- Kategori
- Deneme
Göl Dağı

Göl Dağı, Arapgir’in güneyinden başlar, batıya doğru bir sırt halinde uzanır. En yüksek tepesi At Kuyruk Salamaz 2393 metreyi bulur. Haziranda bile doruklarında kar eksik olmaz.
Diştrik Yazısı’nı geçip Arapgir’e yönelince bembayaz başıyla karşınıza çıkıverir. Başına beyaz bir duvak örtmüş gelin gibi pırıl pırıl görünür. Bu pırıltıyla gök daha tatlı mavidir. Güneş ışıkları, yorulmadan karlarla buluşur. Bu buluşma, karın dondurucu soğuğunu öldürür, içinizi ısıtır. Açık havada, dağın doruğu, göğün maviliğiyle dalga dalga ufuklara doğru bütünleşir. Akşama doğru dağa yığılı, o ezen kar kütlelerine bir şey yapamayan güneş: yenik, yılgın, üzgün yavaş yavaş ufuktan süzülür. Bütün gün dağdan ayrılmayan güneş uzaklaşınca hava birden değişir. Koyun koyuna yatan yamaçlar üşür. Ayaz, yüzünüzü ellerinizi çimdikler. Yamaçlarda gölgeler oynaşmaya başlamış, vadiler kararmıştır. Derin derelerin dibi gözükmez olur. Erimez karlarla kaplı tepeler, beyaz renkli devler gibidir.
Kuzeyinde ve ilerisindeki Sivri, Göl Dağı’nın yanında daha karsız başı, daha kısa boyu ve daha narin gövdesiyle tek başına, kimseye güvenmeden yaşamını sürdürür. Susuz, kıraç bir tepedir. Fakat batısındaki vadide, Çatal kayaların arkasında fokurdayarak toprağın üstüne çıkan “Peri” kaynağı vardır.*
Baharda bir başkadır Göl Dağı, Güneş vurup da karlar erimeye başlayınca kardelenler topraktan başını çıkarır. Eriyen kar suları yamaçlardan iplik iplik akarak vadilerin derinliklerinde küçük çağlayanlar oluşturur. Karların eridiği yerlerde, yavaş yavaş otlar çıkmaya başlar. Dağın eteğindeki çayırlarda çimenler fışkırır.
Yaz gelip de sıcaklar bastırınca cana can katan, gürül gürül yeşiliyle çayırlar yumuşacıktır. İleride, suları kristal tozlarından yapılmış, dibinde bembayaz çakıl taşlarının parıldadığı bir pınar çıkar. Yöre halkı bu pınara “Kuylan” adını vermiştir. Beri yanda söğüt , ahlat, alıç, sürsülük, kuşburnu, elma … ağaçları, karamuklar, dağın yamacına tek tek serpiştirilmiştir. Işkınlar boy vermiş. Kuzukulakları, deve tabanları olgunlaşmış, yenilecek duruma gelmiştir. Çayırlar, sarı gözlü nergizlerle, mavi çiçekli yarpuzlarla, kokulu ve türlü renkli sümbüllerle, koyun gözlü papatyalarla donanmıştır. Çiçek zamanı çayırların yanından geçemezsiniz. Uğuldar, arılar, mavi, sarı, ışıltılı, kırmızı kuşaklı, türlü türlü, renk renk, büyük küçük böcekler çiçeklere konmuştur. Bir kıpırtı, sonsuz kaynaşma içindedir çiçekler. Kuş cıvıltıları, kurbağa sesleri böcek seslerine karışır. Çayırlarda yılan çok olur. Siyah, boz, yeşile çalan yılanlar. Bazen otların arasında göremezsiniz, ayağınızın altından süzülerek geçer.
Alt yanınızda marabalar, ırgatlar ot biçerler. Çoban, davarlarını Göl Dağı’nın çaşırlıklarına salmıştır. Sürüler, gün geçtikçe azalmakta, hatta yok olmaktadır. Sürülerini otlatmak için Malatya’dan kalkıp günlerce yol alarak Göl Dağı’na gelen Parçikanlı, Sinanlı göçer aşiretleri yok artık. Eskiden, ana yollardan uzak, hayvanların otlayabileceği bir göç yolu seçilerek yaylaya çıkılırdı. Anadolu’daki bu göçleri Karaca- oğlan şöyle dile getirir:
Erisin, dağların karı erisin,
İniş seli düz ovayı bürüsün,
Türkmen ili yaylasına yürüsün,
Ak kuzular melesin de gidelim.
Dağlardaki karlar eriyince bahar gelecek, doğa canlanacaktır. Bahar, bahar… Doğanın uyanıp canlandığı mevsim. Taşın, toprağın, otun, çiçeğin, ağaçların kendinden geçtiği mevsim. Bahar gelir karlar eriyip çekilir, yollar açılır. Göç hazırlıkları başlar. Şehre inilerek gerekli hazırlıklar yapılır. Çocuklar, gençler, gelinler, yaşlılar yeni elbiselerini giyerler. Gelinler, genç kızlar başlarına “hotoz” takarlar. Katarı çekecek olan “maya” kilimler, halılar ve örmelerle süslenir. Yüklenen develer arka arkaya bağlanır. En önde “lök” ya da “keserek” cinsi deve bulunur. Develerin önünde de at, katır bulunur. Onların önünde de eşek vardır. Yedi devenin bir araya gelmesiyle bir katar oluşur. Katarı ailenin büyüğü, yeni gelin ya da ailenin gelinlik kızı çeker. Aile bireyleri katarın iki yanında yürürler.[1] Arkadan sığırlar; koyun, keçi sürüleri gelir.