Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '10

 
Kategori
Antalya
 

Güneşli havada canlılık

Güneşli havada canlılık
 

Gündeme dair iki kelam karalamak mı? Yok canım. Ne gereği var. Antalya’da hava hayli güneşli. Mevsimin bu günlerinde, böyle, tiril tiril bir hava hayali bile kurmak zorken, biz, Antalya’da yakıcı güneşin insan ruhunu dinlendiren dinginliğinde günümüzü geçiriyoruz. Gökyüzü masmavi, Akdeniz tamda karşımda ve mavisinin tonundaki büyüleyici güzelliği izliyorum.

Son günlerde Antalya’nın havasına dair içimde karartılar dolaşmaya başlamıştı. Bulutların ağırlığı her yanı kaplamıştı ve sabahtan, akşama o gri bulutlar Antalya semalarında dolaşıp duruyordu ama nafileydi yağmur. Bir türlü yağmıyordu. İnsanın ruhu kararıyordu. Bir an için İskandinavları düşündüm.

Çağlar anlatmıştı, “Sürekli ama sürekli kasvetli bir hava var buralarda” diye.

“Bulutlu, soğuk ve kapalı bir hava. Kış aylarında her yer kar, buz. Hava öğleden sonra saat ondörtte kararıyor. Dört gün çalışıyoruz, üç gün yatıyoruz. İş hususunda stresimiz yok ama hava hadisesi stresimizi katlıyor. İlk zamanlar hoşuma gidiyordu, fakat şimdi kanaatlerim değişti”

Yıllar önce tanıştığım, Antalya’ya da yaşayan Nina’ya da sormuştum “Neden Türkiye ve Antalya?” Diye. Nina “Sen bilmezsin Belçika’yı. Hava her daim kapalıdır, insanda ruh bırakmıyor. Bak burada ne güzel bir hava var” demişti.

Zaman zaman sevsem de kasvetli havaları, o bulutların ağırlığında ve griliğinde iki damla yağmur toprağa düşmez ise benimde bir süre sonra ruhum daralıyor. İçim kapanıyor ve aynen bulutların yarattığı kasvet gibi oluyor zihin dünyam.

Geçen gün bir mandalina ağacının altına tünedim. Pazar günüydü. Bodrum’un o meşhur bol çekirdekli mandalinasıydı ağacın dalındaki mandalinalar. Hem de kokulu tarafından. Benki mandalina hastası bir adamım ve o mandalinan bol çekirdeğine bakmaksızın inanın iki kilo yemişim. Dalından koparıp, soyduktan sonra doğru mideye gidiyordu ardı arkası kesilmeksizin mandalinalar. Hava aynen bugünkü gibiydi. Güneşli ve tiril tirildi. Etraf yemyeşil çimenlerle kaplıydı ve günümüzün en güzel saatlerini o mandalina ağacının altında geçirmiştik. Caddeler, sokaklar, kafeler ve kente dair olan her yer ve mekânda bir canlılık vardı. Konyaaltı civarında biraz dolaşınca göze takılan ilk şey bunlar oluyordu. Sahildeki bütün kafeler hınca hınç dolmuş, insanlar içeceklerini önüne almış, kâh sohbet ediyor, kâh bir şeyler okuyor, kâh gülüyorlar. Yüzlerini Akdeniz’e çevirmişler. Akdeniz’in ılık rüzgârı yüzlerine vuruyordu insanların. Herkes mutlu ve mesud bir tablo çiziyordu. Bir kafede oturduk eşimle ve biramızı önümüze koyup daldık bir şeyler okumaya.

Antalya’da yaşamış olmaktan dolayı zaman zaman kendimi şanslı sayanlardanım. Antalya dışına uzandığınızda bunu daha iyi anlıyorsunuz. Kentlerimizin ne denli bitik olduğuna tanık oluyorsunuz. Kentler ölü. İnsan göremiyorsunuz sokaklarında. Geçen gün İzmir’den dönerken şahit oldum bu duruma. Hemen hemen her yer kapalıydı. Mola verecek hemen hemen yer yok. Var olanlar kapalı, açık olanlar ise içecek tek bir şey dahi satmıyorlar. Bu tip kentlerde yaşamak insan için hayli zor olsa gerek. İnsanların yaşamlarındaki o tek düzelik ister istemez gözünüze batıyor. Sabahtan akşama hep yanı şeyleri tekrarlayan ve haftanın bir günü dahi farkı bir aktivite yapmaktan uzak bir toplumsal yaşam anlayışı söz konusu Anadolu kasabalarında. En son isteyeceğim şey bu tip kentlerde, kasabalarda yaşamak.

Menderes isminde bir arkadaşım vardı, yıllar öncesinden. Öğretmendi Menderes. Mardin’de bir köye çıkmış tayini ve iki yıl kaldıktan sonra tekrar dönüp Antalya’ya gelmiş. Pek tabiki Antalya’da yaşayanlar ve Antalya’nın havasını, suyunu ve sosyal yaşamını tadanlar için Mardin’in bir köyünde öğretmenlik yapmak dünyanın en zor şeyi olsa gerek. Menderes’de bu zorluklardan fazlası ile nasiplenmiş ve ikinci ayından itibaren psikolojik tedavi görmeye başlamış. İki yıl dayanmış bu duruma ve ikinci yılın sonunda istifa ederek tekrar Antalya’da soluğu almış.

Şöyle diyordu Menderes;

“Hafta sonları Diyarbakır’a gidiyordum ve iki gün Diyarbakır’da kaldıktan sonra tekrar Mardin’deki köye dönüyordum. Dağları aştıktan sonra köyün ışıkları uzaktan görününce içimi bir burukluk kaplardı”.

Şanslıyım.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..