Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mart '08

 
Kategori
Güncel
 

Görmemişin metrosu

Çalıştığım yerle yaşadığım ev arası oldukça uzak. İstanbul’u bilenler için söyleyeyim, Eyüp-Rami’den Sarıyer’e geliyorum her sabah. Yani İstanbul’u bir uçtan bir uca geçiyorum.

Zengin değilim, tuzu kuru bir gazeteci de değilim. Çok param yok yani. Aslında olsa da yaşam biçimim fazla değişmezdi. Çünkü halkın içinde yaşamasını, insanlarla haşır neşir olmasını seviyorum. Daha doğrusu yaşamı gözlemleyebiliyorum.

Arabam olduğunda da işyerine otobüs ya da dolmuşla giderdim zaten. Aksi takdirde gerçek hayattan kopuyor insan, yaşadığı toplumun gerçekleri neler, halk ne sıkıntılar çekiyor, sorunları nedir gözlemleyemiyor.

En azından İstanbul gibi trafik sorunu dağ gibi olmuş bir kentte bu dertten en az etkilenerek nasıl yaşanır görmek gerek. Aslında etkilenmemek ya da bu sorundan kaçmak mümkün değil artık.

Benim ilginç bir alışkanlığım var. Eğer zorunlu değilsem hiçbir zaman aynı yolu kullanmam. Yani ezbere gidip gelmem, farklı güzergahlar kullanır, yeni yerler görmeye, oraları da öğrenmeye çalışırım.

Örneğin Rami’den Sarıyer’e gelmenin en kestirme ve az zaman alan yolu Edirnekapı’ya gelip, oradan aktarma yaparak Sarıyer’e direkt ulaşmak.

Ama o zaman tam bir saat ayakta dikilip, halk otobüsünün dur-kalklarıyla midenizin bulanmasını, başınızın dönmesini, ayaklarınıza basılmasını, omuz verilmesini, itilip-kakılmayı göze almanız gerek. Üstelik insanların birbirlerine karşı nazik! tavırlarından dolayı öfkelenmek, boş koltuğu kapmak için başkalarının üzerinden uçarcasına atlayan kişilerin davranışını görüp üzülmek , muavinin arka kapıdan da yolcu aldığı halde ikide bir ‘arkaya yürüsenize kardeşim’ sözleriyle hangi tarafa ilerleyeceğinizi şaşırmak gibi bir durumda kalmak da var ortada
.

O zaman ben ne mi yapıyorum? Anlatayım...
Bu gün de yaptığım gibi mesela...

Sabah saat yedide evden çıktım, birkaç dakika bekledikten sonra gelen otobüse bindim. Otobüste oturacak yer yoktu ama yarı yolda boş bir koltuğa kavuştum. Edirnekapı, Fatih, Unkapanı derken Karaköy’de indim. Yaklaşık yirmi dakika sürdü.

Sonra Galata Köprüsü’nün bittiği yerde tramvaya atladım. Sanki ata atlıyorum ama bu kelimeyi özellikle kullandım. Hani at hızlı gider ya bu yüzden insanlar üzerine atlar, tramvay otobüsten hızlı ve sakin..

Bu arada bedava dağıtılan gazetelerden de alıp, on dakika kadar süren yolculuğum da sayfalarını karıştırdım. Tramvay son durak Kabataş. İndim, alt geçitten Finüküler denen kısa mesafeli tek vagonlu mini metroya binip, Taksim’e çıktım.

Pardon çıkmadım, arada bağlantı olduğu için bu sefer asıl metroya binmek için ara tünelleri ve yürüyen merdivenleri kullanıp, yerin otuz metre altına indim.

İnsanlar vızır vızır ama iten kakan, omuz vuran yok. Sanki başka bir dünya. Bu ara kendime iki tane poğaça aldım, onları yiyerek metroya ulaştım. Taksim baş durak olduğu için oturacak yer de buldum. Şimdi sürat zamanı.

Şişli, Mecidiyeköy, Gayrettepe, Levent derken 4’üncü Levent’e on dakika da ulaştım. Oh be! Otobüsle gelsem anam ağlardı…

Ama yolculuk bitmedi daha. Metrodan çıktım, tam önümde otobüs durağı. Beş dakika kadar bekledikten sonra ömrünün son günlerini yaşayan eski püskü bir halk otobüsü durdu önümde ama içimden binmek gelmedi. Daha yeni ve modern bir otobüs gelebilir diye düşündüm fakat içimdeki ses ‘ya gelmezse’ deyince atladım. Muavinin uyarılarıyla adım adım arkaya kadar ilerledikten sonra yarı yolda bir koltuk boşaldı, oturdum. Ondan sonrası rahattı.

Saat sekiz buçuk gibi Sarıyer sahilinde indim otobüsten. Elimde kalan poğaça parçalarını martılara atıp, onların poğaça parçalarını kapmak için havada çarpışmalarını izledikten sonra büroya geldim.

Yarın Kabataş yerine otobüsle Taksim’e gelip, yine metroya bineceğim, yolculuk yarım yamalak olsa da..Belki bir gün demir ağlarla öreriz yurdun dört bir yanını yer altından…

Sanırım İstanbul’u yaşamak diye buna denir.

Şimdi aklınıza bir soru takılmıştır.

“İşe gelene kadar altı araç değiştirdin, aklından zorun mu var senin, bu kadar para veriyorsun?” diyebilirsiniz.

Doğru, bu yolculuğun maliyeti 9 milyon ediyor, sadece geliş ama bir de dönüşü var bunun.

Ama bana bedava. Neden mi? Çünkü Sarı Basın Kart’ı olanlar toplu taşım araçlarından ücretsiz yararlanıyor.

O kadar da olsun artık değil mi....?
Yoksa tüm bu kadar yeri gezip, halkı ve olayları gözlemleyip, bir o kadar çile çekip, haber yazmak kolay mı?

 
Toplam blog
: 121
: 1472
Kayıt tarihi
: 23.08.07
 
 

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü mezunuyum. 28 yıllık g..