Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Kasım '21

 
Kategori
İnançlar
 

Hadi-Mudil

Sıradan sözler bana mâlâyâni geliyor. Yani hiçbir hedef gözetilmeden, “iş olsun torba dolsun” kabilinden, vakit geçirmek maksadıyla yapılan konuşmalardan bahsediyorum. Sohbetin getirdiği enerji frekansı dolayısıyla da bu ortamın seviyesi daha aşağı düşmüyor.

Mâlâyâni sadece konuşmada değil; aynı şeyler sürekli tekrar edildiğinde, rutin hareketler yapıldığında da ortaya çıkıyor. İbadetleri böyle kategorize edemeyiz ama dünyevi değerlerden kurtulmakla ilgili de bir katkı sağlamadığını belirtmeliyiz.

Bu bağlamda ele alabileceğimiz bir diğer konu olan zikirde ise ana konu Allah isimlerinin manalarının senden açığa çıktığını, yaşamının o isimler doğrultusunda oluştuğunun bilincine şuur olarak ulaşmak. Aksiyonu gerçekleştirmek bizi maalesef bu noktaya götürmüyor ama mutlaka yapılması isteniyorsa daha iyi algılayabilmek için bir ön hazırlık olarak düşünülebilir. Zikir vermek sadece ve sadece Allah adına konuşma yetkisine sahip olan Resullerin işlevidir.

Nasıl ki bir nefs, bir benlik olmasına rağmen 'beyin ilham alabiliyorsa' benzer mekanizmayla zikir de açılımları tetikler.

İnsan beyni sonuç olarak delalette olmayı  veyahut hidayette olmayı da barındırır.

'İnsan insansıdan açığa çıkar' derken, kastedilen mana şudur:  Delalette iken hidayeti seçmiş gibi bir durumun söz konusu olması değil, hidayet yönlü bu TASARIMın- YAZILIMın onda ağırlık kazanması dolayısıyla İNSAN vasfı ortaya konur. Allah Velilerinin, Resullerinin, Nebilerinin olduğu bir zümre…

Ayrıca delalet ortamında yaşamasına rağmen 'delaleti ve hidayeti beraber ortaya koyan' farklı bir beyin yapısı da buna örnek olarak verilebilir.

Zaten Kuantum Alanda bize göre zıt gibi görünen şeyler sadece farklı açılımlardır. 'Manadan frekansa olan geçiş' farkındalıklı beyinlerin algılayışı ile o noktada hidayet vasfına bürünürken, 'farkındalıksız beyinlerce' MUDİL isminin açığa çıkışıyla delalet özelliklerini ortaya koyar.

Burada konunun yanlış anlaşılmaması çok önemli! Bu birim delalettedir, şu birim hidayettedir gibi bir anlam çıkarmamalıyız. İstersek olayı YAZILIM-KADER çerçevesinden, istersek de VAHDET çerçevesinde değerlendirelim, kişisel yaklaşımlar yapmamalıyız!

Burada bahsetmeden geçmememiz gereken bir husus var ki o da aklımızın sürekli dünyevi değerler ile meşgul olması. Bilinçli şekilde insanlara sunulan sansasyonel haberlerle toplum mühendisliği yapılır. Bu tür algı oyunlarıyla kitlelerin beyni meşgul edilerek yapay bir gündem yaratılır. İşte veritabanımız bu tür verilerle yaratılan şartlanmalarla beslenerek kemikleşir. Manadan frekansa dönen hologram evreni veritabanı ile algılayarak 'birim zannıyla' yaşar.

İnsanlar bir hevesle, bir inanç gücüyle, imanla yola çıkar fakat delalet özelliğinin ağır basmasından ötürü olduğu yerde sayar, pasif olarak kalır. Böyle görüşlerin paylaşılması ile dünyevi değerler ağırlıklı olarak çıkar. Bunların bir çekim alanı oluşturmasıyla bu vortekste, bir türlü hidayete vesile olacak yaklaşımlar ortaya koyulamaz. Bu konularda lakayt bir tavır sergileyerek gerekli ciddiyet sağlanamaz.  Ciddiyetten kasıt sert bir yüz ifadesi takınmaktan ziyade 'davranış üslubudur'.

