Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Aralık '10

 
Kategori
Yılbaşı
 

Hadi gene iyisiniz, yeni bir yıl geliyor!

Hadi gene iyisiniz, yeni bir yıl geliyor!
 

Noel Baba eşeğiyle hediye dağıtıyor


Gene bir değişimin arefesindeyiz. Yeni yıl, ipini koparmış bize doğru yol alıyor. 

Bazılarımız, sanki gerçekten bir şey geliyormuş gibi havalara uçuyor. 

Dün birisi bir televizyon kanalında, o geceyi otelde geçireceklerini söylüyordu. 

Aynı şehirde yaşıyorsun, sanki evinde yatacak yerin yokmuş gibi az ilerideki otele gidiyorsun, yiyip içtiklerine ilâveten bir de hatırı sayılır miktarda yatak ücreti ödüyorsun. Böylece yılbaşını kutlamış oluyorsun! Hadi insan, bazı yemekleri evinde yapamayabilir. Reklamların tesiri altında kalıp meşhur aşçıların özel menüsünü merak edebilir. Şahsına özel şarkıcı, türkücü, dansöz tutmaya gücü yetmeyebilir. Bu sebeple, bir mekana gidip kendini tatmin etme ihtiyacı duyabilir. 

Buraya kadarını anlayabiliyorum da birkaç kilometre mesafedeki evinde yatmak varken otelde gecelemek nasıl bir dürtünün soncudur, işte orasını bir türlü anlayamıyorum. Çok zayıf ihtimal ama belki de böyle kimselerin meskenlerinde yatak odası bulunmuyordur.Yıl boyu kanepede yattıkları için yılbaşı gelince, bari bir geceliğine sırtımız rahat görsün diye otele taşınıyorlardır. Aksi taktirde insan, evinde mis gibi rahat yatağı varken, bir sürü para ödeyerek, oturduğu şehirdeki bir otelde niye sabahlasın ki! Doğrusu bu, akıl eresi bir durum değildir! 

İstanbul'lunun, İzmir'de işi çıkar otelde kalabilir, kişi geziye gider bir pansiyonda misafir olabilir. Burası tamam. Fakat aynı şehirdeki, hatta bazan oturulan meskene üç beş kilometre mesafedeki bir otelde hiç bir neden yokken niye sabahlanır? Yılbaşında illa kurtlarını dökme ihtiyacı duyan, gider bir yerde eğlenir. Uyku vakti geldiğinde de çağırır bir taksi, gelir evinde yatar. 

Ben makul olan budur diyorum. Fakat etrafta bu işi normal gören, hatta ihtiyaç sayan hatırı sayılır bir kitle bulunuyor. Bu duruma göre, galiba anormallik bende oluyor. 

Yaş hesabına göre bu Ocak başında, hayatımın altmışıncı yılbaşını yaşıyacağım. Rahmetli nine (şimdiki babaanne) min, her sene yenilemesi sebebiyle, altı yedi yaşımdan beri takvim diye bir şeyin olduğunu biliyorum. O zamanlar, saatli maarif takvimleri meşhurdu. Meka'nı Cennet olası ninem, kitapçık biçiminde hazırlanmış muhteviyatında, günler ve aylar dışında; kocakarı soğukları, zemherir, erbain, hamsin vs. gibi doğal ve mevsimsel durumları da açıklayan "cep takvimi" kullanırdı. Ninem hariç hane halkı içinde, hatta köyde (belki bir iki kişi dışında) takvime ihtiyaç duyan başka insan tanımadım. 

Yeni yılın ve yeni yıl kutlamalarının niceliğine dair malumata ise, ancak 16 yaşımdan sonra vakıf oldum. O yıllarda, yerellikten kurtulup global hale geleceğimizi hayal bile edemeyeceğimiz bir dönemi yaşıyorduk. 1950 ile 1965 arası bir zaman dilimini, günlük gazetelerin en erken akşamüstü, bazan ertesi günü geldiği bir ilçeyi ve yazılı medyanın kazara girdiği bir köyü düşünün. Böyle bir yerde yılbaşını nasıl duyacaksınız, nasıl bileceksiniz. Geleneğinizde olmadığı için uygulamasını görmediğiniz, bir şeyi nasıl anlamlandırabilirsiniz ki? 

Sonra, dışa doğru açıldık, hayatımızın kapsama alanını genişlettik, okuyup görerek her naneyi öğrendik. Ait olduğumuz kesimin aykırı bakmasına rağmen gizliden gizliye içimizde, gelmekte olan yeni yılın sevincini hissettik, hatta yaşadık. İlerici ve lâik arkadaşlarımız sayesinde bazı yılbaşı akşamlarında hindi eti bile yedik. Portakal soyduk, çerez çıtırdattık. Sonuç? Kocaman bir hiç. 

Şimdilerde yılbaşılar, meselenin esası ile alakası olmayan nişan, düğün, sünnet ve açılış törenleri; mevtanın oradan oraya taşındığı uzadıkça uzayan cenaze merasimleri; önemli insanlar için düzenlenen anma günleri (vs.) artık benim için anlamını iyicene yitirdi. 

