- Kategori
- Gündelik Yaşam
Gündüzünüzün kalitesi gecenizden belli olur!

Hepimiz bu günkü hayatın içinde yaşıyoruz ve bu hayatın bizi fazlasıyla yorduğunu sık sık hissediyoruz…Telaş, koşturmaca, endişe, stres, kargaşa, acımasız bir yarışma, nasıl geçtiğini anlayamadığımız zaman, gecelerin gündüzlere hesapsızca geçtiği yorucu, yıpratıcı bir hayat tarzının içinde yaşam mücadelesi yapıyor ve ansızın yakamıza yapışan bir amansız hastalık kriz ile noktalıyoruz hayatı.
Gününüzün ne kadarını kendiniz zapt ü rabt altına alabiliyorsunuz?.. Sık sık günlük hayatınızdan kaçmak geliyor değil mi içinizden? Eski sakin, telaşsız, endişesiz, günlerin özlemi yüreğinizi sık sık titretmiyor mu?
Hatırlayınız, bu hayat tarzı, zaman telakkisi gelip çatmadan önce bizim kendimize özgü düşünce tarzımız, giyinişimiz olduğu gibi, kendimize has yaşayışımız ve ona göre zamanı değerlendirme alışkanlığımız vardı: Günümüzün başlangıcını şafağın parıltıları, nihayetini akşamın ziyaları tayin ederdi. Nur ile başlayıp ışığa bağlı olarak biten; kısa, fakat hafif, yaşanması kolay günlerimiz vardı. Gün doğmadan başlayan ve gün batımıyla biten tılsımlı vakitlerimiz.
O günler, kendimize, ailemize, komşumuza, akrabalarımıza ve elbette Allah’a kulluğa açılan kapıları kolayca bulabildiğimiz zamanlardı. Bütün bunlara ulaşmayı kolay kılan bir tarzda, zamanı ölçer ve öyle yaşardık. Bir yolculuğa çıkarken, istirahata çekilirken, yeni bir güne başlarken itiyat edindiğimiz vakitler ve onlara eşlik eden dualarımız vardı.
Eskiden hiç birimizin üzerine güneş doğmazdı. Esnafı, çiftçisi, genci ihtiyarı “seher vakti” uykularını sonlandırır, sessizce Allah ile baş başa kalıp, O’nunla hasbıhal ederek başlardı güne. Sabah namazından sonra dükkanlar açılır, tarlalarda çalışma başlardı.
Oysa zamanın bu günkü algılanış biçiminde, bizi, ailemizi, komşularımızı, akrabalarımızı, dostlarımızı, gönlümüzü, aklımızı yani bizi biz yapan “İslamlığımızı” besleyen tılsımlı saatlerin önü engellerle doldurmuş oldu.
Paha biçilmez seher vakitlerinin evvelinde, nefse hoş gelen yığınaklar, ışığa varan bereketli saatlerin öncesinde eğlence programları, yarışmalar, spor, siyaset tartışmaları ve binbir türlü engeller var.
Gecelerin tılsımı bozulduğu için gündüzlerin rengi bulanıklaştı ve günlerimizde bir bereketlenme olmadığı gibi, gecelerimizin de intizamı kayboldu.
Modern yaşama biçiminin gün telakkisi; müezzinin akşam ezanında Müslümanlara seslenişiyle sona eren, eski kısa ve huzurlu günler gibi değildir: Işıklar yanar ve gece başlardı. Ve akşamlar, eğlence ile heba edilecek “boşsaatler” değildi. Dirilişlere kapı aralayan ihya saatlerinin başlangıcıydı. Gecelerimiz uyuyanlara örtü, gizli günahlara simsiyah perde, af ve mağfiret dileyenlere yoldaş olurdu. Yatsıdan sonra gereksiz yere sözü uzatmanın “mekruh” oluşundaki hikmetin gayet iyi bilindiği, sessiz ve sakin gecelerimiz vardı.
Artık hayatımızın yitirilmiş anları olarak amel defterimize birer kara leke gibi düşmekte gecelerimiz. Nice insan, eğlence ve televizyon ağırlıklı yeni ölçütlere kaptırdı ibrişim kumaşları, Allah'ın kullarına serdiği doğal örtüyü.
Peygamberimizin temel öğretilerinden birinin zamanı iyi kullanmak ve gereğince değerlendirmek olduğunu, boşa geçen vakitlerden hesaba çekileceğimizi, gözlerimiz seher vaktinde iki damla yaş akıtmayı, kulaklarımız “es-salâtü hayrun mine'n-nevm”i seccadeler üzerinde dinlemeyi unuttuk.
Seher vakitlerimiz uykular arasında, ezan sesleri ve namaz vakitleri dünyevi telaşlarda kayboldukça önce gündüzümüz sonra bütün ömrümüz elimizden buharlaşıp gitmeye devam edecektir.Böylece bizi “insan/kul” yapan cevher özelliğini yitirdikçe ömrümüzden geriye kalan yorgunluk, ahlar, vahlar, pişmanlıklar olacaktır.
Akıl sahibi insan, gündüzünün huzur ve rahatlık içinde, telaşsız, endişesiz, bereketli, kargaşasız geçmesi için gecemizin Müslüman’ca ihya edilmesinden geçtiğiniz bilir ve zamanını ezan sesine göre tanzim eder.