Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Şubat '13

 
Kategori
Blog
 

Günlerden bir cumartesi

Günlerden bir cumartesi
 

''Yeni güne, yeni bahara merhaba çiçeğim'' Objektifimden...


 

Bin bir çeşit kuş sesiyle uyandım güne. Mübalağa etmiyorum valla. Karatavuklar, budanmış gül dikenlerinin arasında aşığını arayan bülbüller, sakalar, nağme nağme melodiler döktüren sığırcıklar ve serçecikler. Baharı müjdeler gibiydiler. Unutmadan bir de uğurum, baykuşlarım ötüyorlardı sabah sabah. Hani uğursuz derler ya, aslında insanların dili uğursuz. Baykuşlarımın suçu ne?

Akşamın vaveylasından sonra korka korka açtım kapıyı. Şimşekle yıldırım tutuşmuşlar kıyasıya bir kavgaya. Bulutlar katran karası, sarmışlar her bir yanı. Gökyüzü tüm haşmetiyle kükrüyordu hepsine. ‘’Ver Allah’ım ver sellice yağmur’’ misaliydi damlalar, yarışıyorlardı birbirleriyle, sanki bir yere yetişecekmiş gibi! Ver Allah’ım da! Gücüne gitmesin, topraklar gölcük haline dönüştü. Yer altı suları taşkın.

Baktım ki kuş cıvıltılarına eşlik ediyor Güneş, en pırıltılı haliyle. Hafiften hafiften esen seher yeliyle. Bahar çiçekleri gülümseyerek karşıladılar beni. ‘’Yeni güne merhaba.’’

Bu kadar tasvirden sonra. Betimlemeden anlamam. Tasvir diye öğrettiler. Aslında girizgâh biraz uzun oldu amma istedim ki yaşadığım güzellikleri hiç değilse satırlarla yansıtayım sizlere ve okudukça az biraz da olsa, sizler de yaşayın.

Ben, mutlu mesut etrafı seyrederken, sokağın başında bir siluet belirdi. Yaklaştıkça, depremin artçıları gibi titremeler oluştu tüm bedenimde.

(‘’Hay Ya rabbim sırası mıydı şimdi?’’)

Bizim HüsnüNİYE Kuruntu( hani laf aramızda, çok da lazımdı yaaaa…!) Beyaz papatyalardan kocaman kocaman bir demet elinde. Bizim buralar, bu aralar papatya tarlası halinde de.

‘’Dur! Kediler tüm gece yağmurdan kaçıp oturdular o sandalyelere...'' Dememe kalmadan, oturdu bile!

-Kahve içmeye geldim.

-İyi de ben daha kahvaltı yapmadım. Şurada kuş cıvıltılarının, yeşilin muhteşem ışıltıları arasında, ağız tadıyla bir çay bile içmedim. İyi de sen, geleceğim diye haber de vermedin. Belediye bandosunu gönderirdim karşılamaya…

-Sorma başıma gelenleri.

-İyi sormam o zaman.

-Rüyada mıydım, gerçekte mi bilemedim. Sanki ışınlandım mı? Onu da bilemedim! Görünmez bir el ittirdi galiba beni Boğaz’ın derin sularına. Bir baktım ki buz gibi suların içerisinde çırpınıyorum. Bir balıkçı motoru geçiyormuş da onlar kurtardı beni.

-Ya uyandığında ıslak mıydı üstün başın? Düşmüşken kalsaydın O derin sularda. Hani batık gemiler falan var, hazine bulurdun belki. Zengin olurduk sayende.

-Ohhhh ne ala memleket! Hazineyi ben bulacağım, sen zengin olacaksın. Zırnık koklatmam katiyen. Hiç mi hiç heveslenme!

-!!!!!!!!!!!!!!!!!

-Çayın hazır mı? Hadi kahvaltı yapalım, tansiyon ilaçlarımı da alayım ardından. Sonra da karşılıklı kahvelerimizi höpürtürüz keyifle. Haaa bir de bana fal bakarsın.

-Olur! Başka isteğin var mı?( Sanki falcı teyzeyim ben, töbe töbe!)

-Yok, şimdilik bu kadar!

