak gibi olmadığına gülmüşlerdi. Yinede, Şafağın Sesi uygun olacağına karar verdiler. Önce, dördü tepenin arkasından dolanıp, o kayanın arkasında saklanacaklardı. Onların vereceği bir işaretle, Şafağın Sesi uçup, leş kargaların ve çakalların yanına gidecekti. Onlara müdahale eder gibi davranıp, sonra korkmuş gibi yapıp kayaya doğru koşacaktı. Herkes planda anlaştı. Gökkuşağı, Keskin Işık, Kara Yel, ve Göktaşı uçarak tepenin arkasından dolanıp, söylenen kayanın arkasında beklediler. Oradan, Kara Yel bir işaret verdi. Şafağın Sesi kararlaştırılan şekilde uçup, ceylan yavrusunu sıkıştıran leş kargaları ve çakalların yanına gidip kondu.
Şafağın Sesi:
“Hayrola! Bakıyorum ki, çok meşgulsünüz. Bir zavallıyı, aranıza alıp hem de alay ediyorsunuz. Tam da, size göre bir davranış. Aslında, yadırgamadım. Yüreğiniz el veriyorsa, bana gelin. Size dünyanın kaç bucak olduğunu göstereyim.” Dedi.
Çakallardan en şişmanı;
“Sen kanına susadın her halde. Şimdi gelirsem, seni tutuğum gibi ayağım altına alır ezerim. Leş kargası, şu küstahı yakala!” Dedi.
Leş kargası, kendini Şafağın Sesi’nin üstüne atayım derken, ayağı çalıya takılıp arka üstü düşmesi bir oldu. Şafağın Sesi korkmuş gibi yapıp, kaya doğru bağırarak koştu. “Bunlar beni öldürecekler!” Çakallar ve leş kargaları cesaretlenip, kahkahalarla onu kovalamaya başladılar. Tam kayanın önüne geldiklerinde; önde Keskin Işık, Gökkuşağı, Kara Yel ve Gök Taşı’nı bulduklarında neye uğradığını şaşırdılar. O şaşkınlık içinde, beşi birden, yıldırım hızıyla çakallara ve leş kargalarına saldırdılar. Neresi rast gelirse, oraya vuruyorlardı. Pençe ve gaga darbeleri inip kalkıyordu.
Gökkuşağı;
“Siz pisliklerin neden dün törene gelemediğiniz şimdi belli oluyor. Çok işiniz varmış, değil mi?” diye sordu.
Çakalın biri;
“Büyük annen sana iltimas geçmiş. Aslında Gökkuşağı adını hak etmemişsin.” Diyerek tahriklerine devam etti.
Bu iftirayı duyan Kara Yel, nasıl çakalın boynunda tutuysa, kocan cüsseyi bir saman çuvalı gibi yerinden kaldırıp, yükseltip bırakması bir oldu. Çakal inleyerek, arkadaşlarını yardıma çağırdı. Yardıma gelen çakal ve leş kargalarını Keskin Işık, Gökkuşağı ve Göktaşı onlar yakalayıp, yere atıyorlardı. Beşi birden, en büyük çakalı kimi iki kulağından biri kuyruğundan, biri boynundan, ikisi de sırtından tutup bir pislik çuvalı gibi kaldırıp yere bırakmışlardı. Bu arada, Ceylan yavrusu gelip onları yerde tekmeliyordu. “pislikler şimdi konuşun!” Diyordu. Leş kargaların ve çakalların yüzleri, kafaları ve sırtları yara bere içinde kalmıştı. Durmadan pis, pis küfürler ediyorlardı. Onlar küfür ettikçe, pençe ve gaga darbeleri daha da ağır ve sert inip kalkıyordu. Beş Kartal, beş leş kargasını ve beş çakalı perişan yaptı. Keskin Işık, Karayel, Şafağın Sesi , Göktaşı ve Gökkuşağı da hafif yaralandılar. 13.04.2015
O zamana kadar; üç yılan, yirmiye yakın bal arısı, elli tane karınca ve on iki tane beyaz kelebek sağlık ekibi olarak, olay yerine yetişti. Bal arıları, çakalların yüzlerini sokup gözleri şişten etrafı görmez olmuştu. Leş kargaları, resmen leş kokuyordu. Leş kargaları ve çakalların tümü yerde yatıyordu. Sağlık ekibi, öncelikle ağır yaralı olan leş kargalarını ve çakallara müdahale ettiler. Onların yaralarını sardılar. Yılanların üçü de hekimdi. Bal arıları narkoz uzmanları, karıncalar dikiş uzmanlarıydı. Kelebekler, çok iyi eğitim görmüş hemşirelerdi. Arılar leş kargalarını ve çakalları uyuşturup yılanlar yaraları temizleyip kesiyordu. Karıncalar yaraları dikiyordu. Kelebekler, biten ameliyatları sarıyordu.
