Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '18

 
Kategori
Öykü
 

Ha Babam

Ha Babam
 

    Orhan Veli evkaftaki memuriyetimden güzel bir havada istifa ettim, der. Bende yıllarca memurluk yaptığım evkafa gidip gelirken rahmetlinin bu istifası kurgu muydu gerçek miydi diye düşüne düşüne bir de baktım ki, tam 35 yılımı doldurmuşum.

Benim işteki son günüm öyle güzel bir havaya denk gelmedi. Fakat istifa etsem-tıpkı onun gibi- herkesin imreneceği en güzel havayı seçerdim. Kışın en şiddetli, en soğuk günü için kara kış derler ya, uzayıp giden yollar boyunca o gün kadar şiddetli ama bembeyaz bir kış görmemiştim. İşte sonunda durup düşündüğümde beyaz bir düş gibi geçen onca yıl sonlanacağı günü böyle bir günden seçmişti.

İnsan birkaç gün önceden haber verir değil mi? İşe gittiğimde masamda gördüğüm emekliliğe hak kazanmıştır yazısına hazırlıksız yakalanmanın şaşkınlığı içindeyken bir de, ‘’sizin bilmeniz, takip etmeniz gerekirdi’’ azarıyla karşılaşınca tutamadım kendimi. Ağlamak mı? Yok, efendim ne münasebet! Beynimde çınlayıp duran ilk kez 1994 Yılbaşı gecesi eğlencesinde duyduğum o türkünün ezgisiyle izleyeni dumura uğratacak çılgınlıkta göbekler atıverdim ortaya.

https://www.youtube.com/watch?v=cCg75kHiByY

Ha Babam ha, de babam ha … deyip beynimdeki türküyü dilimle ele verince yenilerden bir memur youtube’dan türküyü açıp karşıma geçti. ‘’Ha ablam ha’’ diyerekten benimle bir güzel oynadı.

Tam da genç memurla karşılıklı ha babam kudurmuşken şefimiz gelip, ‘’Munise Hanım masanızı mesai saatine kadar boşaltırsınız iyi olur’’, deyince biz de kibarca davet edildiğimiz kendinize geliniz uyarısı gereği masalarımıza yöneldik kös kös.

Masamın üstündekilerin hepsi daireye aitti. Çekmecelerime gelince üç çekmeceden ilkinin içine temiz bir kâğıt sermiştim. Boş bırakır sabah işe gelirken aldığım simidi bu ilk çekmeceye koyar, çayların dağıtılmasını bekler, çaylar gelince simidi çıkarır çıtır çıtır afiyetle yerdim.  Kâğıdı toparlayıp, çekmeceyi çıkarıp sağına soluna sıkışmış susam tanelerini silkelemem yetti boşaltmak için. İkinci çekmece hobi çekmecemdi. Hızlıca şişe takılı örgümü, pasta, Burda Moda Dergilerimi yeni memurun verdiği poşete doldurdum. Üçüncü çekme yine daireye ait A4 kâğıtlarıyla doluydu, onları olduğu gibi bıraktım.

Evkafta yaptığım işe gelince daktilograf olarak işe başlamıştım. Bilgisayarlar ilkel ve hantal o ilk halleriyle önüme koyulana kadar daktiloda on parmak döktürdüm. Bizim kadrodakiler için bir sınav açtılar sonra. Hep birlikte o sınava girdik. Yazışman yok neydi işletmen olmak için. Tabi bir ben başarısız oldum sınavda. Öğrenemedim bilgisayar programlarını. Evkaftaki daktilograf kadrosundaki tek memur bendim. Hizmetliden bir tık hallice bir kadroydu.

Yine de bana bir bilgisayar verdiler. Gelen faturaların ödemesini hazırlayıp onay için amire sunuyordum. Yaz, kopyala, yapıştır, bu kadarını bilmem yeterliydi bu işlem için. Ayda bir sunulan bir yazı olduğundan iş yükü yok denecek kadar hafif olunca ha babam kendimi hobilerime verdim. İkinci çekmece en çok açıp kapattığım çekmece oldu bu yüzden. Her sabah birinci çekmeceyi- simit için-  ayda bir de yazışmalar için A4 kâğıdı almak üzere üçüncü çekmeceyi kullanıyordum.

Bu hobi dergilerini okuya okuya emekli olunca ne iş yapabileceğime karar vermiştim. Bir kurabiye dükkânı açacaktım emekli ikramiyemle.

Adı bile hazırdı; Hansel ve Gretel

O son gün gayet mutlu bir şekilde elimdeki poşeti yüklenip herkese Allahaısmarladık deyip çıktım evkaftan.

Çok değil aynı yılın yazı da dükkânı açtım. Dükkânımı tanıtan bir el ilanı bastırdım ilk iş;

 

Hansel ve Gretel

    ‘’Hansel ve Gretel ormanda günlerce yürüyüp pastadan bir ev görünce onu ktır kıtır yemeğe koyuldular. O andaki mutlulukları görülmeye değerdi doğrusu.  İçerdeki cadıya rağmen kim ansızın böyle bir evle karşılaşmak istemez ki! İşte bu kurabiye dükkânı tam da aradığınız o ev. Korkmayın içerdeki tatlı bir cadı. Üstelik tüm masallar mutlu sonla biter. Birbirinden lezzetli kurabiye çeşitlerimizle tatlı evimiz sizleri bekliyor…’’

İlanı bastırıp dağıtması için torunuma verdiğimde ‘’Anneanne bu ne ya? Niye herkes gibi değilsin? Kim gelir böyle bir yere’ ’dedi.

