Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Temmuz '14

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Görünmez el ile Neoliberal tahribat

Görünmez el ile Neoliberal tahribat
 

Neoliberal politikalar ve görünmez elin kapitalist dünyayı şekillendirdiği son 20 yıla göz atmak istedim yine bu yazımda. Her zaman ilgimi çekmiştir finansal krizler. Krizlerin öncesini ve sonrasını bilmek günümüzün şartlarını anlamamıza daha da çok yardımcı oluyor.

2008 yılına kadar ki finansal krizleri analiz etmek ekonomistlerin ve hükümetlerin yıllarını alsa da teşhisi ve tedavisini koyabildiler krizin. 1929 Ekonomik Buhranı'nın sebebini kimileri efektif talep yetersizliğine bağlarken kimileri para arzının arttırılmaması olarak açıkladı. Tedavi olarak devlet müdahalesi, maliye politikaları, hükümet ile ortaklaşa uygulanan para politikaları uygulandı. 1970'lerdeki petrol krizlerinde ekonominin sadece piyasadaki aksaklıklarla değil ülkelerin ideolojik çatışmalarından dolayı da krize girebileceği öğrenildi. Heterodoks politikalar, vergi indirimleri, teşvikler, düşük faizlerle krizler atlatılmaya çalışıldı.

2008 yılındaki küresel kriz ise, insanlık tarihinde paranın hiçbir altın ya da değerli madenin standardına bağlı olmadığı hayali değerlerin hüküm sürdüğü bir finansallaşma sürecine denk gelmiştir. Peki nasıl gelindi bu sürece diye düşünmüyor değiliz? Şimdi biraz geriye gidip kısa bir beyin fırtınası yaşatmak istiyorum okuyuculara...

Sovyet sisteminin çökmesi sonucunda Çin ve Hindistan'ın küresel ekonomiye entegre olması ile dünya iş gücü piyasalarına 1,5 milyar yeni ücretli köle katıldı. Bu sayede tüm dünyada ücret gelirleri gerilerken emeğin toplam üretimden aldığı pay azaldı. Şu an öyle bir dünyada yaşıyoruz ki; paranın, sermayenin, emeğin dini, ülkesi veya milliyeti yok. Para civa gibi nerede kendine uygun ortam buluyorsa oraya akıyor. İşte bu dönemde neoliberal politikalarla yeni finansal sistemin zemini hazırlandı. Örnek olarak; " özelleştirmeler, işgücü piyasalarının esnekleştirilmesi , sendikasızlaştırma" verilebilir.

Sermayenin tam hareketliği olduğu dünyada düşük maliyet, seri üretim adına sendikalar baskı altına alınarak ücretler asgari geçim seviyesinde tutulmaya devam ediliyor. Faiz oranları ve türev araçların değişen getirileri sayesinde sıcak para gelişmekte olan ekonomilere girip suyu ısıtıyor. Sonucunda ülkelerin birikimleri buhar olup uçarken geriye kocaman bir borç batağı kalıyor.

Sürekli artan sermaye birikimi, artan üretim ve rekabetin şiddetlenmesi sonucunda ortalama kar haddindeki düşüş her 10 yılda bir krize sebep olmaktadır. Bundan dolayı emeğin hakları ve geliri budanma sürecine girmiştir. Sanayi üretimi yerine spekülatif sermaye yatırımları ile ölçüsüz bir servet birikimi oluşmuştur. Şu bir gerçek ki; kapitalist endüstrileşme arttığı sürece enerji, nitelikli emek ve makine imalat sektörü önem kazanıyor. Bundan dolayı artan enerji ihtiyacını karşılamak için doğanın tahribatı kaçınılmaz oluyor. ( HES'ler, Nükleer santraller vb.)

Bundan 200 yıl önce Adam Smith'in dünyasında İngiltere'deki yoksulluktan kırılan işçiler, kömür madenlerinde çalıştırılan ufak çocuklar veya açlıktan nefesleri kokan İrlandalı işçilere yer yoktu. 200 yıl sonra günümüz dünyasında Çin'de 1 doların altında çalışan milyonların, Afrika'da açlıktan ölen çocukların yeri yok. 