Bazı konuların daha net anlaşılması gerekiyor. Sistemsel bir olayı hidayet vesilesi olarak kabul eden, aklına şunu getirmek zorundadır: 'Kolaylaştırılanlar var' dediğimiz noktada bir zafiyet vardır. Bunun giderilmesi için birtakım insani hareketlerin yapılması, insani özelliklerin ortaya konulması gerekir.  HASİB ismi gereğince bunlar gerçekleşmesine rağmen; Resulullah’ın “Ben nimeti tamamladım” şeklindeki düşüncesi eğer o insanın beyninde bir anlam yaratmıyorsa, kendisini hidayette sanan kişi dahi benim yaklaşımıma göre delalettedir. 

Henüz net olarak açığa çıkmayan bir algı dolayısıyla bir olayın sonuçlarını okuyamayan kişi yine delalettedir, fakat farkında bile değildir. Aynı ŞİRK gibi açık bir delalet anlayışı olduğu gibi 'gizli-kapaklı bir delalet' anlayışı da vardır.

Fakat insanın delalet anlayışını bir şekilde başka yöne mal ederek yatay geçişle belli bir yerde toplaması - örneğin Resulullah’da- aslında kurtuluşa ermek anlamına gelmiyor.

Bu sebeple Hacı Bayram Veli diyor ki: Benim 40 bin tane dervişim var gibi gözükse de aslında 1,5 dervişim var, biri erkek biri kadın. Geri kalanı ise delalettedir.

“Kesinlikle sen, sevdiğini hakikate erdiremezsin! Ne var ki Allâh dilediğini hakikate yönlendirir! "HÛ" hakikati yaşayacakları bilir!” (Kasas, 56). Eğer ayeti genel bir seviyeden değerlendirecek olursak şöyle bir anlam çıkabilir: Yani sınırlı bir alanda olduğun sürece hidayete eremezsin, sınırsız alana geçmek zorundasın. Fakat şunu unutmamalıyız! Allah’ı sınırlı bir alanla kayıtlayamayız. Önemli olan bunun farkına varabilmektir! Aynı, hidayet ve delaletin tek kare resimde farkı olmayışı gibi…

Kendini bilen bir yapıyla aynı şeyleri yaşayan ve düşünen, 'meleki özellikleri' ortaya koyacaktır. Bu insanlar ile razı olmuş bir nefsin teslimiyeti arasındaki ayrımı görmediğimiz takdirde zaten hiçbir şeyin farkındalığını da yaşayamayız.

“…sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin” ayetindeki ‘sen’ sınırlı bir alanı; “Beni gören hakkı görmüştür” hadisindeki ‘ben’ ise sınırsız bir alanı işaret eder. Fakat daha önce de bahsettiğimiz üzere Allah sınırlı bir alanla kayıtlanamaz. Bu nedenle, MUTLAK BEN in farklı yönlerden anlatıldığı yaklaşımlar olarak düşünmeliyiz.

Resulullah diyor ki: “Ben şeytanımı Müslüman ettim”. Onları bir tarafa atın, yok sayın; benimle onların bir alakası yok demiyor. Hologramda farklılık olarak algıladıklarınızın holografik evrendeki farksızlığını idrak edin!

“Böylece sana hükmümüzden ruh (Esmâ mânâlarını şuurunda hissetmeyi) vahyettik... Sen, Hakikat ve Sünnetullâh BİLGİsi nedir, iman neyedir bilmezdin! Ne var ki biz Onu (ruhu), kendisiyle hakikate erdirdiğimiz nûr (ilim) olarak meydana getirdik, kullarımızdan dilediğimize! Muhakkak ki sen de kesinlikle hakikate (sırat-ı müstakime) yönlendirirsin!” (Şura, 52).

MUDİL isminden kurtulmak gibi bir durum söz konusu değildir! Allah’ın herhangi bir isminden kurtulmaktan söz edebilir miyiz? Peki öyleyse buradaki ince nokta nedir? Bu ayetten de anlaşıldığı kadarıyla MUDİL ismi Hz.Muhammed’de dahi mevcut. Önemli olan delaletin kaydından çıkarak 'hidayet ile farkının kalmadığı noktada' yaşamak. Beyin zaten bunu otomasyonla gerçekleştiriyor.

