Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

13 Mayıs '19

 
Kategori
Söyleşi
 

Güzeldi Geçmiş Günler

RAMAZAN GELDİ GÖNLÜMÜZE SU SERPİLDİ
 
Her şeyin hızlı yaşandığı günümüzde Ramazan’da hızlı yaşanıyor. İnsanların hayat gailesi Ramazan ayının içlere sindirilerek yaşanması gereken güzelliklerin göz ardı edilmesine vesile oluyor. 
Bu durum, çağın genç ve orta yaşta insanlarına göre böyle. Yaşı kemale ermiş, geçmişten kopmamış, eski bildiklerini, gördüklerini bugünlerde de yaşatmaya çalışan, torunlarına benimsetmeye gayret eden dedeler, nineler eski Ramazanları özlemle yâd ederek “Ramazan geldi, gönüllerimize su serpildi. İç huzurumuz, maneviyatımız daha bir arttı” diyorlar.
 
Böyle diyenlerden biri de Halime Tekin. Bu Ramazan’da 81 yaşında olan Halime Tekin, bize gençliğinde yaşadığı Ramazan günlerinin özelliklerini anlattı. Halime Hanım, iki kızından biri olan Nuran Hanımın yanında üç torunuyla birlikte yaşıyor. Kocasını 27 sene önce kaybetmiş. Ardından ahla, vahla geçmiş ömrü. “Yanında kaldığın kendi öz evladında olsa onunda yanında kocası var. Damat bin iyi olsa da eloğlu, kendi erin gibi olmuyor." diyor. Ve geçmişte kalmış gençliğini "Güzel günlerdi o vakitler." diyerek özlemle yad ediyor. Sonra yaşantısının anlatımına devam ediyor.
 
"Damat sağ olsun iyi bakıyor bana, lakin ben üzerine yük olduğumu düşünüyorum. Bu devir zor devir. Her şey ateş pahası, çocukları okutuyorlar kolay değil. Nedense evlerde eski bereketlerde yok, pişir taşır bir öğünde yeniyor. Öğün dışında acıksam isteyemiyorum. Ramazan’da ibadetimi yaparken bile “Aşırıya kaçarsam laf mı işitirim” stresine giriyorum. Ama Allah var damadımın hiçbir şey dediği yok. Benimkisi kuruntu işte, yaşlılıktan dolayı alınganlık, “diyerek, Ramazan ayıyla da ilgili konuya girdi Halime Hanım ve derin bir “Ahhh” çekerek geçmiş günlerin derinliğine daldı. Ve başladı geçmişi, anılarını aktararak yaşamaya ve bizlere yaşatmaya… 
Söz Halime Tekin’de, bakın neler anlattı:
 
“Eskiden ataerkil aileler vardı. Eltiler, görümceler, kaynana, kaynata, kayınbiraderler hep bir arada yaşardık. Kazançlar bir araya toplanır, kime ne lazımsa alınırdı. Senin paran, benim param, denilmezdi. Bolluk bereket vardı. Kimse kimsenin üzerine yük olduğunu düşünmezdi. Ailenin çocuklarıyla birlikte neredeyse 25 kişi bir evde kalırdık. Şimdi 20-25 kişi bir apartmanın katlarında yaşıyor artık, birbirini görmeden, tanımadan... 
 
Ailenin en büyük kadınları olan evin büyük gelinleri Ramazan ayı süresince gecenin bir yarısı kalkarlar bir senit dolusu hamur yoğurup börek açarlardı. Evin en değerli hanımı kaynana dediğimiz, kocamızın anası sahura kadar uyurdu. Kaynanaya gelinler iş yaptırmazlardı. 
Biz bazı gecelerde de pişi yapardık. O yağlı oluyor, diye sahurda pek büyüklerimizce tercih edilmezdi, ama arada bir değişiklik olsun isterdik. 
Börekler pişerken çayı ocağa koyardık. Şimdiki gibi tüp gazlar yok, o zaman gaz ocağında pişirirdik çayı. Çay demlenmeye yakın kaynanamızı uyandırırdık. Kaynanamız uyanana kadar evde üç gelin, iki görümce büyük bir sessizlikle iş bölümü yapardık. Kimi sacayağı üzerindeki sinide börek pişirir, kimi sofra düzer. Ev halkı uyanmasın diye tıkırtı etmeden hazırlık yapardık. Kaynana uyandı mıydı? Önce bir camdan dışarıya bakar, ışığı yanmayan komşunun durumunu merak eder, başına yazmasını alıp gider komşunun kapısını çalar onları da sahura kaldırırdı. Olur, da hastadır uyuyakalmıştır davulu duymamıştır, diye düşünülürdü. Çünkü hastalığın dışında herkes oruç tutardı. 
 
