Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Şubat '11

 
Kategori
Eğitim
 

Eğitimde antitezler

Eğitimde antitezler
 

Çoğu kez günlük hayatta davranışlarımızı ayarlarken bazı alışılmış düşünce biçimlerinin otomatik olarak davranışlarımızı kontrol ettiğini hiç farketmeyiz. Asıl sorun belki de “şimdiye kadar yapılan hareketlerin yanlış olduğunu” söyleyen biri çıkıncaya kadar çıkar. İşte bu ters düşünce, ya da denence ilk önce kuşkusuz bütün eski davranışlarla hareket edenlerin itirazına yol açacaktır. Fakat ne zamanki yeni düşünce biçiminin eskisine oranla daha etkili olduğu anlaşılır, o zaman yeni tez etkin olarak kullanıma sokulur. 

Eğitim alanı aslında Psikoloji ve Sosyoloji bilimlerinin bir uygulama alanı ya da teknoloji alanı sayılabilir. Eğitim gerekli kuramlarını bazı temel bilim alanlarından alır ve işe koşar. Dolayısıyla bu bilim dallarında varolacak yeni anlayışlar sonuçlarını eğitim alanında gösterecektir. 

Bugün eğitim alanında bir çok tez ve anti-tez bir arada yaşamaktadır. Günlük hayat içinde belki bu düşünceler doğal olarak, ekletik bir yapı içinde bir arada bulunsalar da, görülecektir ki aşağıdaki düşüncelerin bir bölümü eğitim hayatının şu yada bu evresinde daha çok egemenlik göstermekte, ve insanları kendisine daha çok çekmektedir. Bu sorun alanları her halde eğitim toplumumuz için de daha çok tartışılacaktır. Nedir bu düşünceler: 

1.A.Tez: “Eğitim ulusal değerler için olmalıdır.”
Altıyüzyıllık dogmatik, dini bir eğitim yapısından Cumhuriyetin başında Ulusal bir eğitim yapısına dönmek, ulusal demokratik devrimin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Atatürk’ün Cumhuriyet’in başında Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumlarını etkinliğe sokması boşuna değildir. 

Fakat bu ulusalcı akım öylesine ileri gitmiştir ki zamanla öğrenciler dünya ülkelerinin bilgilerinden soyutlanmaya başlamışlar, “Tarih” kitapları , ”Milli Tarih” olmuş, “Coğrafya” kitapları “Milli Coğrafya”ya dönüşmüştür. Diğer disiplin ve kitaplarda da aynı “içe dönüş” anlayışının ortaya çıktığını görüyoruz. 

1.B.Antitez: “Eğitim evrensel değerler için olmalı.”
Ulusal değerler uğruna çevresini göremez hale gelen eğitimimiz ne komşularımız hakkında ne de içlerine karışmaya çok hevesli olduğumuz Avrupa Birliği ülkeleri hakkında yeterli bilgi sağlayamamaktadır. 

Oysa “küreselleşme” kavramı, doğru bir yorumla, dünya ülkelerinin birbirlerine ilişkin doğru bilgi sahip olmalarına, ilişkilerde eşitlikten saygıdan ve ekonomik bütünleşmeden geçmektedir. Dünyaya yabancı kalarak onların bizi anlamasına, bizim de onları anlamamıza olanak yoktur. Eğitim sistemimizi küresel değerlere açmalıyız; daha geniş düşünüp, her türlü yabancılaşma, düşmanlaşma stratejilerine karşı direnmeliyiz. 

2.A. Tez : “Eğitim insanları öteki dünyaya hazırlamalıdır.”
Bu düşünce temelde 600 yıldır sürmüştür ve hala derin yapıda sürüp gitmektedir. İnsanlar bu dünyanın geçici olduğuna, öteki dünyanın kalıcı olduğuna, esas olduğuna inandırılmışlardır. Bu bakımdan, “Bu dünya için fazla bir çaba göstermeye değmez, asıl olan öteki dünyadır, ” anlayışı ve bu anlayışa bağlı olarak, “Bir hırka, bir iğne” düşüncesi, dünyadan elini eteğini çekmişliğin ve ancak bu yolla öteki dünyaya kavuşulacağı inancının savsözüdür. Dünyadan elini eteğini çekmek fakir kesim için bir erdem sayılmıştır. Fakat üsteki yönetici kesimler dünyadan hiç bir zaman ellerini eteklerini çekmemişler, üstelik dünya nimetlerini doyasıya tatmak için birbirleriyle kıyasıya bir rekabet içine girmişlerdir.
Dolayısıyla dogmatik değerleri savunan bir eğitim yapısı da insanları itaatkar, uslu, söz dinler varlıklar haline getirmek için durmadan öteki dünya mutluluğunu övmüş; insanlarda bu dünya için bir istek bırakmamıştır. 

