- Kategori
- Gezi - Tatil
Güneydoğu Günlüklerim - 9 (Son)
Malabadi Köprüsü
Öncelikle 8. yazıyı 27 Ocak'ta yazmışım, araya epey zaman girmiş. Bu esnada İzmir'e gidip geldim, sonra döndüm fakat en basitinden canım istemedi sanırım, fakat şimdi yazasım geldi, eklemek istedim.
Sabah saat 7.5'ta kalktık. Kahvaltıdan sonra taksiyle ilçe garajına gittik Taksiden indikten sonra Silvan dolmuşuna bindik. Yaklaşık bir saatlik bir yolculuğun ardından Silvan'a vardır ve oradan da Batman dolmuşuna binerek Malabadi Köprüsü'ne gittik.
Etrafımızı hemen çocuklar sardı. Onları ilk planda reddettik. Malabadi Köprüsü'ne çıktık. Köprünün açıklığı 39 metreymiş. Köprü içindeki odalarda kervanlar konaklarmış.
Hepimizin bildiği Malabadi Türküsü, köprü ile ilgili en bilenen hikayeyken bir diğer hikayeye göre ise Badi ve Fatma nehrin iki ayrı yakasında otururmuş. Fatma, Badi'ye gitmek isterken nehre düşüp boğulmuş. Bunun üzerine Badi, Artuklu Hükümdarı'na varmış. "Köprü yapılmalı buraya" demiş, Artuklu Hükümdarı da Badi'ye "bu köprüyü sen yapacaksın, yapamazsan sağ kolunu keserim" demiş ve Badi köprüyü tamamlamayı başarmış. Rehberimiz bize bunları anlattı.
Albert Gabriel diye bir Fransız araştırmacı demiş ki, "bu köprüye Ayasofya sığar..." Köprü üzerindeki semboller, simgeler, resimler üzerine birçok araştırma da yapmış.
Köprü üzerindeki gezimiz bitince yoldan çevirdiğimiz bir dolmuşla doğrudan Diyarbakır'a geldik. Diyarbakır'da indiğimiz yerden minibüse binerek kaldığımız yer olan Dağkapı'ya vardık ve bir hana giderek alışverişimizi yaptık. Çok yanlış bir şekilde terör simgesi yapılmış, fakat aslında sadece oranın yöresel bir giysisi olan puşilerden aldım kendime. Ayrıca bu son günümüzde geç keşfettiğimize epey hayıflandığımız bir mucizeyi, peynirli kadayıfı keşfettik. Künefe değil kastettiğim, daha başka ve daha güzel. Eğer ki yolunuz Diyarbakır'a düşerse Muharrem Usta'dan mutlaka isteyin.
Ertesi gün öğlen saat 1'de Güney Ekspresi ile Ankara'ya doğru yola çıktık. Uçakla geldiğimiz yerden dönüşü trenle yaptık, görerek, gezerek ve çok isteyerek. (Bu arada tren garında trenin rötarlı geleceğini belirtirken "kara tren gecikir belki hiç gelmez" melodisi yükseliyordu anonsta, tren gelirken ise "tren gelir hoş gelir" çınladı coşkuyla.)
Sıcacık insanlar, şirin çocuklar, tarihi yerler, yepyeni tatlar, kültürler kar kaldı yanımıza. Mardin-Midyat-Hasankeyf-Dİyarbakır hepsi çok güzeldi. Hasankeyf sular altında niye kalmasın? Daha dolu gerekçelerim var artık. Kesinlikle yeniden gelmek istiyorum buralara, görmeye fırsatım olmayan bazı yerlerini de görebilmek için ve yeniden buraları görebilmek için.
(Tüm geziyi tek bir yazıda bu kez günlük gibi değil yer yer daha ayrıntılı olarak anlattım, önümüzdeki günlerde daha derli toplu olması açısından onu da koyacağım buraya. Günlükler burada sona erdi, okuyan herkese çok teşekkür ediyorum. Amacım bu geziyi gün gün ve en sade haliyle, duyguları çok fazla karıştırmadan, olan-bitenlerle birlikte anlatmaktı. Duyguları daha çok yukarıda sözünü ettiğim yazıya karıştırdım.)