Hoş, beş, kahvaltı, hasbıhalin âlâsı, sohbetin belini kıralım derken, zaman geçti su misali. HüsnüNİYE Kuruntu bu… Neler kurmuş neler, nelere kuruntu yapmış. Yazsam şimdi sayfalara sığmaz. İyisi mi özet geçeyim.

-Sahi, nerede senin Seher Yeli’yle, Ay Işığı? Yemek tarifi falan da yazmaz oldular. Hem benim esas rakiplerim onlar. Seni kaale bile almayacağım yaaaa. Neyse!

-O nasıl söz? Ne zaman canları ister yazarlar. Hem sana ne?

-Kırk yılın başında AŞK, meşk yazayım, söyleşi yapıp, okuyanlarımla paylaşayım dedim. Araya alâkasız alâkasız yazılar girdin.

-İyi, bir daha sefere sana sorarım!

-Şiir, miir, deneme, denemedi deme de yazmaz oldun artık.

-Tüm yazdıklarımı arşivledim.

-Sarı sandıklara saklasaydın canım! Sararır solar, sonra sen gidince; tavan arasından bir eskicinin çuvalına ya da sobaya yollanırlar. Amannn, ne iyi…Ohhhh… Bir rakip daha kalkar ortalıktan. Meydan kalır bendeniz, HüsnüNİYE ve kuruntularına.

-Sevin sen! İstersen takla at sevincinden şuracıkta ya da çığlık. Da… Kuşlarımı korkutma! Hele uğur kuşumu aslaaaa…

-Yavrucuğum, sen MB’de yazalı beri, pek bir entel dantel oldun. Asaletin tavan yaptı besbelli. Fazla böbürlenme! Sen de herkes gibi iki satır karalıyorsun işte!

-Sen… Benimle uğraşmak için mi geldin sabah sabah. Bak kızdırma yazı dizin yarıda kalır valla. Zehirli, insan yiyen çiçekleri geçtin. Ben, hiçbir şeyin iddiasında değilim ki. Yazıyorum ve paylaşmayı seviyorum, yoksa kimseye; bu doğru diye dayatmıyor ya da gerçek nedir diye anlatmıyorum. Blog nasıl yazılır gelin bir de benden öğrenin demiyorum. Herkesin fikri ve düşüncesi kendine, saygı duyuyorum. Hakaret içeren deyimler ya da sözler kullanmaktan da azami imtina ediyorum. Ayrıca koskoca ülkede yazan ya da okuyan kaç kişi? Herkesin resim yapamayacağı, şarkı besteleyemeyeceği hatta söyleyemeyeceği gibi. Şarkı söylersin de; kendin söyler kendin dinlersin. Ses kulak yoksa eğer.

-Bu En’ler işine ne diyorsun?

-Onu erenler bilir! Ben aylardır diyetteyim. Kaç kilolar verdim. Kaldım bir deri, bir kemik. En men beni bağlamaz. Bu kadar uğraştan sonra enlemem artık.

-Bak! Siyaset falan da yazma! Bırak köşe yazarları yazsınlar. Gerçi yazsan da okumazlar ya. İnsanlar dizi seyrediyor ya da yarışma. Bak, onları yazarsan tavan yapar aldığın tıklar.

-Tık meselesi önemli. Her ne kadar tık mık lazım değil dese de insanlar. Okunma sayıları tavan yaptığında mutlu oluyorlar. Tabii ki yazının başlığı ve kullandığın fotoğraf da önemli, yazının içeriği kadar. Elbette yazdığın yazı da sana özgü olacak. Siyasete gelince; neden yazmayacakmışım? Sen yazma, ben yazma. Saçında oyalı yazma. Allı pullu. Belki köşe yazarlarının yerine göz diktim. Gün ola harman ola, köşe kapmaca oynarız belki de belli mi ola. Gerçekten çocukken köşe kapmaca oynardık değil mi biz? O konuya da bir el atmalı.

-Öyle öyle… ‘’İnsanoğlu hayal pilavı yediği müddetçe yaşarmış!’’ Dikkat et de senin pilavın dibi tutmasın! Hem kulağıma çalınanlara göre; yorumlarda da son zamanlarda pek cimriymişsin. Ne bilsin insanlar senin yazılarını okuyup okumadığını.