2.B.Antitez : “İnsanlar yaşadığmız dünya için eğitilmelidirler.”
Öteki dünya için eğitimin yeri camilerdir, kiliselerdir, kutsal yerlerdir. Okullar esas olarak bu dünyanın bilgisinin, becerisinin öğretildiği yerler olmalıdır. Okullar insanları toplumsallaştırır; yeni değerler öğretirler; kişiliklerini geliştirirler; meslek kazandırırlar ve onlara hayatın anlamını, bir toplumda yaşamanın koşullarını ve sorumluluklarını öğretirler. Onlara, çevreye uyabilmeleri, mutlu olabilmeleri için gerekli bilgileri verirler. 

Dünya yaşanası, güzel bir yerdir. Ülkemiz dünya ülkeleri içinde çok daha güzel bir konumda, bütün dünya ülkelerinin beğendiği bir konumdadır. Bu güzel ülkeyi ve dahası bütün dünyayı gezip görmek ve yaşarken onun nimetlerinden azami ölçüde yararlanmak her akıllı adamın amaçlarından biri olmalıdır. İnsan dünyaya yokluk içinde, dünya nimetlerinden uzak, acı çekmek için gelmemiştir; insan bu dünyaya mutlu olmaya gelmiştir. Bunun için de insanların bilinçlendirilmesi gerekir. İşte bunu yapacak olan eğitimdir. 

3.A.Tez. “İnsanlar liberal değerler için eğitilmelidir.”
İnsanların gerçekleri bilmeye hakları vardır. İnsanlar özgür olmak isterler; düşüncelerini hiç bir baskı altında kalmadan serbestçe açıklamak isterler. İnsanların özgür düşünce oluşturabilmeleri için çok çeşitli kaynaklarla karşılaşmaya, önlerindeki sorunun çeşitli yönlerini karşılaştırmalar yaparak tanımaya ihtiyaçları vardır. Onları tek yönlü yetiştirmek, hayattaki tek gerçeğin ve okulun asıl işlevinin meslek kazandırma olduğunu sanmak doğru değildir. İnsanları tek yönlü yetiştirmek, liberal değil dogmatik eğitim anlayışıdır. İnsanları özgür, demokrat, kaynaklardan haberdar olan, hangi bilgiyi nerede bulacağını bilen ve ona kolaylıkla ulaşabilen kişiler olarak yetiştirirseniz, onlar hayatta yollarını serbestçe bulurlar; başkalarının yol göstermesine gerek kalmadan kendi hayatlarını özgürce yaşayabilirler. 

Liberal eğitimin temeli toplum bilimlerinden geçer. Tarih, coğrafya, psikoloji, toplumbilim..vb. bütün bunlar kişiye özgür bir düşünce ve tartışma ortamı yaratırlar, kendisini ve insanı tanımasına yardım ederler. Bu derslerin amaçları:
“Bireylerin kendi dar değer sistemlerinden çıkarılması ve geniş toplumun değerleriyle barışık bir hale getirilmesidir; ona öylesine bir bilinç kazandırılmalıdır ki, kişi kendisinin içinde bulunduğu çelişkinin kaynaklarını görebilsin, kendisiyle toplum arasındaki çelişkinin nedenlerini anlayabilsin.(Oliver, 107)
Bunun için okullar “hümanist” eğitime ve güzel sanatlara önem vermelidir. Ancak bu şekilde nitelikli insan yetiştirebiliriz. 

