Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Şubat '09

 
Kategori
Sosyoloji
 

Güzel ülkem sanki,bir otel ülkem!

Güzel ülkem sanki,bir otel ülkem!
 

Altta bir yanı kırmızı-beyaz! Ya diğer iki taraf ? Fotoğraf:hotelulke.com


Anımsayacaksınız, siyasi açıdan çok zorlu bir dönem olan 2007 yılının ikinci yarısı ile 2008 başlarını 'mahalle baskısı' ve 'Malezya örneği' tartışmaları ile geçirmiştik. Prof. Şerif Mardin'in daha önceleri geliştirip tanımladığı ama gazeteci Ruşen Çakır ile 2007 yılı Mayıs ayında yaptığı söyleşide (1) ülkemizde ilk kez kullandığı “mahalle baskısı” kavramını herkes bir tarafa çekip, çekiştirmişdi. Ülkemizdeki son gelişmelere karşı olanlar bu kavramı sevip benimsemiş; gelişmelerden yana olan kesim ise, “Ya bizim üzerimizdeki mahalle baskısı” diyerek ayrı bir serzenişte bulunmuştu. Bu vesile ile de görüldüki, bir kavramın algılanışı toplumdaki kutuplaşmanın da berrak bir göstergesi haline gelebiliyor.

Ardından 2007 yılı Aralık ayı ortasında, evrensel müzik değerimiz, ünlü besteci ve piyanist Fazıl Say,Paris'te, Almanya'da yayımlanan 'Süddeutsche Zeitung' gazetesinin sorularını yanıtlarken "Türkiye rüyalarımız kısmen öldü... Başka bir ülkeye taşınmayı düşünüyorum." demiş ve eğitimli, kentli, çağdaş ülke yurttaşları üzerinde büyük bir şok etkisi yaratmıştı.

Geçen yılın son ayından bu yana ise, Prof. Binnaz Toprak’ın “Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler” ile ilgili araştırmasının yol açtığı tartışmalar sürmekte... (2) Bu tartışmalarda büyük bir çoğunluğun (öncelikle Ali Sirmen, Prof. Emre Kongar dışında), sorunu, bireysel özgürlükler, “ötekileştirme” gibi, son derecede sınırlı açılarlardan irdeledikleri, araştırmanın çok önemli bulgularını toplumsal yapı ve rejim sorunlarıyla ilişkilendirmekten kaçındıkları gözlenmektedir.

Araştırmanın bulguları, belli bir biyopolitiğin (beden yönetme ve kontrol rejiminin) çok yaygın bir biçimde kabul görmeye, norm haline gelmeye başladığını da ortaya koymakta. Çünkü araştırma insanların, özellikle de kadınların belli bir giyim tarzını, bedenlerini örtme, kimliklerini temsil etme (erkekten farklı bir cins olmakla ilgili simgeleri kullanma) biçimlerini benimsemeye, hem fiziki, hem ideolojik, hem ahlaki baskılarla zorlandığına ilişkin bulguları sergiliyor. Araştırma ayrıca, dış görünüşü böyle belirlenmeye başlanan insanların, günlük zamanlarını kullanış biçimlerinin de gözetim altına alınmaya başlandığını, belli bir rutini (zaman denetleme rejimini) benimseye zorlandıklarını gösteriyor. Bu “zaman denetleme rejimi”, bir mekân kullanma rejimini de beraberinde getirmekte. Belli zamanlarda, belli yerlerde toplu olarak bulunma zorunluluğu gibi… Nihayet bu “biyopolitik” rejim insanların içki içmemek, cinsel pratiklerinde belli kurallara uymak (kadın erkek ayrımı, flört yasağı, eşcinselliği bastırmak) gibi kimi bedensel hazlarını da sınırlamaya büyük bir önem veriyor.(3)

Araştırma, bu rejimlerin son derecede örgütlü (cemaatin yapıları, önderleri, militanları, toplantıları, hiyerarşileri, komiteleri vb…) bir biçimde dayatıldığını ve izlendiğini, mahallelerin adeta “her şeyi gören göz” altında bir “öz-disiplin” (otokontrol) rejimine tabi olmaya başladığını düşündürmektedir.(4)