-Bu konuda haklısın HüsnüNİYE. Okuyorum aslında ve bilgi birikimimi arttırıyorum. Hele deneme ve şiirleri asla okumadan geçmiyorum. Zaman darlığından yorumlar yapamıyorum. Hani öyle’’ayyy çok güzel olmuş, ellerine sağlık.’’ gibi yorumlar yapmak istemiyorum. Yorum da en az yazı kadar kapsamlı olmalı. Hele şiir yorumlamak ayrıca bir kültür işi. Sanat diyelim. Bazen, şiirlere nazire yapmaya çalışıyorum ama şair buna ne der bilemiyorum.

-Yanlış duymadıysam, kitap yazmaya başlamışsın. Adını belirledin mi?

-Müfettiş gibisin sen yaaaa. Sorgulayıp duruyorsun, inceden inceye. Yok, ,öyle bir şey! Kitapsız yazarım ben. Hem yazsam bile. Adını sana mı söyleyeceğim. Birçok proje var kafamda, onları yapmaya çalışıyorum kendimce. Öğrenirsin zamanı gelince.

-Fotoğrafçılığa da merak salmışsın… Ha ha ha… Bu saatten sonra!

-Niye, öğrenmenin uğraşının yaşı, saati mi olur? Altın, döviz, pasta börek günlerinde mi gezeyim? Dizilerin, adına evlenme programı denen ve sergilenen rezilliklerin ya da hangi yarışmada kim favoriymiş diye, kritiklerini mi yapayım? Bana ne!!! Televizyon denen o kutuyla ilgim yok benim. Radyo dinliyorum, kitap okuyorum. Bu arada sergi hazırlıklarımız var. Onlarla ilgileniyorum. Tabiatın koynunda ve baharın gelişini an be an yaşıyorum.

-Hımmm… BAFOK’ta çalışıyormuşsun diye duydum. O nedir o?

-BAFOK… Buca Amatör Fotoğrafçılar Kulübü. Geziler, etkinlikler düzenliyor ya da düzenlenen yerlerde fotoğraf çekiyoruz. Huzurevinde yaşayanlarla söyleştik geçtiğimiz aylarda. Sohbet ettik, hayat hikâyelerini dinledik ve fotoğraflarını çektik. İlk sergimizi ‘’Yarım’’adıyla,1-5 Nisan tarihlerinde İzmir İzmir-Gürçeşme Huzurevinde gerçekleştireceğiz. İkinci sergimiz de E.Ü. Tülay Aktaş Onkoloji Servisi yararına ve ‘’Farkındayım’’ adıyla 8-14 Nisan tarihlerinde İzmir-Ahmet Priştina Kent Arşivi ve Müzesinde gerçekleşecek. Bundan başka 23 Nisan’da da etkinlik yapmayı planlıyoruz.

-Aman… İyi iyi sen bu yoğun çalışmalardan fırsat bulup yazı da yazamazsın şimdi. Bana gün doğdu. Ben de yazı dizimi bitiririm bu arada.

-Yok, öyle yağma. Sevinme fazla! İki elim kanda da olsa yine yazarım. Heveslenme!

-Hadi artık… Yap şu sade kahvelerimizi de içelim. Kırk yılın hatırını yâd edelim. Bir de fincan kapatayım!

-Elbette…! Odun ateşinde mi tercih edersin, fincan da mı pişireyim? Ne dersin?

-Eh artık o seçimi de sana bırakayım derim.

Böylece, sabah büyük bir sevinçle kalkıp, bahara merhaba demeye niyetlenirken, şahane bir cumartesi sabahını HüsnüNİYE Kuruntu ile geçirmiş olma zevkine erişirsin.

Darısı başınıza demeyeyim.

Mutlu bir hafta sonu ve iyi pazarlar dileyeyim.

Sevgi ve saygılarımla.

 

Ayşen Arslangiray Kura

24 Şubat 2013/ Kuşadasından

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 533
: 1375
Kayıt tarihi
: 14.11.10
 
 

Aydoğdu; kızgın güneşinde Ağustos'un, sararmıştı altın sarısı başaklar. Kırlangıçların göç dansın..