3.B.Antitez: “Okullar mesleki değerler kazandırmalıdır.”
Bugünkü okullar genellikle okuldan mezun olduktan bir ay sonra unutulacak bir çok ders ve konularla yüklüdür. İnsanlar okullarda hayatta kendilerine hiç bir gereği olmayan bilgilerle bombardıman edilmektedir. Eğitim, gerçek insan ihtiyaçları ve beklentileri gözetilerek düzenlenmemiştir. Kimse, öğrencilere, eğitim sürecine giren insanlara, “Sen ne öğrenmek istiyorsun?” diye sormamaktadır. Oysa okulların en önemli görevi gençlere yarınki yaşamlarında geçerli olacak becerilerin öğretilmesi olmalıdır. İnsanlar istedikleri takdirde, istedikleri bilgileri kütüphanelerde, kitaplarda bulabilirler. Diğer yandan insanların beceri kazanmaları hiç de kolay değildir. Örneğin, iyi piyano çalabilmek için yıllarca usta bir piyanist öğretmeninin önünde çalışmak gerekir; insan kendi kendine direksiyon kullanmasını, bisiklete binmesini öğrenemez. Bütün becerilerin öğretilmesi için iyi yetişmiş öğretmenlere ihtiyaç vardır.
Bu bakımdan okullarda, insanlara boşuna zaman harcayacak bilgilerin öğretilmesinden çok, onlara hayatta lazım olacak, başka yerde kazanamayacakları becerilerin öğretilmesi gerekir. 

4.A.Tez : “Okullar günlük çevre sorunlarına dalmadan öğretim yapmalıdır.”
Buna göre denilebilir ki, okullar günlük gerçeklerin dışında belli konuların öğretilmesinden sorumlu; gençleri bir üst düzeye hazırlayan kurumlardır. Çevrenin sorunları bu kurumları etkilememelidir. Okul, temel gerçeklerin , evrensel gerçeklerin öğretilmesi görevini yüklenmiştir. Öğretmenler de bu görevi istekle yapan insanlardır. Bu anlayış içinde okullar çevreye kapalı, yalnız nitelikli eğitim, öğretimle uğraşan ve insanları yarınki hayatlarına hazırlayan kurumlar olarak anlaşılmalıdır. Bunun için belirli bir mekan(okul, sınıf) ve öğrencilerine yol gösterebilecek çok iyi bir öğretmenin olması şarttır.
Okulun asıl işlevi olan eğitim, öğretim işinden ayırıp toplumun sorunlarının çözümlenmesi işine soktuğumuz zaman programlar alt üst olabilir, klasik sınıf yapısı çökebilir ve çoğu zaman kimin ne yaptığı belli olmayabilir.
Okul asıl görevinden ayrıldığı zaman, mutlaka politikaya kayacaktır ve dış baskı gruplarının etkilerini güçlü bir şekilde hissedecektir.
Okulun değeri yetiştirdiği öğrencilerin niteliğiyle ve bir üst eğitim kurumlarına gönderdiği öğrencilerin sayısıyla ölçülebilir. Bunun için belirlenen programlara büyük bir duyarlıkla uyulması şarttır. 

4.B.Antiitez: “Okullar çevreye açık olmalıdırlar”
Okullarda bulunan öğrenci sayısı, özellikle ilköğretim sonrasında, dışarda bulunan aynı yaş kümesinden azdır. Orta öğretimde bulunan 1 öğrenciye karşılık 3 öğrenci okul dışında bulunmakta; bunlar “ayakkabı boyacılığı”, “simit satıcılığı”, “otomobil tamirciliği”, “fırıncı çıraklığı” gibi onların meslek dedikleri, fakat toplumbilimsel bir terimle aslında “marjinal meslek” olan alanlarda çalışmaktadırlar. Bu bakımdan okulların, okul dışında kalan gençlere, insanlara kapalı olması kabul edilebilir bir olgu değildir. Okullar, fiziksel açıdan günde 24 saat açık olabilirler. Sınıflardan ve diğer fiziksel olanaklardan yararlanma oranı istenilirse artırılabilir. Okul dışında kalan kimselere hizmet verilebilir. 

Diğer yandan okulların sadece belli disiplinlerin öğretilmesinden sorumlu olması diye bir durum söz konusu olamaz; çünkü okullar toplumu değiştirmek, ileri götürmek;yeni teknikler, anlayışlar geliştirmek yolunda öncü kurumlar olmak durumundadırlar. Okul, çevrenin sorunlarıyla elbette ilgilenecektir. Çevre temizliği, sağlık, yüksek nüfus artışı, çağ dışı anlayışlar.. Bütün bu gibi sorunlar, incelenmesi, çözümlemesi gereken sorunlardır. Okul, bu sorunları görmemezlikten gelemez. 

