Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Şubat '11

 
Kategori
Eğitim
 

Görevden ayrılma konuşması

Görevden ayrılma konuşması
 

Yedi yıl boyunca görev yaptığım okuldan ayrılmak oldukça zor olacaktı. Daha mayıs ayındayken, temmuz ayında okul müdürleri için rotasyon uygulamasının yapılacağını duyduğumda, Çocuk Sevenler Derneği İlköğretim Okulu'nda son aylarımı ya da haftalarımı çalıştığımı anlamak zor olmadı. Ayrılığın ağırlığı üzerime çökmeye başlamıştı. Ben Mustafa Ayral, duygusal, psikolojik zorluklara dayanıklı olduğumu düşünen bir insan olarak, çabucak atlatmam gereken zor ve yoğun bir döneme giriyordum.

Bu okulu benim için özel kılan çok şey oldu: Öncelikle, müdür olarak görev yaptığım ilk okul burasıydı. Her şeyiyle en üst düzeyde sorumlu tutulduğum; bilgimi, becerimi, eğitimimi, terbiyemi, kişiliğimi sergileyebileceğim; müdürlük görev ve rolleri kapsamında kendimi ve eğitimimi deneyebileceğim bir okuldu burası. Eğitime ve yönetime ilişkin çok şey söyleyen birisi olarak, söylediklerimin aslı var mıydı, yok muydu, bunu görme zamanıydı.

Daha önce Battalgazi İlköğretim Okulu'nda yaklaşık üç yıl müdür yardımcılığı yaptım. Çok da yoruldum. Ama bekârdım, gençtim, enerji doluydum. Epeyce de iş yaptık. Arkadaşlarımızla beraber, öncelikle bölgemize olmak üzere, ilçemize hatta Ankara iline örnek olabilecek çalışmalar yaptık. Başaramadığımız, yanlış yaptığımız konular da oldu elbet. Ama böylesi durumlarda, hesap sorulacak birisi varsa, benden önce okul müdürü vardı. Yani, yatağa kafamı koyduğumda, eğer arabanın çarpacağı birisi varsa, 'nasıl olsa benden önce müdür var' diyerek, biraz daha güvenle yatardım. Ama bu psikolojiyi sakın ola, 'araba müdüre çarparken ben kenara çekilirim' diye düşündüğüm şeklinde yorumlamayın lütfen. Öyle bir niyet içine hiç girmedim.

Hayatımda bazı duyguları ilk burada yaşadım. Yaptığımız bir çok çalışmanın doğru ve güzel yansımalarını öğrencilerimizde görmek, çok fazla keyifliydi. Çocuklarımızın mutluluk katsayıları arttıkça, bizler de aynı katsayıyla çarpılarak çoğalıyorduk.

Okulun bahçe girişine üç dört metrelik çam ağaçlarını nakil yoluyla diktiğimizde, bu okuldaki en mutlu günlerimden birini yaşıyordum. Çünkü artık, okul bahçesine ilk girdiğinizde sizi yeşil çam ağaçları karşılayacaktı. Eğer bu ağaçlar kurumaz da tutsalardı, ilkbaharda yapılacak ilk iş, çocuklarla birlikte altlarında çay içmek, resim yapmak olacaktı. Yedi yıl içerisinde okul bahçesine belki yüzlerce fidan dikildi, ama onların gelişimi çok ağır olduğundan, altlarında çay içmeye fırsat bulamadan gideriz, diyordum. Dediğim gibi de oldu zaten.

İlk basketbol takımını kurduğumuz ve özel bir okulla yaptığımız karşılaşmayı hatırlıyorum. Barış öğretmen, küçükler kız basketbol takımını kurdu. Çocukların ellerine de birer basketbol topu vermiş, bizimkiler her teneffüste, her fırsatta ellerinde toplar, sürerek geziyorlar, tozuyorlar, kantine gidiyorlar. Birine sordum:

- Kızım beş teneffüstür elinde topla gezinip duruyorsun, nedir bu iş? 

- Öğretmenim, ben basketbol takımındayım, dediğinde,  

- Aferin aslan kızım, devam et, derdim. Sen ilerde iyi bir basketbolcu olabilirsin.

Ve karşılaşmaya çıktığımızda çocuklarımızdaki hırs, azim, terbiye, gerçekten görülmeye değerdi. Bütün bunların üstüne kazanması da bir harikaydı.

İşin garibi, spor çalışmalarımız bana çok büyük keyif yaşatırken, haketmediğimi düşündüğüm en ağır eleştirilerden birini de yine bu alanda yaşadım: "İşi yapan biziz ama, takdir edilen hep müdürler oluyor. Zaten müdürler de böyle olmasından çok memnun olurlar."