Evin en küçükleri bile sahura kalkardı. Onlar en çok uykunun tatlı yerinde uyandırılmaya değil de, sahurda yüzlerini yıkayacak olmalarına bozulurlardı. Kaynanamız kesinlikle yüzünü yıkamayanı sofraya oturtmazdı. Lokmalarınızı şeytan yer, derdi. Kaynatamız sofranın başköşesinde olarak sahur ederdik. İmsak vakti herkes niyet eder, evin büyük erkeği sıfatındaki kaynatamız, yani kocamızın babası kayın pederimiz, evde büyük küçük ne kadar erkek varsa hepsini alıp camiye sabah namazına götürürdü. Kimse bu davete itiraz edemezdi. Bilinirdi ki, bu davet Allah’ın daveti reddedilmez. Reddeden helak olur, diye bilinirdi. Sahurdan sonra da evin kadınları yatmazlar sabah namazlarını toplu halde kılarak ardından Kur’anı kerim okurlardı. Birimiz bu düzeni mazeretsiz atlatacak olsak kaynanamız “Senin evin bereketinde gözün mü var?” diye azarlardı. 
Daha sonra gün ışımasıyla erkekler işlerine giderler, kadınlarda evlerinin temizliğine koyulurlardı. Şimdiki gibi kolaylıklar olmadığından yine iş bölümüyle ev işleri yapardık. Birimiz ot süpürgeyle ev süpürür, birimiz elde bulaşık yıkar, ötekimiz kazanda su kaynatıp bakır leğen içinde elleriyle çamaşır yıkardı. Biz ev işi yaparken de kaynana iftar yemeği hazırlardı. 
 
Akşam yemeklerini yapmak hep kaynananın üstlendiği tek işti. Öğleye kadar bütün işlerimiz bitmiş olarak öğle namazına hazır olurduk. Namazdan sonra da hısım akrabaya Ramazan kutlamasına giderdik. Bazen de bize gelenler olurdu. Ramazan ziyaretleri mutlaka yapılırdı. Bu gündüz ziyaretleri kadınlar arasında olurdu. Akşamları iftar gezmeleri ayrıca akrabalar arsında gerçekleştirilirdi. Bizim eski Ramazanlar hep kalabalık içinde ama gönül ısıtıcı bir sıcaklıkla geçerdi. Gece sahurda kapımıza gelen davulcuların manileri evin çocuklarını kapılara yığardı. Bahşiş alabilmek için davulcular on çeşit mani söylerlerdi. 
 
Genelde dualarla, zikirle Ramazan’ı geçirirdik, Ramazan eğlencesi bizim buralarda olmazdı. O daha çok İstanbul’da Feshane de yapılırmış, bizde aktarımını radyo dinlemelerimizde duyardık. Şimdi burada da Feshane’nin çatması eğlenceler yapılıyor ama bizim evden bu eğlencelere giden yok. Ben zaten yaşlıyım, bir yere çıkmıyorum. Damatla kız çalışıyorlar, akşamları yorgun gelip iftardan sonra televizyonun karşısında uyuklamaya başlıyorlar. Elhamdülillah benim öğrettiğim kadarıyla ibadetlerini yapmaya çalışıyorlar, ama bu sadece oruç tutmakla kalıyor. Bu evde benim haricim de şimdi namaz kılan yok. Bende artık oturduğum yerde kılabiliyorum. Hatta torunlar takılıyorlar, “Sandalyeden düşeceksin artık namaz kılmasan, usanmıyor musun, her gün aynı hareketleri yapmaktan” diyorlar. ""Tövbeler olsun. Onlara günaha girdiklerini söylüyorum ve namazın faziletlerini anlatıyorum. Ama ne yaparsın zamane gençliği işte. Anadan babadan görmeyince beni yadırgıyorlar. Çalışma hayatı insanı ibadetten uzaklaştırmamalı. Kızla, damat işten namaza fırsat bulamadıklarını söylüyorlar. isteyen fırsat bulur, bulmalıdır.
 