Sabah saat 7.5'ta kalktık. Kahvaltıdan sonra taksiyle ilçe garajına gittik Taksiden indikten sonra Silvan dolmuşuna bindik. Yaklaşık bir saatlik bir yolculuğun ardından Silvan'a vardır ve oradan da Batman dolmuşuna binerek Malabadi Köprüsü'ne gittik.
Etrafımızı hemen çocuklar sardı. Onları ilk planda reddettik. Malabadi Köprüsü'ne çıktık. Köprünün açıklığı 39 metreymiş. Köprü içindeki odalarda kervanlar konaklarmış.
Hepimizin bildiği Malabadi Türküsü, köprü ile ilgili en bilenen hikayeyken bir diğer hikayeye göre ise Badi ve Fatma nehrin iki ayrı yakasında otururmuş. Fatma, Badi'ye gitmek isterken nehre düşüp boğulmuş. Bunun üzerine Badi, Artuklu Hükümdarı'na varmış. "Köprü yapılmalı buraya" demiş, Artuklu Hükümdarı da Badi'ye "bu köprüyü sen yapacaksın, yapamazsan sağ kolunu keserim" demiş ve Badi köprüyü tamamlamayı başarmış. Rehberimiz bize bunları anlattı.
Albert Gabriel diye bir Fransız araştırmacı demiş ki, "bu köprüye Ayasofya sığar..." Köprü üzerindeki semboller, simgeler, resimler üzerine birçok araştırma da yapmış.
Köprü üzerindeki gezimiz bitince yoldan çevirdiğimiz bir dolmuşla doğrudan Diyarbakır'a geldik. Diyarbakır'da indiğimiz yerden minibüse binerek kaldığımız yer olan Dağkapı'ya vardık ve bir hana giderek alışverişimizi yaptık. Çok yanlış bir şekilde terör simgesi yapılmış, fakat aslında sadece oranın yöresel bir giysisi olan puşilerden aldım kendime. Ayrıca bu son günümüzde geç keşfettiğimize epey hayıflandığımız bir mucizeyi, peynirli kadayıfı keşfettik. Künefe değil kastettiğim, daha başka ve daha güzel. Eğer ki yolunuz Diyarbakır'a düşerse Muharrem Usta'dan mutlaka isteyin.
Ertesi gün öğlen saat 1'de Güney Ekspresi ile Ankara'ya doğru yola çıktık. Uçakla geldiğimiz yerden dönüşü trenle yaptık, görerek, gezerek ve çok isteyerek. (Bu arada tren garında trenin rötarlı geleceğini belirtirken "kara tren gecikir belki hiç gelmez" melodisi yükseliyordu anonsta, tren gelirken ise "tren gelir hoş gelir" çınladı coşkuyla.)
Sıcacık insanlar, şirin çocuklar, tarihi yerler, yepyeni tatlar, kültürler kar kaldı yanımıza. Mardin-Midyat-Hasankeyf-Dİyarbakır hepsi çok güzeldi. Hasankeyf sular altında niye kalmasın? Daha dolu gerekçelerim var artık. Kesinlikle yeniden gelmek istiyorum buralara, görmeye fırsatım olmayan bazı yerlerini de görebilmek için ve yeniden buraları görebilmek için.
(Tüm geziyi tek bir yazıda bu kez günlük gibi değil yer yer daha ayrıntılı olarak anlattım, önümüzdeki günlerde daha derli toplu olması açısından onu da koyacağım buraya. Günlükler burada sona erdi, okuyan herkese çok teşekkür ediyorum. Amacım bu geziyi gün gün ve en sade haliyle, duyguları çok fazla karıştırmadan, olan-bitenlerle birlikte anlatmaktı. Duyguları daha çok yukarıda sözünü ettiğim yazıya karıştırdım.)