Bu arada Gazeteport'ta başarılı genç gazeteci Eda Atalay'ın sevilen TV. dizisi 'Avrupa Yakası'nın Cem'i Levent Üzümcü ile 27 Ocak 2009 tarihinde yaptığı güzel ve anlamlı röportajı da okudum. Üzümcü, dizideki rolü itibariyle uygar, batılı, kültürlü ve dengeli bir tipi temsil ettiği için son dönemlerde dizideki popülaritesini yitirmekte olduğunu, aksi özellikleri taşıyan, 'yırtan' karakterlerin dizide daha ön plana çıktığını, daha çok 'reyting' aldıklarını dile getimekte... Üzümcü'nün Eda Atalay'a söyledikleri aynen şu şekilde:"...Türkiye artık çok değişti. Yavaş yavaş daha doğulu bir ülke olmaya, doğulu tarafı ağır basmaya başladı. Dizi de değişti. Dizinin içinde batılı tiplere fazla rağbet yok artık... Batının mevzusu geçmiyor dizinin içinde. Bizim dizimiz Avrupa Birliği’ne girmeye çalışan bir ailenin, Avrupalılaşmaya çalışan bir insan güruhunun hikâyesiyken, şimdi tamamıyla Anadolu kültürünün içinde kalmış bir dizi haline geldi. Bu da değişen Türkiye ile ilgili. Türkiye değiştikçe bizim dizimiz değişiyor. Türkiye muhafazakârlaştıkça bizim dizimiz değişiyor. Bize parayı kazandıran da bu. Senaristin gücü de buradan kaynaklı. Türkiye’nin değiştiğini çok iyi özümseyebilmesinden kaynaklı...". Zaten halkın nabzını tutan senarist ve yönetmen de bu durum karşısında onu arka plana çekmekte tereddüt göstermemişler.(5) TV. dizilerinin sıradan(laşan) hayatlar(ımız)daki rolü ve önemi düşünüldüğünde bu röportajda söylenenler kanımca büyük bir anlam taşımakta!

Bu okumalar ve düşünceler sonrası kafam karışık bir halde yatağıma uzandım.

Gördüğüm rüya ise çok ilginçti;

Çılgın havai fişek gösterileri ve derin heyecenlarla girilen yeni milenyumun başından beri güzel ülkem "...Uzak Asya'dan gelip bir kısrak başı gibi Akdeniz'e uzanan" coğrafyası yerine sanki bir 'otel ülke' halindeydi. Her odada ayrı bir sosyal grup barınmakta. Futbol zaferleri ve dini bayramlar dışında kimse kendi grubu dışındakilerle kucaklaşmamakta, çoğu kez kuru selamlamalarla yetinmekte...Aksine lobi, antreler ya da zorunlu gereksinim alanları gibi ortak alanlar içinse mücadeleler sürmekte. Fakat bu gruplardan kara kara elbiseler içinde olanları giderek daha da geniş alanlara yayılma eğilimi göstermekte, sessiz seslerini diğerlerinin ensesinde daha çok hissettirmekte...

Otel'de son tartışma konusu ise, 'merkezi ısıtma sisteminden' 'bağımsız ısıtma sistemine' geçilmesi noktasında düğümlenmekte. Rüyamın tam bu kısmında üzerime paket paket yardım kömürleri de yığılmakta!

Jöleli, sarı saçlı ve renkli gözlü yabancı adamların ve bakımlı bürokrat kadınların tavsiyeleriyle tarımdan, hayvancılıktan, sanayiden vazgeçe, vazgeçe... Akdeniz kıyılarını (ve Ege'nin de bir kısmını) beş yıldızlı otellerle Çin Seddi gibi öre, öre...Tek umudunu oradan gelecek dövizlerle, özelleştirme gelirleri ve 'sıcak para'ya (b)ağlaya, (b)ağlaya sonunda ülkemin kendisi de bir otel haline gelmişti...

Ama oldukça farklı bir otel;

Sorunlar için gözler otel yönetimi yerine doğrudan -oteller zincirinin merkezleri sayılan- Washington yada Brüksel'e çevrilmekte...