Beni üzen, eleştirinin içeriği değildi; aceleyle söylenmiş, belki de önceki müdür-öğretmen yaşanmışlıklarına dayanan, ya da öğretmenin birisine patlaması gerekiyordu ve o ben oldum, diyebileceğim bir eleştiriydi. Haketmiş olsaydım, aynı çatı altında çalışamayacağımız bir durum ortaya çıkmış olurdu. Çok eleştirildim, hakarete uğradım, iftiraya uğradım, tehdit edildim, ama bunların hiçbirini ciddiye almadım. Aslı astarı olan şeyler değildi. Buna üzülmüştüm, hem de çok. İnsanlara tanıdığınız özgür ortam, konuşma cesareti, yakın ilgi ve destek, böylesi durumlara da yol açabiliyor bazen. "Düşündüğünüz gibi olduğunu sanmıyorum. Sanırım bu okuldaki işleyişi henüz kavramadan söylenmiş bir söz. Ben öyle varsayıyorum." diyerek, kibarca geçiştirmekten başka bir şey gelmedi elimden.

Okulda çalıştırdığımız hizmetlilerin parasını ödeyemeyince geçirdiğim uykusuz geceler geliyor aklıma. Kaç kez gecenin bir vakti burnum kanayarak uyandım. Böylesi bir durum ömrümde ikinci kez başıma geliyordu. Ben ki, eğer gece vakti burnum kanayarak uyanıyorsam, benim açımdan vahim bir durum söz konusu demektir. O günleri hiç unutmuyorum. Bu maaşlar nasıl ödenecek diye kara kara düşündüğüm geceler...

Ve beni en çok yaralayan şey: Yıllarca beraber çalıştığınız bir arkadaşınızın, sizi hiç anlamamış, sizin kırmızı çizgilerinizi hiç bilmiyormuş, daha önce sanki hiç uyarılmamış gibi, sizin özenle kurmaya, korumaya, dengede tutmaya çalıştığınız bir yapıyı yerle bir edecek bir şey yapması. Ben ömrümde böyle bir hayal kırıklığı yaşamadım. Kendimi bu kadar yalnız, çaresiz, aldatılmış hissetmedim. Gafletten, dalaletten ve hatta hıyanetten yapılmış olma olasılıklarının hepsini düşündüm. Hiç birisinin, içine düştüğüm haleti ruhiyeyi telafi etmede zerrece katkısı olmadı. Yaralandım, hem de çok yaralandım... Arkadaşımın, kendisini haklı çıkarmak, yaptığı davranışın nedenini açıklamak ya da açıklayamamak için anlattığı mazeretleri, gerekçeleri, açıklamaları, işte her neyse, dinlemek, bana eziyet gibi geliyordu, ve ben onu dinledikçe bu eziyetin derecesi dayanılmaz oluyordu. Okulla ilgili olarak ağladığım ilk ve tek gün, bunu öğrendiğim gündü. İnsanlar hakkında yıllarca geliştirdiğim yargılarımı sorgular olmuştum. Ben şimdi oturmuş, kendimi mahkemeye çıkarmıştım. "Söyle bakalım Mustafa, sen nerde hata yaptın?".

Şahit olan herkese, "İşte okul budur!" dedirten bir olay: Ulusal Egemenlik Fener Alayı. 22 Nisan 2010 akşamı, öğretmeni, öğrencisi, annesi, babası, akrabası, komşusu, genci yaşlısıyla yaklaşık beşbin kişinin katıldığı, meşalelerle, bayraklarla, marşlarla, polis ekipleriyle ışıl ışıl, coşkulu bir fener alayı. Arkadaşlarım bu fener alayını ne kadar büyük bir zahmetle, fedakârlıklarla hazırladılar. Emeği geçen hepsine minnet borcum var.

Bu okulla ilgili anlatacağım çok şey var elbette. Okul yönetimiyle ilgili bir kitap olacak kadar bilgi, belge, deneyim biriktirdim. Fırsat buldukça bunları yazmaya çalışıyorum. Ama şimdi gelin, ayrılırken yaptığım konuşmayı, ondan önce de, yine bu okulda göreve ilk başladığım günün ertesinde yaptığım 'göreve başlama konuşmasını' yazayım:

Tarih 30 Eylül 2003. Rehber öğretmenlerimiz, öğretmenlerle yapacakları bir toplantıya beni de davet ettiler. Toplantının sonunda sözü ben aldım:

"Öğretmen arkadaşlarım, hepinize iyi günler diliyorum. Dün itibariyle okulunuzda göreve başladım. Adım Mustafa Ayral. Meslekte onbirinci yılım. Eğitim yönetimi mezunuyum. On yıl, komşu bir okulda çalıştıktan sonra okulunuza atandım. Köy öğretmenliği, sınıf öğretmenliği, branş öğretmenliği, müdür yardımcılığı, rehber öğretmenlik deneyimlerim var. Şimdi de müdürlük görevim başladı. Evliyim ve bir oğlum var.