Ceylan yavrusu şöyle diyordu;
- Müdahale etmeyin. Bunlar pis hayvanlar. Bırakın hepsi ölsün.
Yılan ve diğer hayvanlar şöyle diyordu, ceylan yavrusuna.
- Kim olursa, olsun. Yaralı birisine müdahale etmek için yemin etmişiz. Bizim için; renk, ırk, cins, dil ve din farkı yok. Onlar suç işlemişlerse, cezasını hayvanlar konseyi verir. Çakal ve leş kargalarının ne olduğunu biliyoruz. Bizim görevimiz onları, iyileştirip adalete teslim etmektir. Bu pisliklerin kurtulması biraz zor. Yaptıklarının hesabını mutlaka verecekler. Sen de, bir daha anne ve babanın yanında ayrılma. Biraz büyük sözü dinle. Oldu mu?
Ceylan yavrusu utanıp, üzülmüştü. Dostlarına hak vermişti. Bir daha, asla anne ve babasından ayrılmayacaktı. Arılar, ceylan yavrusuna biraz sakinleştirici iğnesi yaptılar. Sonra, karıncalar gidip taze yaprak getirip yedirdiler. Sağlık ekibi, kartalların hafif yaralarını da sardılar. Az ve hafifte olsa, herkeste bir yaralanma vardı. Kimin ayağında, kimin kanadında, bazılarının da boynunda yaralar vardı. Yaraları taze yapraklarla sardılar.
İki saat sonra, leş kargaları ve çakallar uyandı. Sağ olduklarına önce inanmadılar.
Leş kargalardan birisi;
“Arkadaşlar, sanıyorum biz ölmüşüz. Burası da, cennetin giriş kapısı. Biraz da bizi cennete alacaklar. Gel keyfim, gel! Ora da yaşayacağız.”
Keskin Işık;
“Tamda cennetliksiniz. Sadece kötü değil, aynı zamanda geri zekalısınız. Eğer sizler cennetlikseniz, orası artık cehennem olmuştur. O zaman, bizler kimiz?
Yani, Melek miyiz? Size melek olmayı bile kabul etmem. Göktaşı zebani olmaya hazır.” Dedi.
Herkes gülmüştü. Göktaşı, zebani olmaya hazır olduğunu söylemişti.
Gökkuşağı;
“Belleğiniz yerinde mi? Bizleri anımsamaya çalışın. Ufacık beyniniz vardı. O da, sarsıntı geçirmiş anlaşılan. Yaptığınız pislikleri ve kötülükleri düşünün nerede olduğunuzu anlarsınız.”
Biraz kendilerine geldikten sonra, sağ olduklarına inanındılar. Etrafındakileri de anımsayınca, bu kez de korkmaya başladılar. Onlara ne yapacaklarını sordular.