Okullar, okul dışında kalan gençlerin ve yetişkinlerin de yetişmesinde sorumlu olmalıdır. Okul, toplumun sorunlarını anlamaya çalışırken, onlara çözüm de üretmelidir. Okul, yeni teknolojilerin, yöntemlerin kullanıldığı bir kurum olarak, kendisine danışılan bir kurum da olmalıdır. 

5.A. Tez: “Eğitim programları merkezi olarak hazırlanılır, bütün ülkede aynı şeyler uygulanır.”
Bu şekilde bir eğitim ve program anlayışına “merkezden dikte ettirilen program” diyebiliriz. Ankara’da bir M.E.B. vardır; bu M.E.B. ‘nın hazırladığı programlar Tebliğler Dergisi ile yurdun dört bir yanındaki okullara bildirilir. İlan edilen programlar, bütün okullardaki bütün öğretmenleri, öğrencileri ve kitap yazarlarını bağlar. Programların, okulların ve öğretmenlerin ne derece başarılı oldukları bir üst düzeyde okulların sınavlarında gösterilen başarılarla ölçülür. 

Bu durumda devlet ve okul, çocuklara, gençlere, “ Siz benim belirlediğim bilgileri ve becerileri “öğrenmek zorundasınız; çünkü ben böyle istiyorum, ” demektedir. Aslında okulların büyük çoğunluğu “klasik okul” anlayışında olduğu için, buralarda beceriden çok bilgiye yer verilmektedir. Bu bilgiler insanların istekleri ve beklentileri doğrultusunda değil, “zorunlu” olarak, seçkisiz olarak herkese aynı şekilde verilmektedir. İnsanlar, “Falan dersi almazsam olmaz mı?” diyemezler. Bütün, o dersler bir kalıp halinde alınmalıdır, ezberlenmelidir. 

İnsanlar seçtikleri değil, kendilerine dayatılan programları, dersleri, konuları ğrenmek zorunda bırakılmaktadır. Programların hazırlanmasında merkezin anlayışı herkesten üstündür, bu konuda okullara , öğretmenlere, kul aile birliklerine hiç bir söz hakkı bırakılmamaktadır. 

5.B.Antitez: “İnsanlar seçtikleri eğitim alanında eğitilmelidirler.”
Modern dünya artık insanlara çok çeşitli konularda, çok çeşitli bilgi ve becerileri öğrenmeleri için imkanlar sunmaktadır. Bu sayısız bilgi ve beceri alanları ve konular içinde insanların her şeyi öğrenmelerine olanak yoktur. Kısa bir eğitim dönemi ve yaşam süreci içinde ancak kendisine yarayacak bilgi ve becerileri kişilerin öğrenmek istemeleri kaçınılmazdır. 

İnsanlar kişilik yönünden nasıl birbirlerinden ayrılıyorlarsa o kadar da öğrenme biçimi olduğu söylenebilir. İnsanların öğrenme ihtiyaçları, amaçları ve eğitimden beklentileri hızla birbirinden farklılaşmaktadır. İnsanlara “kitle eğitimi” biçimiyle özel ve yararlı eğitim vermek olanaksızdır. Bu bakımdan eğitim giderek insan bireylerinin, grupların özel ihtiyaçlarını da gözetecek şekilde çeşitlendirilmelidir. Bu çeşitlendirme, programların çeşitlendirilmesi; seçimlik derslerin artırılması; konuların seçimi ve program oluşturmaya bütün ilgili elemanların katılması şeklinde olmalıdır. 

Önce, eğitim sürecine giren insanların ihtiyaçları saptanmalı, bu ihtiyaç ilgili toplumun ihtiyaçlarıyla tutarlı bir hale getirilerek optimum bir nokta buluşmalı; kararsız kalan insanlara “gerçek ihtiyaçları” gösterilerek bu insanlar yetenekleri yönünde “yöneltilmeli”dir. Yöneltilmiş insanlara da esnek programlar uygulanmalıdır. 

İnsanlara üstten dayatılan programların uygulanması, onların eğitim sürecine yabancılaşmasına yol açmaktadır. 


