- Kategori
- Gündelik Yaşam
Güven(me)meliyiz…
Anladığınız gibi başlık ikircikli. Güvenmeli miyiz, güvenmemeli miyiz?
Yapılan karşılaştırmalı araştırmaya göre güvenmiyoruz.
Sormuşlar araştırmacılar, yüzden fazla ülkedeki kişilere :
“İnsanlara güvenmeli miyiz, ya da güvenir misiniz?”
Örneğin İskandinav ülkelerinde yüz kişiden sekseni bu soruya “Evet” derken, bizde bu oran yüzde on civarında.
Demek ki biz boşuna “Babana bile güvenmeyeceksin arkadaş” sözünü üretmemişiz.
Güven duygusu da eğitimle, kültürle, tarihle, güvenilir olan ya da olmayan yaşanan ilişkilerdeki örneklerle öğrenilir. Ve zor kazanılır; bir güven vermeyen davranışla da kolayca kaybedilir. Tek kullanımlıktır bu anlamda.
Neden insan karşıdakine güvenmez?
“Bir insanı sınava tabi tutmadan ona güvenme.” demişler.
Ve kendi sınavlarımız; yani yaşadıklarımız ve yaşadıklarımızın dışında o kadar çok gördüklerimiz, duyduklarımız, tanık olduklarımız var ki, güvensizliğe dair… Say say bitmez.
Ticari alanda, sağlıkta, eğitimde, yolda, işte, siyasette, sokakta, yönetimlerde, alışverişte, ilişkilerde, yaşadığımız mekanlarda, vs…
Sahtelikler, namertlikler, sözünde durmamalar, kurnazlıklar, haksız kazançlar, sahte ürünler, uyulmayan kurallar, yalan-dolanlar, çiğnenen kanunlar, atılan kazıklar, hileler, dün karaladıklarına bugün yalakalık edenler, çifte standartlar, hak yemeler, çıkarcılıklar…
Haksızlık kendine dokunduğunda ses çıkarıp, değilse ya da kendi çıkarınaysa sessiz kalanlar…
Ve bunlar, yani olumsuzluklar, sahtelikler, kötülükler, yani bu güven vermeyen ilişkiler zinciri ne kadar çoksa, çokça yaşanılıyorsa, o kadar kanıksanıp normal karşılanıyor.
Bu nedenle olsa gerek, güvenmeyenler, “Güvensizliğimi karaktersizlere borçluyum.” demişler.
Bir tek azraile güveniliyor niyeti kesin belli diye. Herkesin niyetine kuşku ile bakılır durumdayız. “Yahu iki günde tanıdığına nasıl güvenirsin?“ diye de akıl verilir.
Ana babalar evlatlarını tembihlerken, “Aman ha evladım, öyle hemen herkese güvenme!“ diye öğütlerler.
Dost ki, en yakın ve emin olunandır; onun için bile, “Güvenme dostuna, saman doldurur postuna.” gibi ağır, hazin güvensizlik tavrıyla yaklaşılmıştır. Çünkü dost kazığı yenmiştir; ki…bu da bizim ürettiğimiz bir kavramdır, yaşanmışlıklar sonucu.
İnsanlar yaşadıklarından, gördüklerinden öğreniyorlar, insanlardan öğreniyorlar ve benzer davranışlar sergiliyorlar, toplumsal etkileşim kuralına göre…
Bu konudaki olumsuz örneklerle de elde edilen,ortaya çıkan bu.
Bu örneklere uymayıp yanılanlar da şöyle diyip vazgeçiyorlar :
“Önce insanlara güvenmeyi öğrendim, sonra bunu bir daha yapmamayı.” Evet yapmamayı, yani güvenmemeyi; çünkü, güvenmenin sonucu kaybettikleri ve pişmanlıkları var.
Toplumu önemli oranda etkileyen, yönlendiren siyaset ve siyasetçilere duyulan güven zaten diplerde… Ki, o alanda yaşanan yalanlar, riyakarlıklar, dün ak denilene bugün kara demeler, dün hakaret edilenlere bugün övgüler, kayırmalar, yanardönerlikler, dalkavukluklar, tutulmayan sözler, ayak oyunları, koltuk savaşları…vs…vs…Dolayısıyla siyasetin etkisindeki devlet kurumlarına ve uygulamalarına da güven duyulmayıp, kuşkuyla yaklaşılıyor.
Yani tavan- taban etkileşim ve benzeşim halinde.
Netice olarak bunun halkın günlük hayatına yansımaları.
Sadece siyaset değil ki…
En güvenmemiz gereken “adalet” e bile halkta ki güven fena halde erozyona uğramış. Bunu da itiraf eden “Adalet Bakanı”, başka söze hecet var mı?
İşin garibi ya da fenası Müslüman bir ülkedeyiz ve herkes kendini mü’min olarak kabul ediyor.
Oysa ki mü’min, bir anlamıyla da güvenen, güven veren demektir…
Eee ?