Göktaşı;
“Onunuzu da idam edeceğiz. Hepiniz idamlıksınız. Kurtulmanız bir mucize olur. Bıraksalardı. Sizleri çoktan hak ederdim.”
Karayel;
“Göktaşı, bu pisliklerle fazla uğraşma. Şaka da olsa, bunların seviyesine düşmek
bize yakışmaz. Nasıl olsa, cezasını çekecekler. Bundan sonra, adalete hesap verecekler. Birazda işimiz bitiyor. Onları başkaları gelip teslim alacaklar. Cezasını hayvanların adaleti verecek.” Dedi.
Keskin Işık:
“Pislikler korkmanıza gerek yok. Bir daha da, bir ceylan yavrusuna ve bir başka hayvanın çocuğuna bir kötülük yapmayacaksınız. Çünkü siz tutuklusunuz. Biraz da, kurtlar gelip sizi bekleyecek. Mahkeme gününe dek, bu mağarada kalacaksınız. Suç dosyanız, oldukça kabarık.” Dedi.
Şişman kel leş kargası;
“Bizi kurtlara teslim etmeyin. Onlar bizi, canlı canlı yerler. Ne cezamız varsa, siz verin.” Diye yalvardı.
Gökkuşağı;
“Hani cennetteydiniz. Cennete korkulacak bir durum yok. İşte, cennetiniz bu mağara olacak. Artık adalet nasıl karar verir, onu siz tahmin edersiniz. Suçunuz oldukça ağır. Savunmasız bir ceylan yavrusuna saldırmak. Bana ve Beyaz Ana ya iftira etmek. Çakalların, Aslan Ailesinde olduğu yalanı yaymaları... Avcılarla ve kötü insanlarla işbirliği yapmak...” suçlarını sıraladı.
Karayel;
“Pislik, aşağılık yaratıklar. Bunlar idamlık suçlar. Sizler hayvanlar âlemine ihanet etmişsiniz. Hayvanların yüzkaraları, kurtulmanız biraz zor.” Yüzlerine karşı bunları söyledi.
Göktaşı, çok kızmıştı. Onlara saldırmak istediyse de, arkadaşları izin vermediler. Biraz sonra, beş kurt geldi. Onları kurtlara teslim ederken. Gökkuşağı ve arkadaşları kurtları iyice tembihlediler.
“Sakın kendi başınıza, bu pisliklere ceza vermeye kalkmayın. Sonra onlara verilecek cezayı siz çekersiniz. Yasa ve kurallara saygılı olun. Yoksa düzen ve dirlik bozulur. Herkes kendi başına, bir kanun olursa bu kabul edilmez. Sizin göreviniz, bunlara ceza vermek değil. Cezayı, hayvanların adaleti verecek. Bunlar kesin kurallar olduğunu biliyorsunuz. Sizin göreviniz, suçluları beklemek ve adalete teslim etmektir. Haydi, işiniz rast elsin!” dediler.
Uyarısından sonra, kurtlar kurallara uyacaklarına bir daha söz verdiler. Herkes oradan ayrıldı. Mahkeme gününe dek, kurtlar beş leş kargasını ve çakalları beklemeye başladılar.
Gençler sağlık ekibine teşekkür etti. Onlar da, görevlerini olduğunu tekrarladılar. Gençler Kızıl Kayalıklara döndüklerinde, Beyaz Ana ve Kızıl Yeleli gençlere bir haftalık, disiplin cezası verdi. Beşi, bir hafta boyunca Ağır Taşın yanında kaldılar. Ağır Taşın çocuklarını eğittiler. Bir hafta boyunca; sadece, bal ve meyve yediler. Ağır Taş, gençlere en güzel balları ve taze meyveleri getiriyordu. Gece yarılarına dek, ayılarla masal dinleyip bazen de ayı oyunları oynuyorlardı. Bir daha kendi başına, iş yapmayacaklarına da, söz verdiler.
11 Ekim 2006 Çarşamba
Baydinkulekli