6.A.Tez: “İnsanlar kendi alanlarına yönelik olarak, uzmanlaştırılarak yetiştirilmelidir.”
Çağımız eğitiminde o kadar değişik boyutlar ortaya çıkmıştır ki, eğitim sürecine giren insan, gücünü ve çalışma alanlarını dağıtırsa kendisini kolay kolay toplayamaz ve büyük bir bilgi yığınının içinde kaybolup gider. Artık, ”kültürlü” bir insanın her alanda, her çeşit bilgiden, beceriden haberdar olmasına, öğrenmesine imkan yoktur. İnsan mümkün olduğu kadar çabuk kendine belli bir alan seçmeli o alan içinde kendisini çok iyi yetiştirmelidir. Bu uzmanlaşma süreci ne kadar erken çağlarda başlarsa o kadar iyi olur. İnsanlar belli bir alanda bilgi ve beceri kazanırken, “ilerde lazım olur” düşüncesiyle daha başka alanlara da girip çıkmaya hiç gerek yoktur; bu durum, gücünün bölünmesine yol açar. 

“İnsanlar bildikleri şeyi iyi bilmelidirler.” Usta kişi, işinin gerçekten uzmanı olmalı; gerekli bilgi ve becerilerle donatılmalıdır. Kişinin üzerine vazife olmayan alanlara girmesi; o alanlarda “ahkam” kesmesi, onun ancak kendi alanında pek de usta olmadığını gösteren bir kanıttır. 

6.B. Antitez: “Eğitimde disiplinler arası yaklaşım şarttır.”
Bilim alanlarında sonsuz bölünme ve çok sayıda disiplinin, dalın ortaya çıkışı bu bilim dallarının daha iyi incelenmesi için şart olabilir, fakat bu sonsuz bölünme doğaya uygun bir yapılanma değildir. Doğada her şey iç içedir ve doğal bir oluşum vardır. 

Aslında, dikkatli bir gözlemle bazı bilim dallarının birbirinden iyice soyutlanması bazı gerçeklerin görülememesine yol açar. Örneğin, ”tarih”, ”coğrafya” birlikte “hayat bilgisi” dersi içinde öğretilebilir. Dersler “toplulaştırılma”lıdır. 

Fizik-kimya disiplinleri son çözümlemede birbirinden kopamaz hale gelmişlerdir. Artık bunları içinde toplayan bir “Fen Bilgisi” vardır. Disiplinleri sonsuz derecede birbirinden soyutlayarak bunları ayrı ayrı incelemek yanlışlıklara yol açacaktır. Çünkü her bir disiplinle diğerleri arasında çok sayıda ilişki ve bağ vardır. Bu ilişkilerin, bağların gösterilmesi ancak “disiplinlerarası” bir yaklaşımla olanaklıdır.
Üniversitelerde de fakülteler, bölümler, anabilim dalları büyük bir soyutlama çabasıyla birbirlerinden koparılmaktadırlar. Bir mühendis olacak öğrencinin, fen-edebiyat fakültesinden de “Endüstriyel Psikoloji” dersi alması beklenmelidir. Çünkü bir mühendis bir fabrikanın fiziksel koşullarıyla uğraşırken aynı zamanda o fabrikada çalışan insanların moral durumlarıyla da ilgilenmek zorundadır. Fakat genellikle bu gerçekleşmemektedir. Fakülteler, adeta, birbirine kapalıdır. Çağımızda disiplinlerin birbirini görmemezlikten gelmesi anlayışı kabul edilemez. 

7.A : “Kitlelerin eğitimi ana hedef olmalıdır.”
Bugün Türkiye’de resmi rakamlara göre 12 milyon öğrenci okulludur. Bu Cumhuriyetin başında hayal edilmeyen güzel bir rakamdır. Ama diğer yandan Türkiye’de ilkokul sonrası okula gitmesi gereken öğrencilerin %45’i çeşitli nedenlerle devre dışı kalmaktadır. Üniversite sınavlarına (1997) 1.400.000 öğrenci girmiştir. Bunlardan sadece 250.000’ni formal üniversite sıralarına oturabilecektir. Üniversitede olması gereken 100 öğrenciden sadece 9’u üniversitededir. 

Bu rakamlar gösteriyor ki sayısal yönden Türkiye henüz olması gereken eğitim düzeyini tutturabilmiş değildir. Okul öncesi eğitimde Avrupa Birliği ülkelerinin çocuklarının %70-90’nı okul öncesi kurumlara devam ederken, bu rakam Türkiye’de %5-6 civarında değişmektedir. 