Dünya da yiyeceğin ekmeğin, içeceğin suyun dışında bir gailen olmamalı. Başka ihtiyaçlar ve zevkler için insan bu kadar didinmemeli. Öteki dünya ya ne götüren var? Sadece kıldığın namaz ve yaptığın iyilikler gider beraberinde. Onlarda Allah katında kabul görmüşlerse, faydalı olur. Şimdiki nesil de bu anlayış yok. Daha fazla çalışalım, yaşlanınca rahat ederiz fikrindeler. Yaşlanacaklar mı, onu bile düşünmüyorlar. 
Eskiden bir hırka, bir lokma yeter denirdi. Şimdi dolapları kıyafet dolu, yine de yetinmiyorlar. Çalışan değişik giyinirmiş, laf. Her gün ne giyindin diye seçere mi tutuyorlar. Ben de bir şey diyemiyorum. Ne de olsa ekmeklerini yiyorum, bu konuda ısrarıma bir karşılık verseler lokmalar boğazıma dizilir. Evladının yanı da olsa, el kapısı, kendi evin gibi olmuyor. Şimdi de akranım komşularla Ramazan sohbetlerimiz oluyor. O sohbetler sırasında gönlümüze su serpiliyor. Eskisi gibi sokağa çıkamıyorum. Genelde akranlarım bana geliyor. Zikir çekiyoruz.
 
Sen kör Cemile’yi bilir misin? Biz Kur’an okumasını ondan öğrendik. Kadın o günlerde bizden yaşlıydı. Doğuştan kördü ve bekârdı. Kimsesi de yoktu. Kör doğdum, diye Allah’a kahretmemiş. Kendi kendine Kur’an okumasını öğrenmiş, pek çok kişiye de öğretti. Zenginler onu boşta bırakmazdı. Hem evlerine çağırır, kur’an okuturlardı. Hem de evine kadar yiyecek, içecek taşırlardı. Bu nesil o nur yüzlü kadıncağıza da acımadı. 70’li yıllarda, evinde yalnız olduğu bir gün kapısına sarhoş biri gelmiş, o da beni mevlit okumaya çağırıyorlar sanıp kapıyı açmış, serseri adam eve girip kör kadına tecavüz etmiş. O günden sonra çok yaşamadı kadın. Utancı ağır geldi, öldü. Bence o kadın cennetlik, ama ölümüne sebep olan sapık cehennemlik. 
 
Dünya 30 küsur yıldır bozulmaya başladı. İnsanlar bozdu dünyayı. Ahir zaman alametleri giderek yaygınlaşıyor. Biz hala ne güne erteliyoruz ibadetlerimizi bilmem. Şimdiki nesil, ölüme hazırlık yapmıyor. Oysa ölüm bir kuş gibi, kanat çırpma süresince gelip götürüyor. Giderken de üstümüzdeki urbalar dâhil, her şeyi koyup gidiyoruz. Sevdiklerimizi bile koyup gidiyoruz. Daha ötesi var mı? İnsanlar bunun bilincini yaşarken edinmeliler. Kendisine Allah’ın verdiği zenginliği başkasıyla bölüşmeyi bilmeli insan. Zaten mal insana o yüzden veriliyor. Paylaşsın, diye. Hep bana Rab bana oldu muydu ziyana girer insanoğlu. Bu dünya da sırat köprüsü misali görülmelidir. Ne kadar iyilik, o kadar vücutta hafiflik olur, köprüyü zorlanmadan geçersin, gittiğin yerde de rahat edersin. Eski Ramazan’larda, ahşap evlerde çeşmelerin olmadığı zamanlarda sokak çeşmesinden su taşınır, ibriklerle birbirimize su dökerek abdest alırdık. Evdeki herkes abdest almaya sıraya girerdi. Kışın bile erinmezdik. Öldük mü? Ben bu yaşa kadar durmuşum işte.
 