Krizler meydana geldiğinde firmalar ürettikleri malları satamaz duruma gelince üretim ve istihdam düzeylerini azaltırlar. Halbuki ortalama kar haddini korumak yerine birkaç aylık artan maliyetlere katlansalar ekonomi eski düzeyine gelecek. İşsizliğin artması efektif talebi daha da azaltacağından piyasa hiçbir zaman kendi kendini temizleyemeyecek.

Son 20 yılda dünyada ana hatlarıyla yaşanan sürece kısa değindim. Ya bizim ülkemizde durum nedir? İthal ikameci dönemden sonra Türkiye ekonomisi sürekli büyürken sürekli krizlere de maruz kaldı. Dünyada yaşanan süreci adım adım biz de yaşadık. Özelleştirmeler devletin en önemli gelir kaynağı oldu, emeğin ücreti baskı altına alınırken geliri geçimlik düzeyde tutulmaya devam edildi. Peki krizler nasıl atlatılıyor böyle bir düzende. Yanıtı basit ama biraz karışık. Yurtiçi talep arttırılarak krizler aşılmaya çalışıyor. O zaman diyeceksiniz ki; emeğin geliri geçimlik seviyede tutulurken, işsizlik kriz dönemlerinde artarken yurtiçi talep nasıl arttırılır. Aslında cevabını herkes biliyor. Borçlanma ile krizlerden kurtulunulmuyor sadece şiddeti dindiriliyor. Hasta bir adamın yatıp dinlenmesi yerine antibiyotik ile hastalığı geçiştirmesi gibi.

Özellikle bizim gibi gelişmekte olan ekonomilerde sermayenin finansal yatırımlara çekilmesi, faiz oranlarının arttırılması ile ülkeye sermaye girişi olurken aynı zamanda rezerv birikimi ve borçluluk oranı da artmaktadır. En basit örneği; son 12 yılda Merkez Bankası'nın rezevleri artarken özel sektörün borçlarının da hızla artması...

Yakın zamandan bilinen bir örnekle durumu daha da iyi açıklayalım. 2008 krizi esnasında yurtdışındaki faizler Türkiye'den daha düşük olduğundan büyük sermaye kesimimiz (Tüsiad) dış piyasalardan daha ucuza borçlandı. Bir süre sonra ülkede döviz kurunun düşmesi ve Avrupa'daki krizden dolayı azalan ihracat gelirlerinden dolayı bu büyük sermaye kesimi borcunu ödemek için hükümetten IMF ile stand-by anlaşması yapmasını istedi. Eğer hükümet, bu anlaşmayı yapsa idi olacaklar malumdu. Kamu harcamaları kısılacak ve vergi oranları arttırılacaktı. Vergi oranları arttırılacaktı derken yanlış anlaşılmasın kurumlar vergisi gibi doğrudan vergiler değil. KDV, ÖTV gibi yükü nihai tüketici üzerinde kalan vergiler arttırılacaktı. Fakat bu durum en çok KOBİ'leri (AKP tabanı) etkileyecekti. Çünkü bu kesim vergi indirimleri, sgk prim afları ve kamu harcamalarında faydalanıyordu.

Tüm bunlar yaşanırken  AKP hem sermaye sınıfının haklarını hem de kendi tabanının haklarını aynı anda nasıl gözetebildi. Tabi ki büyümenin asıl sırtlanıcısı yine emek sınıfı olacaktı. Ortada yoksulluk ile işsizlik denen bir gerçek var. Ülke zenginleşirken bir türlü yoksulluk döngünü kıramadı. Büyüyen bir ekonomide nasıl olur da işsizlik azalmaz, tasarruf artmaz. İşte bu paradoksların yaşandığı güzel ülkemde yoksulluk; hayırseverlik ve yardımlaşma ağıyla görünmez kılınılmaya devam ediliyor.

Neoliberal dünyada görünmeyen bir el vicdanımızı, hayallerimizi, geleceğimizi, gelirimizi ve yaşam hakkımızı tahrip etmeye devam ediyor. Elimizden gelen tek şey ömrümüz yettiğince yaşanan tüm olumsuzlukları kınamak, güzel günlerin geleceğini umut etmek...

 
Toplam blog
: 27
: 980
Kayıt tarihi
: 22.05.13
 
 

Cebi delik, gönlü zengin, kahkahası bol, hayatı sıradan ve sade yaşayan bir insan evladı. Ekonomi..