Hadi oradan hergele dedim. Senin gibiler gelmesin zaten. Gel zaman git zaman işler hiç de onun dediği gibi olmadı. Dükkân dolup taşıyor, siparişleri yetiştirmekte zorlanıyordum. Dün ki beceriksiz daktilograf gitmiş onun yerine tam bir kurabiye ustası gelmişti. 35 yılımı daktilo başında heba etmişim meğer. Şimdiye kadar bir kurabiye zinciri kurar, ruhumda onulmaz yaralar açan zincirlerimi çoktan kırmış olurdum.

İşler bu şekilde ha babam tam gaz giderken; derken günün birinde telefonla bir sipariş aldım. Telefondaki genç erkek sesi meşhur limonlu kurabiyemi çok beğendiklerini bir tepsi sipariş etmek istediğini söyledi. Yalnız bir şartı vardı. Onun bahçesindeki limonları kullanacaktım. İsteği tuhaf geldi ama getirirse kullanabileceğimi söyledim. Neticede limon limondu. Yaklaşık bir tepsi için iki limon suyu, bir limon kabuğu rendesi kullanıyordum. Sadece iki tane yeter dedim. Bir saat sonra elinde iki limonla, orta boylu, kel, dar omuzlu, koca kafalı, bunlara rağmen zeki ve deli bakan gözlerin çekici bir hava verdiği bir adam geldi.  S’leri söylerken 3 kere tıssslayan bu genç adam neşeli bir tavırla bana bakıp ‘’sssizinle mi konuştum telefonda?’’ dedi.

Evet, dedim. Getirmişsiniz limonları. Bugüne hazır olacaktı değil mi kurabiyeler? Yaklaşık bir saat sonra gelip alırsınız.

Deli gözleri misket gibi fırlamışçasına oynadı yuvalarından. ‘’çok güzel, bir sssaat otururum burada, kitap ta getirdim. Neden tek ihtimal üzerine düşünuyorsssunuz. Dükkâna müşteri çekmeniz için burada oturup beklememi sssağlamlısssınız. Neyssse ki, ben anlayışlı ve herkesssin yerine düşünebilen bir insssanım. Beklerken bir çay bir de şu kurabiye çeşitlerinden bir tabak rica edeyim.’’

Gülümseyip uzattığı limonları aldım. Önce istediklerini hazırlamaya başladım. Çantasından çıkardığı kitabı okumaya koyulmuştu. Tamam, ben de biraz farklı biriydim ama bu benden beterdi canım. Dükkânda bugün tektim. Servisi de ben yaptım.

Tıslayan sesiyle; ‘’Mersssi’’. ‘’Şu el ilanınız, o metni kim yazdı.’’ dedi.

"Ben yazdım. Dükkânın ismine uygun bir yazı olsun istedim bilmiyorum ne kadar becerdim ama?" dedim.

‘’Çok iyi olmuş. Gayet uygun. O cadı sssizsssiniz o zaman. Ne hoş, o masssalı hep okurdu babam beni uyuturken nasssıl da korkardım ondan. Şimdi böyle karşımda görünce sssizi, bir garip oldum, gerçekten çok garip.’’

Ne diyeyim bilemedim. Yine hafifçe gülüp içeri mutfağa gittim. Sipariş ettiği limonlu kurabiyeleri yapmaya başladım. Tam bir saatin sonunda kurabiyeler hazırdı. Paketleyip götürüp masaya bıraktım. Elindeki kitabı bıraktı. Pakete uzandı ve

‘’Tadına baktınız mı? Nasssıl olmuş? Benim bahçenin limonlarıyla da aynı lezzeti tutturabildiniz mi?’’dedi.

Bakmadım ama zaten standart bir reçetem var ona göre yapınca aşağı yukarı aynı tadı yakalamışızdır.

‘’Olmaz öyle şey, belki benim limonlarım çok ekşi şüphesiz limonun asit oranı lezzeti etkiler. Lütfen tadına bir bakın ben de limonlarımın bu kurabiye için uygun olup olmadığını bilmek isssterim.’’ deyince uzattığı paketten bir kurabiye alıp yedim.

Konuşmaya fırsat bulamadan dilim şişmeye, dengemi kaybetmeye başladım. Beni tutup sandalyeye oturttu.

’Buraya kadar pisss cadı’’, dedi.

‘’Sssadece birkaç dakika içinde öleceksssin. O iki kardeşi öldürmek isssteyen cadının dükkân açtığını duyunca günlerce onu nasssıl öldürmeliyim diye düşündüm. Tatlı bir ölüm olmalıydı. Az buz değil bu masal çocuklar uyurken okunacak. ’’

Artık söylediklerini anlamıyordum. Ölüyor muydum yani? Birden Grimm Kardeşlerden en küçüğünü gördüm, ‘’gel ablam gel’’ dedi.

‘’Kusura bakma ablam! Abim yazdı ya!’’

 

 

 
Toplam blog
: 110
: 1076
Kayıt tarihi
: 26.05.14
 
 

Dünyanın kirletemediği bir lotus... ..