Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ağustos '13

 
Kategori
Magazin
 

Güdümlü dizi sendromuna kapılanlar…

Güdümlü dizi sendromuna kapılanlar…
 

Kanal D’nin beğeniyle izlenen dizisi ‘Güneşi Beklerken’de Cihan Hoca’nın damlarda gezinerek acıların çocuğunu oynayan Kerem’e söylediği çok güzel bir cümle var: ‘Sen kurban rolünde kadrolu oyuncu olmuşsun’… Dizinin o sahnesinde kaybolup giden bu cümle geniş açıdan değerlendirildiğinde aslında ne çok şey ifade ediyor.

Günden güne belli yaptırımlarla yönlendirilen dizicilik sektörümüzle, Cihan Hoca’nın repliğini bağdaştıracak olursak karşımıza çıkan manzara hem öykü, hem de izleyici bazında müthiş bir durum benimsemesinin baş gösterdiği. Güdümlülüğün yolunu hızla açan bu olgunun yarattığı en büyük olumsuzluk, her anlamda kısırlaşma ve tek tipleşme. Bunun uygulaması da iki aşamalı.

İlk etapta ekranda kulağımıza çalınan replikler çıkıyor karşımıza. Yazma ve algılama noktasında zorluk yaratmayan bu repliklerde anlam bakımından doyuruculuk, sıfır. Boş yere sıralanan cümleler bir yana çoğunluktaki konuşma tarzı, günümüz gençliğinin kelime kısırlığını katmerleyecek türden basit ve kestirme. Sanırsınız karşınızdakiler kötü dublajlı bir Amerikan filminin veya Brezilya dizilerinin kahramanları. Aralarında istisnalar çıksa da ne yazık ki genel manzara bu doğrultuda.

Sürekli tekrarlanan anlamsız ve özenti repliklerle cazibesini yitiren, araya sıkıştırılan uzun uzun kliplerin arabeskliğinde ‘Şu sahne bir bitse’ dedirten dizilerimizdeki güdümlülüğün ikinci etabı, hep aynı konular çerçevesinde ilerlemeleri.

İki erkek bir kadın veya tam tersi durumla yaratılan aşk çatışması izleyicinin düşünme ufkunu kapana kıstıran olmazsa olmazlardan… Mekân, okul da olabilir zengin-fakir karışık aile çevreleri de, fark etmez. Yok aslında birbirimizden farkımız çünkü biz güdümlü kafaların yapımlarıyız!

Yeşilçam’la birlikte hayatımıza giren yerli yapımlar, giyim-kuşam ve teknoloji değişimi dışında hiçbir farklılığa uğramayan senaryo ve kurgu mantığını güderken biz izleyicilerin yaptığı, itirazsız kabul etmek.

Bu güdülmeyi kabul etme sendromuyla ekrana bakılınca da, öne konan aynı konuları gevişlemeyi sürdürmek kaçınılmaz oluyor.

***

Bazen ‘Allah rızası için bir parça yaratıcılık’ diyoruz… Ama neredeee? Koçların akıl hocalığında, ısrarla derinleştirilen güdümlülükle başa çıkmak zor.

Biz istediğimiz kadar yırtınalım, yeni diye karşımıza çıkartılanların hepsi de ufak tefek farklılıklarla kendilerinden öncekilerin türküsünü çığırmakta. Ya da farklı başlayıp birkaç bölüm sonra güdümlü dizi sendromuna kapılarak aynılaşmakta. Daha olmadı yayından kaldırılmakta.

Amerika’dan uyarlamalarla bambaşka bir boyut kazanan ve özentide gemi azıya alırken orijinallik adına hiçbir şey üretemeyen bu güdümlü diziciliğin alternatifi olarak sunulanlarsa, yine bir başka güdümlülüğün ürünleri...

Bu kez karşımıza çıkan seçenek, nasihatçi hoca üslubunda çevrilen ve insana dizi izleme keyfi verme yerine, beyin yıkamacı amaçla işlenen baskıcı ahlakçılık algısı!

Yani kırk katır mı, kırk satır mı? Ya başkaları tarafından ısmarlama dikilmiş ve giymeye kalktığımızda bize çok eğreti duran bir kıyafeti üstümüzde taşımanın sıkıntısını yaşayacağız… Ya da bizim için biçilmiş kaftan gibi sunulan ama gereğinden fazla daraltılmış bir demodeliğin içinde hapsolacağız.

Sanki görünmeyen eller, öylesiyle veya böylesiyle hep aynı düzenin sürdürülmesi için basmışlar düğmeye. Peki, ama niye? Yok, mu şöyle hem bizden olan, hem de çağa uyan mantıkla işlenecek özgün ve modern konular? Böyle öyküleri kaleme alacak senarist mi yetiştiremiyoruz yoksa korkuyor muyuz?

Mesela bir bilim kurgu senaryosu, ama abartısızından ve doğalından, ortaya çıkartılamaz mı? Yaşamdan ayrı düşmeyen, kulak tırmalayıcı şivelerle ağdalaştırılmamış veya komediyle sulandırılmamış örgüler düşünülemez mi? İstenirse ve güdümlülükten gerçek anlamda kurtulunursa neden olmasın!

***

Ancak hakiki olaylarıyla büyük ölçüde ilgi çekecek tarihimiz mükemmel ilham kaynağıyken, bunu bile yersizliklerle ve çekincelerle yolundan saptırıp güdümlü hale getirdikten sonra tüm bu sorulara olumlu cevap vermek çok zor.

En orijinalinden romanlarımızı da uyarlasak, dizi satmakla övündüğümüz Amerikalıların en gözde yapımlarını da devşirsek kısa süre sonra klonlanmış kaygılar devreye girip, güzelim başlangıçlarıyla ilgisiz bir yönde ilerletecekleri dizileri güdümlülüğün hizmetine sokarlar.

Zira her alanda güdümlülüğün gücü, tek tiplikten gelir.

Tek tip haberlerle dolu ekranları, tek tip konularla yoğrulmuş dizilerle dolduracaksın ki, izleyicinin algısı ve yargı mekanizması da tek tipleşsin.

Aksi takdirde dizilerin üstündeki görünmeyen ellerin kıskacı kırılıp konular gelişir, birbirine benzemeyen içerikler de gittikçe derinleşir… Derinlik kazanan örgülerse, olaylara baskılanmamış yorumlar katmanın yolunu açar. Böylece insanların hayata bakış açısı da aynı oranda gelişim ve değişime uğrar.

Dünyayı etkisi altına alan Hollywood yapımlarını veya Amerikan dizilerini uyarlarken sadece lüks yaşam görüntülerini değil böylesi güdümsüz özgür anlayışlarını da dikkate alalım, derim. Bize uymaz mı diyorsunuz?

O zaman, birileri bize kurban rolünde kadrolu oyuncu olmayı layık görürken, öne konan ısmarlama otlarla gevişleme kadrosundan izleyici olmaya devam.

 

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal

 

 
Toplam blog
: 1210
: 1542
Kayıt tarihi
: 10.04.10
 
 

İstanbul'da başlayan yaşamım, eski İstanbullu ailemden edindiğim kültürle gelişti. Birinciliklerl..