Ölüm ecelle ilgilidir. Soğuktan, sıcaktan, çok iş yapmaktan, ekmek yemekten, et yememekten ölmez insan. Vakti geldi miydi, bir şey bahane olur gider. Yaşa başa da bakmaz hiç. 
 
Şimdikiler her türlü konforun içindeler, ama çeşme başına gitmeye üşeniyorlar. Bırakın öteki teknolojik aletleri suyun evin içinde olması bile bir nimet. Üstelik çoğu evde güneş enerjisi var, doğalgaz var. İstenildi mi harıl harıl çeşmeden sıcak su akar, ama insan o sudan abdest almaya, namaz kılmaya üşenir. Ağır bir yük görür namazı. 
Jimnastik yaparlarken kırk takla atarlar, namaza gelince “Eğilemiyoruz, belimiz ağrıyor” derler. Gavur icadını sever olduk. Kendi adetlerimizi, Müslümanlık görevlerimizi unutuyoruz. Gavurun istediği gibi oluyoruz., dinimizden soğutuluyoruz. Gavur kiliseye gitmeden duruyor mu? O halde siz neden camiye gitmeden duruyorsunuz? 
 
Yanlışımız çok fazla, dinimiz dünya da dayanacağımız tek direk, dini bütün insanın her işi rast gider. Hayatında zorluklar olsa da maneviyat duygusu yüksek olan insan bu zorluğu kolay aşar. “ Yılmayayım gayret edeyim, Allah bana yardım eder.” diye düşünür. 
Şimdikiler “Ben ettim, ben yaparım, ben başarırım. Ben tırnaklarımla buralara geldim.” diye didinip duruyorlar. İnsan Allah’ın izni olmadan hiçbir şey yapamaz. Etten kemiktensin, gücün nereye Kadar olacak? Rızkın için çalışacaksın, ama ibadetini de aksatmayacaksın. İbadetsiz çalışmak, bereket göstermez. Haydan gelen huya gider misali, kazanç bir yerlerden akar gider. Zaten öyle olmuyor mu? 
 
Kazanılan hep borca yatırılıyor, aybaşı gelince para eve bile girmeden dağılıyor. Hep kazananlar, parası hiç tükenmeyen insanlar ya ibadetinde olan insanlardır, ya da haramzadelerdir. Onların ibadet yapanını örnek alacaksın. Haramdan beslenenleri değil, dininden medet umacaksın. 
 
Daha ne diyeyim, bu şekil iyiye gitmiyoruz bilesiniz. Bir an önce zarardan dönülmeli. Eski Ramazan’ların eğlenceleri değil, ibadetleri hatırlanmalı ve günümüzde de tatbik edilmeli. Bu geçici dünyamızda başka kazançların bir hükmü yok, kazanmak isteyen namaza sarılsın. Ramazan ayı namaza başlama fırsatıdır. Gönüllerin rahatı namazdadır. Herkes umarım bu dediklerimden alınmaz, dersini alır. Bizi yola getirmek için başka bir peygamber daha gelmeyecek. Peygamber efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) son peygamber, ahir zaman peygamberi ve günümüzde ahir zamanın giderek yaklaştığını gösteriyor. Yarın artık çok geç olabilir, bu yüzden nefes aldığınız gün yaşama şansınızın son günü olabilir, hemen namaza başlanmalı ve kitabımıza riayet ederek yaşanmalı. Herkesin Ramazan ayı mübarek olsun, hayırlara vesile olsun…”
 
Ayfer AYTAÇ - ayferaytac.com
 
 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..