"Bir enkaz devraldığım, artık benle birlikte yeni ve bembeyaz bir sayfa açılacağı gibi sözler söylemem. Ben siyasetçi değilim, ben yönetim eğitimi aldım, ve bu okulu, arkadaşlarımın tavsiyesi üzerine tercih ettim. Okuldaki arkadaşlık ortamının, fedakârlık ortalamasının, yenilikçi ruhun oldukça fazla olduğu yönünde bilgiler aldım. Müdür olarak benim görevim, öncelikle bu ortamı korumak ve okulun her alanındaki düzeyini her sene bir kaç basamak daha yukarı taşımak. Bunu başarmada en büyük destekçim sizler olacaksınız. Bu konuda size olan güvenim, tamdır.

"Bu okul benim için aynı zamanda bir laboratuar görevi üstlenecektir. Buradaki çalışmalarımı, deneyimlerimi, doktora çalışmalarımda ve ileriki yıllarımda da kullanmayı düşünüyorum.

"Öğretmen arkadaşlarım, bir süre okulu, çevreyi, sizlerin çalışmalarınızı gözlemlemeye ihtiyacım olacak. Uyum sağlamam için tanımam gerekir. Ayrıca bilmenizi isterim ki, kış ayları da dahil, odamın kapısı size, öğrencilerimize ve velilerimize hep açık olacaktır. Yarından itibaren kaldığımız yerden devam ediyoruz. Hepinize saygılarımı sunuyorum."

Ve tarih 29 Haziran 2010. Seminer döneminin sondan ikinci günü. Öğretmenler Kurulu toplantısı. Toplantının son sözünü ben aldım:

"Öğretmen arkadaşlarım. Belki haberiniz vardır. Yaz dönemi içerisinde bir kurumda beş yılını dolduran müdürler için rotasyon uygulaması yapılacak. Ve belkide, eylül ayı geldiğinde ben bu okulda olmayacağım. Bu toplantı, sizlerle olan son toplantım, son çalışmam olacak. Bu konuşma aynı zamanda bir veda konuşmasıdır.

"Yedi yıl önce bu okulda göreve başladığımda sizlere yaptığım konuşmayı harfiyen hatırlıyorum. Arkadaşlık ortamı, dayanışma açısından oldukça iyi durumda olan bir okul teslim aldığımı ve bunu korumaya çalışacağımı; Mustafa Ayral olarak, bilgim ve becerim neye yetiyorsa, okul göstergelerinde her yıl için yukarıya doğru bir gidişatı sağalamaya çalışacağımı söylemiştim. Şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, okul ortamı açısından şu an içinde bulunduğumuz durum, teslim aldığım durumdan çok da geri değildir. Sizlerin bu okulda keyifle çalıştığınızı; bu okulda çaılşmaktan mutlu olduğunuzu; okulunuza gelirken severek geldiğinizi düşünüyorum. Mecbur kalmadığı sürece hiç kimsenin tayin isteyerek bu okuldan ayrıldığını söyleyemem. Ben bunu özellikle önemsiyorum. Çünkü, çocuklarımıza asıl eğitimi, terbiyeyi veren sizlersiniz. Yönetimlerin görevi, öğrencilere ulaşmada en etkili kaynak olan çalışanlar için, rahat, keyifli, destekleyici, özendirici, yenilikçi, geliştirici bir ortam hazırlamaktır. Öğrencilerimizin yetişme düzeylerinin en önemli faktörlerinden birisi, okulların bu özellikleridir. Ve ben, çok sıkıntılı ve yıpranmış günlerimin dışında, sizlere karşı bu ortamı bozacak bir davranışta bulunmadım.

"Arkadaşlarım, görev yaptığım yedi yıl süresince, bir okulun eğitim öğretiminin niteliği açısından hangi göstergeleri varsa, neredeyse tamamında oldukça fazla yol aldık. Bu gün bunları sıralayacak değilim. Bir zamanlar bize lüks gelen bazı uygulamalar, çalışmalar, artık bu okulun standardı haline gelmiştir. Öğrenci davranışları ve terbiye düzeyleri; akademik başarı; okul disiplini; sanat, spor, kültür ve sosyal çalışmalar; öğrencilere sunulan eğitim olanakları; mahalleye sunulan eğitim ve sosyal olanaklar; bütçe; fiziki donanım; temizlik; güvenlik gibi daha bir çok alanda ulaşmış olduğumuz seviye, oldukça yukarıdadır. Bu okul, Akademik Gelişim Projesi (AGEP) gibi, artık Türkiye geneline örnek olabilecek uygulamalara sahip bir okuldur.