Sekiz yıllık ilköğretimin gerçekleştirilmesi çok geç kalmıştır ve bu alanda alınacak çok mesafe vardır. 

Nüfus artışı çok hızlıdır (%2.5) ve formal eğitim kurumları zorlanmaktadır. Dolayısıyla durmadan yeni okullar, yeni sınıflar açılmak zorundadır. Devlet yeni yetişen kuşaklara yer sağlamak zorundadır. Bu her zaman mümkün olmadığı için ikili, üçlü öğretim uygulanmakta, sınıflardaki öğrenci sayısı da 70-80 ve daha yüksek rakamlara çıkabilmektedir. Dolayısıyla geniş kitlelere eğitim götürmek amacı gerçekleştirilirken, nitelik düşmektedir. 

Geniş kitlelerin eğitimi niceliksel ve niteliksel yönden başarılamamışken, bireysel eğitime vakit harcanamaz. 

7.B. Antitez: “ Bireysel eğitime önem verilmelidir.”
Sınıflarımızda bütün öğrenciler eşit zeka düzeyinde kabul edilip herkese aynı eğitim verilmeye çalışılmaktadır. Oysa, özellikle, ilkokullarda, 70-80 kişilik bir sınıfta bütün öğrencilerin aynı zeka düzeyinde olmadığını öğretmen hemen anlamaktadır. Öğretmen kime hitap edecektir. Durmadan sorular soran, yanıtlar getiren, konuşan, çalışan bir azınlığa mı Yoksa, ön hazırlıklarını tamamlayamamış, yeterli olmayan bir diğer topluluğa mı? Bunun yanıtı , “Türdeş eğitim”in yerleştirilmesi olgusunda yatmaktadır. Yani, “Aynı zeka düzeyinde olanlar aynı sınıflara mı konmalıdır?” Bu, bir dereceye kadar ilköğretimde uygulanmaya konmuştur. Özel eğitim isteyen bazı öğrenciler “özel alt sınıf”larda toplanmaktadır.
İnsanlar arasında öğrenme biçimleri yönünden; duygu ve düşünce açısından ayrımlar vardır. Diğer yandan öğrenciler ön-hazırlıklar açısından da birbirinden farklılıklar göstermektedirler. İnsanların öğrenme hızları birbirinden farklıdır. 

Bu durumda yaşları aynı diye bütün bir topluluğu aynı sınıfa doldurmanın ve onlara benzer bir programı uygulamanın ne anlamı vardır. 

Bireysel eğitim ilkesi, ”kişiyi bulduğun yerden alıp, gidebileceği yere götürmektir.” Herkes yeteneğinin elverdiği ölçüde ilerlemeli, yeteneklerini sonuna geliştirmelidir. Bunun için onlara uygun ortamlar hazırlamak gerekir. Bunun için eğitim teknolojisinin olanakları hızla bireylerin emrine verilmelidir.
Bütün insanlara aynı programı, aynı hızla uygulamak, insanların ihtiyaçlarına ve öğrenme biçimlerine uygun düşmez. Dolayısıyla büyük zaman yitimlerine yol açar. 

8A. Tez: “İnsanlar daha bilgili yetiştirilmelidirler”
Günümüzde bilgi geometrik diziyle artmaktadır. Denilebilir ki günümüzün bir ilkokul çocuğu ortaçağlardaki filozoflardan daha çok ve gerçekçi bilgiye sahiptir. Dünyaya ilişkin bilgilerimiz hızla değişmekte ve yenileşmektedir. Bundan dolayı insanların sürekli olarak daha bilgili, donanımlı olarak yetişmeleri zorunludur.
Bunun için çok iyi hazırlanmış okullara, modern anlamda kurulmuş ve gerçekte işgören kütüphanelere; yeni eğitim teknolojilerine ihtiyaç vardır. 

Yani öğretmenler, çok okuyan, çok kaynaktan haberdar olan, günümüzün teknolojilerine çok hakim olan kişiler olacaklardır. 

Eğer öğretmenler iyi yetişmemiş olursa olursa, çocukların ellerine kadar uzanan bireysel bilgi teknolojileri sayesinde çocukların öğretmenlerini geçmeleri ve onları sıkıştırmaları her zaman için mümkündür. 