Aileler arası kısacık bir nişan, davetliler eşliğinde onbeş dakikada kıyılıp biten bir nikah ve bir, bir buçuk saatle sınırlı bir sünnet merasimi, dinimize uygun bir defin işlemi neyimize yetmiyor bilmiyorum. Kına gecesi ayrı, yemekli şarkılı veya pastalı şarkılı salonu ayrı, gelin alması, damat salması ayrı, sağdıç veya kirvesi ayrı... Uzadıkça uzayan ve insanda hiç bitmeyecekmiş hissi uyandıran bıktırıcı bir dizi merasim. Bazıları bu işlere o kadar istekli ki, törenin uzun ve tantanalı olmasından büyük keyif alıyorlar, nerdeyse zevkten dörtköşe oluyorlar! 

Benim dışımda kimse bu tür şeylere takmadığına, yapılanlarda bir anormallik görmediğine göre şunu söyleyebilirim. Galiba ben, genel anlayışla uyuşamayan aykırı bir kişiliğe sahibim. Öyle ya, toplumun her kesiminden insanın normal saydığı eylemlere anormal ve eleştirel bakıyorum. 

En çok ta şu anma günlerine. Az çok ünlü kabul edilen bir insan günü geldiğinde, her fani gibi bu dünyadan göçüyor. Hemen ölüm yılının ertesinde, (diyelim, "Kamis-i Zuhravi'yi veya Cantaş Kuruntak'ı") anma günleri başlıyor. Kürsüye çoğu kez birden fazla insan çıkıyor ve merhumun/merhumenin ilmini, niteliklerini, hayat görüşünü, eserlerini, fikri deriliğini tek tek anlatıyor. 

Anmalar birden başlıyor ama zamanla iki, üç, dört, beş, altı, onaltı, otuzaltı, kırksekiz derken bazan 100 lere ve daha fazlasına ulaşabiliyor. Bir insan hakkında, birbirine ve diğer sunucularınkine benzemeyen 40 ayrı konuşma hazırlayacak olsanız ne yaparsınız? 

Hazıladığınız konu adedi onu, onbeşi bulduğunda yavaş yavaş yalpalamaya, esasın dışına çıkmaya, artık bilinmeyen tarafı kalmamış olan zatı kendisinde bulunmayan abartılı sıfatlarla anlatmaya başlarsınız. Çünkü aynı şeyleri tekrar etmenin dinleyenlere bıkkınlık vereceğini bilirsiniz. Sonunda, yaşarken sadece değerli bir bilim adamı veya kıymetli bir alim bilinen sözkonusu insan, anma günlerinin sayısı artıkça farklılaşmaya anlaklarımızda, giderek tanrısal bir varlık olarak şekillenmeye başlar. 

Kanaatimce bazı insanların, günlerin, yılbaşıların, törenlerin mitleşmesi, zamanla kutlanası bir hal alması, insanoğlunun pek te gerekli olmayan bu absürt merasim ve tantana arzusu yüzündendir. Bir farkla ki, yeni yılla bağlantılı olan "Noel Yortusu" hristiyan dünyası için manevi bir değere sahiptir. Çünkü 25 aralık Hz. İsa'nın doğum günü kabul edilmektedir. 

Bizim kutladığımız yılbaşı ise, bir çok gereksiz gelenek gibi, insan karakterinde varolan kadim sıradışılığın evrilte evrilte günümüze taşıdığı bir olgudur. Eğlenmeyi sevenler ve onu hayatın vazgeçilmesi sayanlar için bulunmaz bir hint kumaşıdır. 

Ayrıca insanoğlunun, asıl yaratıcısını unutup umudunu yeni yıllara, ağaçlara, Noel Baba'ya bağlamasının somut ifadesidir. Yeni yılınız kutlu olsun. 

.... 

Bir not: Peygamberimiz, puta tapma geleneğini şöyle anlatmıştır. İnsanlar, ölen adil yöneticileri, bilge kişileri unutmamak için, onların heykellerini yapmışlar. Bunları şehrin muhtelif yerlerine dikmişler. Bu kişiler hakkındaki rivayetler zamanla çığırından çıkmış, onları tapılası kutsal varlıklar haline getirmiştir. Yani haklarında uydurulan abartılı masallar sevilen din büyüklerini veya yöneticileri zamanla ilâhlaştırmıştır. 

Resim: bebekresimlerim.com 

Erbain: miladi takvimde 22 Aralıktan 31 Ocak günleri arasına rastlayan kırk günlük kış dönemi, halk arasında zemheri de denir. (Wikipedi)
Hamsin: 31 Ocak'tan sonraki 40 veya 50 günlük kış dönemine denir.
Zemherir: 22. Aralık'tan 31 Ocak'a kadar süren şiddetli soğuklar, kara kış..
Kocakarı Soğukları: 11-17 Mart tarihleri arasında olan rüzgar veya fırtına. 

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..