Bütün çalışmalarımız sonucunda, çocuklarımızın yüzlerindeki mutluluk ifadesini görmek ve bunun her geçen sene artması, benim ve bizlerin en büyük ödülü oldu. Biz her ne yaptıysak, onlar için yaptık. Ben, komşusunun halısını yıkayarak aldığı parayı okula bağışlayan velilerimizin olduğunu bilerek, her konuda özenli davranmaya çalıştım. Çünkü velilerimiz, çok zor koşullarına rağmen, bizden desteklerini esirgememeye çalıştılar. Ve ne mutlu bana ki, okul bütçesinden bir tek lirayı bile, okul yönetiminin, özellikle de okul müdürünün odasının konforu ya da estetiği için harcamadım. Tüm harcamalarımızda ilk ve tek önceliğimiz, çocuklarımız oldu. Bu nedenledir ki, görev yaptığım sürece cevaplayamadığımız hiç bir soru olmadı. Yerinde, zamanında ve usulünce sorulmuş her soruyu dinledik ve cevap verdik. Bu konuda kendimize güvenimiz, her zaman tam olmuştur.

"Arkadaşlarım, başarmış olduklarımızın tamamında en büyük pay sizlerindir. Benim görevim, bu zorlu yolda her geçen gün daha çok başaracağımıza sizleri inandırmak ve desteklemekten ibaretti. Ama, işi asıl yapan sizlerdiniz. Bir çok ortamda hep söylemişimdir: Bu okulun en güçlü yanı, çalışanlarıdır. Gayretiniz, çalışkanlığınız, beceriniz, fedakârlığınızla çok şeyleri başardınız, ve daha başaracağınız çok şeyler var. Emin olun, bu kadroyla çok şeyler başarılacaktır. Henry Ford'un bir sözü vardır. Der ki Henry Ford: "Bütün varliğımı, servetimi, fabrikalarımı, her şeyimi alın, yalnızca çalışanlarımı bana bırakın. En kısa zamanda bütün kaybettiklerimi yeniden kazanırım."

"Ama benim, Mustafa Ayral olarak bu okula verebileceğim çok fazla şey kalmadı. Amfi Tiyatro kurulması, resim ve teknoloji tasarım atölyelerinin projeler kapsamında yeniden düzenlenmesi çalışmaları vardı. Eğer bunlar olacaksa, yine sizin sayenizde olacaktır. Bir de AGEP uygulamasının eksik kalan boyutlarının geliştirilmesinin sağlanması gerekir.

"Arkadaşlarım, benim sizden ricam, okulunuzun şu andaki seviyesini korumanız ve geliştirmeniz olacaktır. Yeni gelen müdür arkadaşımızın da gayretleriyle, daha yol alınacak bir çok şeyin olduğunu unutmayınız. Bu konuda sizlere güvendiğimi bilmenizi isterim.

"Yedi yıl boyunca zaman zaman sizlerle ters düştüğümüz, anlaşamadığımız konular olmuştur. Bazen sizlere karşı sert çıkışlarımı gördünüz. Hatanın bende olduğu durumlarda, mutlaka özür dilemişimdir. Bunların hiç birisinin sizin moralinizi bozmak ya da müdürlük gösterisinde bulunmak amacıyla yapılmadığını bilmenizi isterim. Benim babam öğretmendi, köy öğretmeni. Ben nasıl bir öğretmensem, eğitimciysem, bu terbiyenin büyük kısmını ondan aldım. Babamın öğretmen oluşu, bir köy öğretmeninin elinde büyümek insana çok şey katıyor. Bu yüzden, öğretmenliğin değeri, benim nazarımda oldukça yüksektir. Sizlere bir eleştiride bulunurken, ya da bir uyarı yaparken, bunu kırk gün düşündükten sonra yaptığımı bilin lütfen.

"Sözlerimi bitirirken, sizleri hep iyiliklerinizle anacağımı unutmayın. Hakkınızı helâl edin."  

 
Toplam blog
: 17
: 3175
Kayıt tarihi
: 09.02.11
 
 

Eğitimciyim. Yaklaşık on yıldır eğitim yöneticiliği yapıyorum. Eğitim yönetimi ve öğretmenlik mes..