Bugün insanlar bir üst kuruma çıkabilmek için bilgi ölçmeye yönelik sınavlar sayesinde seçilmektedirler. Daha az bilgili olanlar elenmektedir. 

Bilgi, çağımızda para etmektedir. Daha çok okuyan, bilgili yetişen, daha üst öğrenim kurumlarından mezun olan insanlar daha iyi ekonomik koşullarda yaşamaktadırlar. Bilginin değeri insanlar tarafından anlaşılmıştır. 

8.Antitez: “İnsanlar daha yaratıcı yetiştirilmelidirler.”
Bilgi kaynakları artık sonsuz derecede çoğalmış ve çeşitlenmiştir. İnsanların bu dünyaya ilişkin bilgilerin hepsini öğrenmeye ve imkanları ne de zamanları vardır. Zaten öğrenilen, ezberlenen bilgilerin büyük bir çoğunluğu da çok kısa bir zamanda unutulup gitmektedir. Bu bakımdan insanlara belli alanlarda bilgileri ezberletmenin anlamı yoktur. 

Şimdi önemli olan, insanlara hangi bilginin nerede bulunduğunu öğretmektir; kaynak bilgisi vermektir. “İyi bir öğretmen, iyi kaynak bilgisi olan kişidir”. Kişi ancak çok kaynaktan karşılaştırma yaparak belli bir senteze ulaşabilir. 

Yaratıcılık ancak sentezle mümkündür. Oysa eğitim sistemimiz genelde analize dayanmakta, varolan durum incelendikten, ayrımlarına girildikten sonra, yeniden-yapım evresi ihmal edilmektedir. 

Aslında iş, “amaçlar”ın hazırlanması evresinde ihmal edilmektedir. Her eğitim sürecinin belli “bilişsel” amaçları varsa, aynı zamanda “devinsel amaçlar”ı da olmalıdır. Devinsel amaçları ve bunlara bağlı olarak uygulama ve yaratıcılık ihmal edilmektedir. Oysa “Devinsel Amaçlar” bir ders içinde “yapım-yaratım” evresini gösterir. 

Her dersin bir “düşünsel” yönü olduğu gibi, “işe dönük”, senteze dönük yönü de vardır. Bu yönler mutlak olarak belirlenmeli ve kişilerin yapıcı, yaratıcı yönleri ortaya çıkarılmalıdır. 

Eğitimimizde insanların yaratıcılığına yol açacak, özendirecek “Sanat” dersleri genellikle ihmal edilmektedir. Bu durum beceriksiz ve mutsuz kuşakların yetişmesine yol açmaktadır. Her yıl genel liselerden bir çok yarım bilgili insan mezun olmakta, fakat iş bilen, iş bitiren, yapan , yaratan insan sayısı çok düşük olmaktadır. Toplumumuz daha çok yapan, yaratan insana muhtaçtır. Bunun için eğitim sistemi içinde gereken önlemler alınmalıdır. 

Şimdiye kadar eğitim alanında bir çok akım ve düşünce zaman zaman hakim olmuş ve zamanınımızda istenilen , aranılan insan kavramı çok dönüşümlere uğramıştır. Eğitim Felsefesi ve günümüz düşünürleri bu anlayış üzerine yeni fikirler üretmektedirler. Bütün bunlara bağlı olarak okulların yapısında; programların oluşturulmasında ve insan kavramında değişiklikler olmaktadır. Yeni insan kavramını, dünyaya verdiğimiz anlamla birlikte düşünmeliyiz. Cahil insan dünyasını yoketmekte, kirletmekte, birbirine düşman kuşaklar yetiştirmekte, silahlanmakta ve birbirini öldürmektedir. Eğitimin amacı bu mudur? Yoksa eğitilmiş insanlar dünyayı daha da güzelleştirmek, bir yeryüzü cenneti yaratmak göreviyle mi dünyaya gelmektedirler. Br filozof diyor ki: “Dünyaya gelen her çocuk Allahın insanlardan hala umudunu kesmediğini gösterir.” Acaba bu umut sonsuza kadar sürüp gidecek midir? Yoksa kredimiz bir yerde bitecek midir? Galiba bu sorunun cevabı insana ve dünyaya karşı alacağımız tutuma bağlıdır. 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..