Beş yıldızlı turistik tesisler gibi... Önlerindeki bayrak direğinde anlamlı, tek ve bütünleştirici ay-yıldızlı al bayrak yetmemekte, yeni yeni direkler dikilip her sosyal grup orada dalgalanan kendi bayrağını da hayal etmekte...

Rüya işte...

Dış politika, güvenlik, sağlik, eğitim ve iktisat-maliye alanlarında özgün, bağımsız ve bütünleştirici politika ve uygulamalar yerine, adeta tek tek sosyal grupların, cemaat ya da cemiyetlerin politikaları göze çarpmakta. Bazen altına dev tekerlekler takılıp başka yerlere taşınmak istenen otel, bu durumda hep zik zaglar yapmakta. Rüyamda beyazlaşan, daha önceleri pembe hal alan, aslı ise kırmızı olan yol çizgileri ise zamanla birer birer kaybolmakta...

'Haydi hayırlısı' mı diyelim ne diyelim, tam bilemedim? (6)

Umarım ki bu rüyanın da tersi çıkar.

Birbirinin benzeri, bahçeleri kırmızı-beyaz karanfillerle bezeli ve gür ağaçlı, üç kuşağın bir arada neşe içinde yaşadığı evlerden, düzenli ve aydınlık arnavut kaldırımlı sokaklardan oluşan canlı, göz alıcı, köklü 'Türkiye Sitemiz'i çok özledim. Fakat tümüyle 'tek tip' olma arzusuyla da asla ilgili değildir bu özlem... Aynı ufuklara, aynı yamaçdan, benzer bakışlarla bakabilmek, aynı geleceği, aynı tahayyül ve özlemlerle kucaklayabilmek adınadır bu ' Türkiye Sitesi' özlemi!

Oldukça azalsak da gelin, 'biz hep orada kalalım' derim.

İ.Ersin Kabaoğlu,
11. Şubat. 2009, Ankara

Kaynakça ve blognotlar:

(1) Ayrıntı için bkz. http://yazbakalim.com/story.php?id=91

Profesör Şerif Mardin’in 1959’dan 2005’e kadar yayınlanan 16 makalesi Syracuse Üniversitesi Yayınevi tarafından 2006 yılı yazında biraraya getirilmiştir. “Religion, Society and Modernity in Turkey” (Türkiye’de Din, Toplum ve Modernlik) adlı kitap, 82 yaşındaki Prof. Mardin’in yaklaşık yarım asırlık akademik yaşamının iddialı ve heyecan verici bir özetini içermektedir.

(2) Söz konusu araştırma, Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Binnaz Toprak başkanlığında bir ekip ve Açık Toplum Enstitüsünün ortaklığı ile gerçekleştirilmiştir. İlginçtir ki, Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Direktörü,bu konudaki sorular üzerine “Çalışmanın sonuçlarının Türkiye geneline yansıtılamayacağını” söylemiş ve “Doğru bildiğimiz her şeyi sıralamak zorunda değiliz” demiştir.

(3) Ergin Yıldızoğlu, "Mahalle Baskısı, İklim Sorunu, Rejim Sorunu", Cumhuriyet Gzt., 31.12.2008.

(4) Bu konu Milliyet Blog'da da 2008 Aralık ayı sonu ve 2009 yılı Ocak ayı içinde toplam sekiz yazıya (ya da değinmelere) konu olmuştur. Bunlar arasında ilginç ve değerli bir yaklaşım için MB Yazarı TEKBAŞINA'nın 31.12.2008 tarihli bloğu'na da bakılabilir. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=153172 . Aykırı bir yaklaşım için de değerli MB yazarı Beran Uzer'in 28.12.2008 tarihli bloğu bulunmaktadır.

(5) Eda Atalay'ın röportaj ayrıntısı için bkz. http://www.gazeteport.com.tr/NEWS/GP_375522

(6) Konu ile ilgili kavramsal çerçeve için 'İhtiyaçlar,Davranış Eğilimleri ve Demokrasi' başlıklı bloğumu öneririm.
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=104354

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..