Bu konuya paralellik gösteren, “Ruhlarınız beyinlerinizdir, beyinleriniz ruhlarınızdır” yaklaşımını da ele alabiliriz. Burada FUAD noktasının beyne aynalama yaparak EPİFİZden hakikatin açığa çıkması olarak açıklayabiliriz. Böylelikle bedensellik hükmü kalkar ve HALİFE özellikleri ortaya çıkar. Tabii burada bahsetmemiz gereken en önemli nokta HALİFELİK hükmünün sadece bedenselliği yok etmek veya tepkisizliğe geçmek gibi birtakım olgularla yaşanamayacağıdır. Burada çok farklı noktalar da söz konusudur. Bunlar ise farklı bir yazının konusu…

İşte biraz önce bahsettiğimiz FUAD noktasını bulmadan, çeşitli aşamalardan geçmeden kendini 'hidayette sanırsın: ama aslında DELALETTESİNDİR!

Resullah’ın hayatını düşünürsek bazı konular daha net oturacaktır. Hatasız olarak, buluğ çağını meleki özelliklerle geçiriyor. Sahrada çok güneşli bir havada bulut ona gölge oluyor. Burada açığa çıkan meleki özellikler de SÜNNETULLAHın bir parçası. Meleki birtakım özellikler kuralları bozmuyor.

Aynı prensiple Hz.İsa’ nın 6 yaşındayken mabetlerde vaaz vermesi de bir örnek olabilir. Bir insanda meleki ya da cinni özellikler ağır basacaktır. Vaaz vererek insanları pozitife yönlendiriyorsa, dünyevi değerlerden uzaklaştırıyorsa işte burada meleki özellikler daha dominanttır.

İNZAL yönünden “Sen kitap nedir, iman neyedir bilmezdin” ayetini incelersek ilmin zaten en başından beri bu yapılarda varolduğunu kabul etmeliyiz. 'Bilmezdin' diye bahsedilen şey, SÜNNETULLAH bilgisinin henüz içselinden açığa çıkmamış olmasıdır. Zaman boyutuyla sınırlı yaşayanlar için KUANTUM POTANSİYEL den KUANTUM ALAN a yapılan geçiş 'bilme veyahut iman' gibi algılanabilir.

“Allah seni de yapageldiklerini de yarattı” diyor mu? O halde kim kime vesile olacak? ‘Bugün Ahmed benim, dünkü Ahmed değilim’ buna benziyor. Allah'tan bizi uyarıyorlar. Önce ilham veriliyor sonra ilhamın arkasındaki mana açılıyor.

Eğer bu yönden ayetleri değerlendiremiyorsak, sadece yüzeysel anlamıyla algılıyorsak o zaman delaletteyiz demektir. Ama delaletin de tatlı bir havası var, insanı uyutuyor, uyuyorsun. “Bak şu ayet ne güzel söyledi”, onunla ilgili hadis de varsa “O da ne güzel söyledi” diyerek kendi kendini örtüyorsun.

“İnsanlar uykudadır ölünce uyanırlar”. Şu şekilde düşünebilirsin: “Ben gayet güzel Arapça biliyorum. Nebilik kemalatıyla ilgili istenenleri yerine getiriyorum. Neden ölünce uyanayım ki?”

Ya da birbiriyle çelişir gibi görünen çeşitli bilgiler alıyorsun. Bir yandan gece 3’te uyanmak zararlıdır deniyor; diğer yandan Teheccüd Namazına kalkın diye buyruluyor. Başka bir örnek vermek gerekirse her sene HACCA 1.5 milyon kişi gidiyor. Sadece bir tanesi HACCI MEBRUR yapıyor, kalanlar teorik hacı oluyor. Zaten birçok kişi için olayın kendisinden ziyade hacı etiketine sahip olmak önemli. O halde şöyle bir soru kafamızda canlanabilir: Neden böyle bir uğraş veriyoruz? Aynı ayetlerin manasını es geçerek yüzeysel değerlendirmemiz gibi, sisteme yönelik gibi gözüken olayların da yerli yerince olduğunu bilmeliyiz.

Şu beyinlerimizi hakikaten güncellememiz lazım. Eğer bulunduğun ortam beynini yenileme imkanı sunuyorsa ne âlâ, değilse oradan acilen uzaklaş. Seni evrensel datayla değil, kendi bilgileriyle yontmak isteyenden hemen kaç. Çünkü o, güncellemek demek değildir.

Hidayetten bakınca delalet yoktur, delaletten bakınca ise hidayetten başka bir şey göremezsin.

Ahmed F. Yüksel

Bodrum- Milas 18 Kasım 2021

https://twitter.com/ahmedfyuksel

https://www.instagram.com/ahmedfyuksel

https://www.facebook.com/ahmedfyuksel
 

 
Toplam blog
: 636
: 9957
Kayıt tarihi
: 14.12.11
 
 

Araştırmacı Yazar.. ..