- Kategori
- Sosyoloji
Gül kokusundan Şövalye'ye
Güller, çocukken koklağım güller kokusu değildi artık. Ya günümüzde ehli ilim sahibinden en cahiline kadar dillendirildiği gibi domatesten, mısıra kadar her bir şeyin genetiği değiştirildiğinden ya da zamanın tezgahından geçerken, hayat denilen değirmende aldığımız tatların zulmetinden, kırmızı gül; içimizde yeni bir dünyanın keşfi gibi, sarı gül nazlı bir gelin tazeliği, beyaz gül taze bir gün gibi kokmuyordu. Hangisi gerçek ise de ikisi de korkunçtu.
Biri bizim dışımızda habire tadımızla tuzumuzla oynuyor ve değiştiriyor, ötekisi bizim tadımız tuzumuz bozulmuş oluyordu. Biri çevremizin, öteki kendimizin kimyası. Çevremizin kimyasına, “elle gelen düğün bayram” denilirdi belki ama bizim kimyamız bozulduysa, vay efendim vaay! Hele varlığının bir sebebi olduğunu düşünen biri için bu katlanılacak bir durum değildi. Bilip görüp de gördüğü, bildiği bir kötülüğe eğer bir tepki koymuyorsa kendini o kötülüğe ortak sayan biri kişi için hayat hiç o kadar da kolay geçmemişti zaten. Bekli bu yüzdendir ki hep eski çağlarda yaşamış olmayı yeğlerdi. Keza o zamanlarda insan ancak çevresinde olan bitenleri bilebiliyor ve görebiliyordu.
Günümüzde ise öyle mi? Dünyanın bir ucunda olan bir şey hemen ya televizyon ekranına ya da cebinizde ki telefona haber olarak geliyordu. Bilmediği görmediği bir şey için insanı ne kendi ne de başka biri sorgulayabilirdi. Bu sorgulamayı en acımasız yapan insanın kendi idiydi. Günümüz dünyasında her şey çok hızlı ver her şey çok doğurgandı. Savaşlar, kazalar, doğal afetler, intiharlar, gasp, terör, hırsızlık, fuhuş, uyuşturucu kullanımı. Neye el atsanız elinizde kalır. Devletler insanın gereksiniminden çok ticari bir şekil almış, her şey kar kazanç çerçevesinde ele alınıp değerlendirildiği bir dönemin içinde var olduğunu görmek bile insanı ürpertiyordu. İnsan her ne kadar eski çağlarda ki hır gürün bugün itibarı ile mantıksız ve gereksiz olduğunu kavramış olsa da, o dönem bu döneme rağmen daha mert ve erkeksiydi. Yarım bilgi sahibi insanlar çok az ya da yoktu, dolayısıyla insanlar biliyormuş gibi davranmıyor.
Bilgiye ulaşmak zordu, şimdi bilgiye ulaşmak kolay ama bir o kadar da yalan, yanlış bunların içerisinde bilgi diye duruyor. Önceleri varsayımlar ve tezler dahi bir sonuç elde edilinceye kadar bir itibarı yoktu. Kanıt lazımdı, delil lazımdı. Bilgi taşıdığını sandığınız ya da kabul ettiğiniz veyahut inandığınız bir portalda yazılan her şeyi bilgi diye alıp, bilgi sahiplerinin karşısında düelloya çıkıyorsunuz. Zan, kabulleniş ya da iman aklı ikna etmeye dayanır. Bilimsel değildir.
Bir şövalyenin karşısına düelloya çıkmak için iyi bir kılıç ustası olmalısınız, kılıç kullanmayı bilmiyorsanız, onun iyi bildiğiyle değil de sizin iyi bildiğiniz şeyle düello ederseniz başarılı olabilirsiniz ama maalesef ki günümüzde herkes kendini kılıç ustası zannedip çıkıyor meydana. Karşısında şövalye yok, karşısında onun gibi bildiğini zanneden biri var ve biz zannediyoruz ki şövalyeler vuruşuyor. Gerçek Şövalyeler, bu şaklabanların seyri yüksek hokkabazlıklarına bakıp, güzel atlara binip çekip gidiyorlar. Bizleri şaklabanlarının oyunlarına bırakıp, işte sizin şövalyeleriniz bunlar; Bunlarla hangi burçlara bayrak dikecekseniz, hangi serhat boyunda Hamza döğüşü görecekseniz, hangi kaleyi feth edecekseniz edin diyerek. Bizde burç sandığımız sahte hedefler, kale zannettiğimiz kumdan tepelere, serhat zannettiğimiz soframızın hudutlarında, Hamza zannettiğimiz Hansların, Hasan zannettiğimiz Yezid’lerle kaldık bir başımıza.